1 Eylül Dünya Barış Günü’ne, bu yıl bölgesel savaşların ve pandeminin gölgesinde giriyoruz. Dünya salgınla kırılırken, salgın nedeniyle krize giren uluslararası tekellerin güdümündeki Amerika ve Batılı emperyalist devletler, Güney Asya, Latin Amerika, Ortadoğu haklarının ucuz emeğini bu dev markalar aracılığıyla sömürürken, silah satabilmek için de buralarda yeni savaşlar ve çatışma alanları açıyorlar.
Sudan bahanelerle Afganistan’ı işgal eden Amerika’nın 20 yıl sonra iktidarı Taliban’a teslim ederek oradan askeri güçlerini çekmesi, bu ülkede yeni çatışmalara yol açarken, pek çok insanı da yerinden yurdundan ederek, göçe zorladı. Son dönemlerin en büyük göç dalgası uygar dünyanın(!) kapısına geldi, dayandı. Amerikalılar, İngilizler, Almanlar Afganistan’dan askerlerini çekerken kendileriyle işbirliği yapan Afganlıların çoğunu ülkelerinde kaderi ile baş başa bıraktılar. Bakmayın emperyalistlerin kadın hakları insan hakları söylemine, onlar karlarından ve kendilerinden başka kimseyi düşünmezler. İŞİD’in Kabil Havaalanına yaptığı saldırı sonucunda 170 kişi canını yitirdi, bu saldırı önümüzdeki dönemde Afganistan’da çatışmaların devam edeceğine dair önemli bir göstergeydi. Barış uzun süre o topraklarda belli ki en özlenen şey olmaya devam edecek.
Dünya Barış Günü, milyonlarca insanın yaşamını kaybettiği bir savaşın başladığı tarihe atıf yapıyor esasında. Alman faşistlerinin 1939 yılında Polonya’yı işgal ederek İkinci Paylaşım Savaşı’nı başlattığı tarih olan 1 Eylül “Dünya Barış Günü” olarak kutlanıyor. Bir daha bu tür yıkımlar yaşanmasın diye insanlar 1 Eylül’de alanları doldurarak savaşa hayır, barış hemen şimdi diye haykırıyorlar.
Sendikaların barış politikaları
1 Eylül’de dünya sendikaları da barış mesajları yayınlayarak, eylemler yapıyorlar. Savaşın etkilerini uzun süre üzerinden atamayan Almanya’da Alman Sendikalar Birliği’nin bu yıl yayınladığı bildiride Savaşa ve faşizme hayır, diyerek Batılı kapitalist devletlere barış ve güvenliğin temini için silahsızlanma çağrısı yapılıyor. Uluslararası silahlanma rekabeti en üst düzeye çıktı. Geçtiğimiz yıl 1.644 Milyar Avro silahlanmaya ayrıldı. Savaş bütçelerine giden bu paralar işçi sınıfından ve kadın işçilerden kesiliyor.
Türkiye’de KESK 1 Eylül Dünya Barış Günü için bir bildiri yayınlayarak “Barış, Demokrasi, Özgürlük, Güvenceli İş, İnsan Onuruna Yaraşır Koşullar Sağlanmalı, Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliğine Son Verilmelidir!” dedi.
Sendikalar barış olmadan güvenceli bir istihdamın ve insan haysiyetine yaraşır bir ücretin olamayacağının bilincindeler ve artık sendikal politikaları barış talebini de içine alacak şekilde genişletiyorlar.
Savaşları genel olarak sermaye ve bunu elinde tutan erkekler çıkarır, bilindiği üzere, ordular erkeklerden oluşur. Barış görüşmeleri de genellikle erkekler arasında yürütülür, kadınlar barış süreçlerinden dışlanırlar. Fakat yeni tip savaşlarda sadece erkeklerden oluşan ordular zarar görmüyor, güdümlü bombalarla, silahlarla sivil halk ordulardan çok daha fazla zayiat vermeye başladı. Ayrıca militarizmin çarkına su taşıyan kadın askerler de var artık.
O nedenle savaş ve barış süreçlerine toplumsal cinsiyet temelinde bakmak, farklı ızdırap ve yoksunluklar yaşayan kadınların, LGBTİ+’ların sorunlarının ve taleplerinin de barış süreçlerine yansıtılması gerekiyor. Barışın olanakları hiçbir zaman savaşın nedenlerinden bağımsız değildir. Kadınların erkek şiddetine maruz kaldığı, bunun meşru görüldüğü patriyarkal bir toplumda, bu şiddet her zaman savaş ve çatışmalara da zemin hazırlar. Kadınların barış süreçlerine aktif olarak katılımı, müzakere masalarında yer alması en önemli feminist görevlerden biri olarak karşımızda duruyor.
Kadınların kendi çıkarmadıkları savaşların sonuçlarına katlanmak zorunda kaldıklarını söylemiştik. Kaybeden tarafın kadınlarına yönelik tecavüz, cinsel saldırı savaşın en korkunç sonuçlardan biridir. 2. Paylaşım Savaşından, Bosna Savaşına kadar ne yazık ki pek çok kadın buna maruz kaldı.
Göçler ve yıkımlar
Savaşlar erkek şiddetinin meşru görüldüğü ve bu yolla onların erkekliklerini yeniden, yeniden inşa ettikleri alanlardır. Güçlenen erkeklik kadınlara yönelik şiddetin artması sonucunu doğurarak kadınlar için yaşamı imkansız hale getirir.
Savaşlar kadınları yerlerinden ederek, evlerini dağıtır, onları dilini, kültürünü bilmedikleri bir ülkeye göçe zorlar. Taliban özelinde gördüğümüz gibi göç etmeyen kadınlar ise hak ve özgürlüklerinden olurlar. Ülkenin nasıl inşa edileceğine dair toplantılarda bir tek kadının bile olmaması, şeriatın kadın özgürlükleri açısından ne anlama geldiğinin açık göstergesi değil mi? Ayşe Düzkan bizdeki Taliban’a karşı mücadele edelim, diyor kadınlara biz de bu görüşe katılıyoruz. Çünkü artık emperyalist destekle ülkenin yüzde 10’nunu bile geçmeyen şeriat yanlıları, yönetimi eline geçirebiliyor. Geçirir geçirmez ilk saldırdıkları kadın özgürlüğü ve kadın hareketi oluyor. Bunlar aynı zamanda işçi düşmanılar. Afganistan’ın 131 bin üyesi NUAWE Taliban tarafından kapatıldı. Taliban Uluslararası markalara üretim yapan Afganlı tedarikçi tekstil firmalarında kadınlara güvencesiz, düşük ücretli işleri dayatacak, kadın emeği sömürüsü karşısında onları savunacak bir sendikaları da olmayacak.
Evet, savaş kadınların emeğinin aşırı sömürüsü anlamına da gelir. Savaşlarda kadınlar ülke ekonomisine katkı amacıyla fabrikalarda üç kuruşa çalışmak zorunda kalmışlardır, bu durum hala varlığını sürdürmektedir.
Kürt meselesinde çözümü değil çözümsüzlüğü tercih eden iktidarlar sayesinde, yıllardır bu topraklarda binlerce genç erkek ve kadın canını yitirdi, sakat kaldı. Doğa tahrip oldu. Savaş ortamından çıkıp evlerine dönen erkekler şiddeti karılarına, kız kardeşlerine yönelttiler. İŞİD bombaları ile yüzlerce genç insan Suruç’ta, Ankara’da canlarını yitirdi.
Düşmanlık ve şiddet kültürü
Ülkede can güvenliği sorunu ayyuka çıkarken, Kürt düşmanlığı, kadın düşmanlığı, LGBTİ+ lara karşı düşmanlık aynı potada eritiliyor. Savaş ve çatışma ortamları cinsiyetçiliğin cinsiyet temelli şiddetin tırmandığı ortamlardır. Kendi gibi olmayana hayat hakkı tanımayan ırkçı zihniyet desteklendi, gezici ve geçici tarım işçiliği için Batı kentlerine gelen yoksul kadın ve erkek işçiler lince maruz kaldılar.
Bu düşmanlık ve şiddet kültürü şimdi de savaştan kaçan Suriye ve Afgan göçmenlerine yönelmiş durumda. Gazeteler tecavüze uğrayıp, öldürülen Suriyeli kadın göçmenlerden söz ediyor. Göçmen kadının bedeni ve emeği sudan ucuz…
Bu ülke haklarının, Ortadoğu ve Güney Asya ve dünya yoksullarının, kadınların, doğanın, dünyanın taşın toprağın adil bir barışa ihtiyacı var. 1 Eylül Dünya Barış gününde barış mücadelesini yükseltip, geliştirelim. Çünkü ona bugün ona her zamankinden çok daha fazla ihtiyacımız var.