112 çalışanı kadınlar: “Durumumuz çok ACİL!”

Sağlıkta şiddet sıradan bir hal aldı. 112 Acil’de durum daha da vahim. Ama başka sorunlar da var. Kadın hemşire ve paramedikler, hasta ve yakınlarının şiddet ve tacizlerinin yanı sıra çalışma arkadaşlarının erkek egemen tutumlarına karşı da mücadele ediyorlar.
Paylaş:
İpek Deniz
İpek Deniz
ipekkdeniz@gmail.com

Acil bir hastalığımız çıktığında ya da acil bir duruma tanık olduğumuzda hemen aradığımız numaradır 112. Bir bakarsınız bir ambulans ve içinde sağlık emekçileri…  

Sağlık alanında yığınla sorunu olan bir gruptur 112 çalışanları. Çalışma alanları ihtiyaç duyulan her yer olabilir. 112 ekipleri, çağrı geldiğinde değerlendirme sonrası vakaya çıkarken neyle karşılaşacaklarını bilmeden veya herhangi bir tahminleri olmadan çıkıyorlar sahaya. Bu belirsizlik sadece hasta ile ilgili değildir; mekân, çevre ve karşılaşacakları muamele de dâhil her şeyi kapsar. Kaza, ateşli silah olayları, evde yaşanan hastalık ya da kavgaları içeren vakalarda hep olay yerindedirler.

Biz sürekli ekranlardan, onlara saldıranlara denk geliriz. Onların ellerinde silah değil, hayat vermeye yarayacak malzemeler varken… En savunmasız olanlara saldırmak artık çok öğrenilmiş bir davranış!  İstanbul gibi ambulanslara yol vermemek için çabalayan sürücülerin olduğu bir yerde geç kalınması, tamamen sağlık emekçilerinin keyfi tutumlarına bağlanıp şiddetle sonuçlanıyor. Bu vakalar hem ekranlara yansıyor hem de sendikaların gündemine…

Hastane deneyiminden sonra 112 komuta merkezine geçen hemşire ve paramedik arkadaşlarımızla alanı ve özellikle kadınların yaşadığı sorunları konuştuk.

“Güvenliğimizi kendimiz sağlıyoruz. Nöbete giderken başlıyor bizim gerginliğimiz; yani bugün ne olacak, nasıl bir gün bizi bekliyor düşüncesi otomatik olarak kaygı yaratıyor.”

Gözde

Güvenliğimizi kendimiz sağlıyoruz

Bilmediğiniz evlere ya da kavga, suç mahalline giriyorsunuz. Oralarda güvenliğiniz nasıl sağlanıyor?

Selda: 112 ekiplerinin güvenliği olmuyor maalesef, güvenliğimiz biziz ve uyumlu bir ekip olmak çok kıymetli bu nedenle. Kişisel hırslar, kriz anında maalesef bizim arkadaşlarımızda da kendini gösteriyor. Daha önce riskli birimler içerisindeydik ama bu denli güvensiz ortama rağmen riskli birim olmaktan çıkartıldık. Olay yeri güvenliği eğitimleriyle sınırlı kalıyor sistem, biz sadece eğitim alıyoruz.

Kadın personel, hasta yakınları tarafından daha fazla sözlü ve fiziksel şiddette maruz kalıyor. Hasta yakınları haliyle gergin, stresli oluyor ve gerçekten en zayıf halkaya yani bize dönüyor mevzu. Kalabalık erkek grubu olunca sağlık emekçileri bir adım daha geride dursalar da bazen fark etmiyor. Kaza mahalleri, alkollü kişiler ya da kavga mevzuları çok sıkıntılı. Biz hep oralardayız, emniyet ekipleri varken pek sıkıntı olmuyor ama pek çok alanda da yalnız kalıyoruz sonuçta.

Gözde: Paramedik mezunuyum ben. Daha önce İstanbul’ da da çalıştım, şimdi çalıştığım yerde de durum aynı. Güvenliğimizi kendimiz sağlıyoruz. Nöbete giderken başlıyor bizim gerginliğimiz; yani bugün ne olacak, nasıl bir gün bizi bekliyor düşüncesi otomatik olarak kaygı yaratıyor. Hasta yakınları da benzer durumda, gergin ve stresli oluyorlar. Karşılıklı bir gerginlik hali var ve bu da durumu nasıl yönettiğinizi belirliyor aslında. Hasta, bazen de hasta yakınları tarafından şiddete maruz kalıyorsun.

Ekip kimlerden oluşuyor, kaç kişi gidiyorsunuz vakaya?

Selda: Alınan bilgiye göre doktorun eşlik edip etmediği belirleniyor; normalde üç kişi, iki sağlık çalışanı ve bir şoför. Hemşire ağırlıklıydı önceden. Şimdi Acil Tıp teknisyenleri artmaya başladı. Bir sürü bölümün teknisyenliği var artık.

Ataerkil zihniyet yaygın

Hasta ve acil çantasını (büyük ve ağır oluyor) taşıma işlerini nasıl yapıyorsunuz?

Selda: Aslında bizim iş hâlâ kadın ağırlıklı, ama araçta çok sık tek kadın oluyorsun. Zaten hastayla ilgili de sıkıntı oluyor taşıma, sedyeye alma. Alet, edevat çantası dahi çok ağır ve bunun taşınması bile sıkıntı. Tabii bu durumlarda “Hani eşitlik?” gibi seviyesiz şakalara da maruz kalıyoruz.

Yani ben şahsen onu da taşırım, şunu da yaparım diye bir havaya girmiyorum, girmeyi de düşünmem. Benim başıma gelecek fıtık, varis kimsenin umurunda değil, erkeklerin taşıma işine daha çok atlamasından da şikâyetçi olamıyorum bu nedenle. Çoğu zaman hasta yakınları el atıyor zaten.

Ayrıca bence gerçekten çok önemli bir mevzu daha var: Ekipte bulunan şoförler özellikle çok ataerkil zihniyetli, çok zorlayıcı olabiliyorlar. Sağlık eğitimleri olmamasına rağmen sahada çok şey öğreniyorlar evet; ama görev tanımlarında yer almasa da istasyondaki işlerde sorumluluk alıp maalesef uyguluyorlar. Vakalarda nedense son sözü söylemeseler de kendi bildiklerini yapıyorlar ve ekip kadınlardan oluşuyor.

Gözde: Mezun olduğum okula boy-kilo endeksi ile girme şartı vardı. Belli bir boy ve kilonun üzerinde olmanız lazımdı. Hâlâ devam ediyor mu bu şart, bilmiyorum. Ama biz bu işler için taşıma teknikleri dersi aldık, yeterli olmuyor tabii. Biz de taşıyoruz, erkek sağlık çalışanları da, yine de yetmek mümkün olmuyor. Kadın bir ekip gidince ‘’Neden erkek yok, siz mi taşıyacaksınız, siz nasıl yapacaksınız ki?’’ gibi cümlelere çok maruz kalıyoruz. Motivasyon kırıcı ve çok tepeden konuşulan cümleler bunlar.

“Yemekhanemiz yok, aylık 800 TL gibi bir miktar yatıyor maaşa ek olarak. Büyük istasyonların var, eski işyerimde vardı. Kreş zaten yok ve çalışma saatleri genelde 24 saat, nöbet usulü. Biz daha dışarıda ve hastanelerden uzak çalışınca sendikalarla bağ da daha zayıf oluyor.”

Selda

Kreş yok, çalışma saatleri uzun

İstasyonda çalışma ortamınız nasıl?

Selda: Başhekimlikte sürekli değişen başhekim yardımcısı vs. oluyor ve her gelen takım kendince yeni düzenlemeler getiriyor. Her gelen, öncelikle çalışma saatlerini değiştiriyor, molaları kesiyor, personele daha fazla baskı yapıyor. İşleyişin nasıl olduğunu bilmeyen, nerdeyse daha önce hiç hasta deneyimi olmayan, klinik bilgisi çok az, yeni mezun hekimlerden oluşuyor bu yerlere tayin edilenler. Sürekli kontroller mesela, kapıda çocuk gibi çevriliyoruz, isimlerimiz alınıyor, yoklama yapar gibi… Geç gelenlerle ilgili tutanaklar havada uçuşuyor.

Yemekhanemiz yok, aylık 800 TL gibi bir miktar yatıyor maaşa ek olarak. Büyük istasyonların var, eski işyerimde vardı. Kreş zaten yok ve çalışma saatleri genelde 24 saat, nöbet usulü. Biz daha dışarda ve hastanelerden uzak çalışınca sendikalarla bağ da daha zayıf oluyor.

Bu aralar günümüz neredeyse her vakadan sonra şikâyetlerle bitiyor. Her vaka hakkında savunma istemeye başladılar; hastanın sosyal güvencesinden tutun da ekip çıkarılmasına, hasta yakınlarının vakalarda kendi isteklerine göre nakledilmelerine kadar değişiyor bu şikâyetler. Prosedür var ama asla kimseye anlatamazsınız.

Savunmalar disiplinden geçtikten sonra İlçe Sağlık, bir inceleme-soruşturma süreci başlatıyor. İstanbul’un herhangi bir yerindeki merkeze çağrılabiliyoruz; fakat vakadan primer (birincil) sorumlu hekimler çağrılmıyor, tamamen bütün süreç bizim üzerimizden işliyor. Nöbet çıkışları sürekli disiplin ve soruşturma-inceleme vs gibi şeylerle uğraşma hali, maalesef fiziksel ve mental olarak bizi çok yoruyor, sürekli bir gerginlik yaratıyor, iş motivasyonumuzu düşürüyor. Vakaya bakarken sonrasında bir sıkıntı çıkmasın diye çok daha fazla açıklama vs. yazmaya çalışıyoruz. Her şeyi not etmeye çalışıyoruz; fakat bu da gelen acil hastaya müdahale süresini geciktiriyor maalesef.

Gözde: Duş alınacak yerler bile yok. Bazen hasta kusuyor, kan revan içinde kalabiliyorsunuz. Yemek zaten maaşa ek olarak yatan 800 TL’den karşılanıyor, buna kıyafet de dâhil. Yemeklerimizi hızlı yiyebileceğimiz yerlerden yemeğe çalışıyoruz. O para neye yeter ki? Daha sağlıksız besinler tercih ediyoruz. Bazen istasyonda yiyoruz.

Fotoğraf: sağlık.net

Evin babası rolü kesiyorlar

Çalışma ortamında kadın-erkek ilişkileri nasıl?

Selda: Hiçbir yerden farklı değil. Çay-kahve kadınlardan bekleniyor mesela. Ya da derleme, düzenleme işleri… Yani şöyle; biraz evin babası gibi rol kesiyorlar diyebilirim. Benim çalıştığım istasyonda temizlik yapılmıyordu. Şoförler, diğer erkek çalışanlar tarafından kadın personelin bulaşık yıkaması ve temizlik yapması bekleniyordu, bu yüzden defalarca tutanak tutuldu (ayrıca temizlik personeli yoktu). Diğer istasyonları çağırıp ona servis yapılmasını bekleyen de vardı garip bir şekilde. Bunu da bazen yakınlık bahanesi, bazen de şaka yollu, bazen de “bacımız” gibi edalara bürünerek yapıyorlar.

Çok sık yaşanan bir mevzu da hastanın götürüleceği hastane seçimi, vakanın ne olduğu önemsenmiyor ve bu konuda bile sorun çıkartıyorlar. Yani şöyle; hastayı biz görüyoruz, biz anamnez alıp muayene ediyoruz ama gideceği yere şoför karar vermeye çalışıyor. Özellikle perifer istasyonlarda eğitim araştırma hastaneleri değilse, bu problem oluyor. Komplike yaşlı vaka üçüncü basamağa taşındığında, hep sorun yaşıyoruz. Onların tek derdi fazla yol yapıp yapmamak oluyor, sağlık profesyoneli değil ayrıca, karar vermek ya da fikir yürütmek gibi bir durumu olamaz. Buna tepki gösterirken bile kadın-erkek olman fark ediyor. 

Temizliği de biz yapıyoruz

Gözde: Aslında sağlık çalışanı, şoför pek değişmiyor, yani hepsi benzer davranabiliyor. Hep sizin tutumunuz belirliyor, onların ortamda nasıl davranıp neler talep edebileceğini. Yemek yiyip çöpünü atmayanlar var, bardaklar mesela, sürekli bir bardak toplama hali, yani bunlar anaokulunda geliştirilen beceriler. Birilerine bunu söylediğim zamanları da biliyorum ben. İstasyonlarda temizlik personeli yok, olan yerlerde de geri hizmette çalışmaya uygun kişiler bu işe veriliyor ve bu, o işlerin yapılamayacağı anlamına geliyor. Bizim bir gün istasyon, bir gün ambulans temizliği günümüz var. Herkes yapıyor, daha az yoğun olacak günleri seçiyoruz, o gün hangi ekip varsa onlar yapıyor.

Bu ciddi bir sıkıntı değil mi? Yani temizlik sizin işiniz değil, birisi yapmak istemeyince ne yapıyorsunuz?

Gözde:  Evet ama bizim alanımız; mutfak, yatak, odalar var ve bizim günlerimizin geçtiği yer. Sürekli personel talebi oluyor ama olanlar da malum. Eksiklikleri kapatarak kendimizce çözüm üretiyoruz.  Bazen hastaya gidiyoruz, “Çantayı ben taşırım, hastayı da, ama temizliğe karışmam” diyen erkek çalışanlar oluyor. Ya evde, toplumda maruz kaldığımız her durum bu küçük istasyonda da var. Yapmasak olan yine bize oluyor.

Fotoğraf: Anadolu Ajansı

Paylaş:

Benzer İçerikler

Başakşehir’e bağlı Şahintepe mahallesinde, 400 günü aşkındır bir nöbet sürüyor. Çevre Bakanlığı ve bölge belediyesinin halkı mahalleden sürme girişimleri sonuçsuz kaldı. Kurdukları “Barınma Hakkı Meclisi” içinde örgütlenen Şahintepelilerin, fiili mücadelesinde kadınlar en önde. “Mahalle içindeki ve dışındaki kirli eller çekilene kadar oradayız” diyorlar.
Ailenin Korunması ve Güçlendirilmesi Vizyon Belgesi ve Eylem Planı’nı değerlendiren feminist sosyolog Berfin Atlı “Esnek çalışma modeli kadınların yoksulluk döngüsünü kırmak yerine, bu döngünün derinleşmesine neden olacak” diyor.
Diyarbakır’da cami önünde Kur’an-ı Kerim okuyarak geçimini sağlayan, engelli bir oğlu olan Rojda, ‘’Ama kendime de bir dua ediyorum. İnşallah oğlum benden önce ölür diye. Bakacak kimsesi yok. Ölüm fakirlikten ve kimsesizlikten iyidir’’ diyor.
Tatil öncesi meclise getirilmesi beklenen 9. Yargı Paketi’nin içindeki “etki ajanlığı” düzenlemesinin kadın ve LGBTİ+’ların güçlenme ve dayanışma mekanizmalarını nasıl etkileyeceğini Mor Çatı ve Kadının İnsan Hakları Derneği ile konuştuk.
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!