15-16 Haziran Büyük İşçi Yürüyüşü’ne katılan Emel anlatıyor: “10 bin TEKEL işçisiyle yürüdük.”

“Ben 19 yaşındaydım, ilk defa işe girmiştim. Çoluk çocuk diyeceğimiz arkadaşlar vardı. En yaşlısı bendim diyebilirim. 13-14 yaşında çalışan kızlar vardı. Kimisi ablasının kimisi annesinin nüfus kağıdıyla işe girmişlerdi. Daha sonra bir hak tanındı. Herkes kendi gerçek kimliğiyle devam etti işe. Böylesi bayanlarla katıldık yürüyüşe. Asıl olarak 15-16 Haziran Yürüyüşü’nden sonra bilinç kazanmaya başladık.”
Paylaş:
Bahar Gök
Bahar Gök
bihargok1982@gmail.com

Demirel hükümeti 11 Haziran 1970’te 274 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Yasası ile 275 sayılı Sendikalar Yasası’nda değişiklik yaparak, işçi sınıfının direniş ve mücadele ile elde ettiği kazanımları boğmaya çalıştı. Dönem itibariyle, patron yanlısı sendikacılığa, ağır çalışma koşullarına karşı insanca yaşam taleplerini yükselten işçi sınıfının eylemlilikleri dalga dalga büyüyordu. Patronların talimatlarıyla harekete geçen hükümet yasa değişikliğiyle işçilerin temel haklarına saldırmaya başladı. Saldırılara ortak ve örgütlü bir güçle karşılık veren işçi sınıfı 15 Haziran’da Marmara bölgesine yayılan büyük işçi yürüyüşünü 16 Haziran gece saatlerine kadar sürdürdü.

Kocaeli’nin ilçelerinden İstanbul Avrupa Yakası’na kadar bilinen 200 büyük fabrikadan yaklaşık 150 bin işçi tüm engellemelere ve saldırılara rağmen sokaklarda canı uğruna çatıştı. Şalter indirerek sokakta sloganlarla yürüyen işçiler içerisinde kadın işçiler de azımsanmayacak ölçüdeydi. Ancak tarih yazımının büyük oranda erkeklerin elinde olduğu 1970’lerde kadın işçilerin varlığı özel olarak görünmüyordu. Bir süredir 15-16 Haziran Direnişi’nde yer alan kadın işçilere ulaşmak için yaptığımız taramada Kristal-İş Sendikası eski eğitim uzmanı olan Zafer Aydın’ın yardımıyla, Cevizli TEKEL işçisi Emel Civan’a ulaşarak 15-16 Haziran Yürüyüşü ve 89 Bahar Eylemleri’nde kadın işçilerin yürüttüğü mücadeleyi O’nun hafızasından da öğrenmeye çalıştık.

15-16 Haziran Yürüyüşü’ne nasıl katılmıştınız, kendinizden de bahsederek anlatır mısınız?

Ben şu an 75 yaşındayım. 1969’da Cevizli TEKEL Fabrikası’nda işe başladım. 1990’da emekli oldum. 15-16 Haziran Yürüyüşü’nde 9 aylık işçiydim. O zamanlar bilinçsizdik. Biz neyin ne olduğunu bilmiyorduk. Fabrikaya akşamüstü dışardan arkadaşlar geldiler. Fabrikayı boşalttırdılar. Kadıköy’e kadar yürüdük. Ertesi gün tekrar aynı şekilde Kadıköy’e kadar yürüdük. Yürüyüşte bizim bir arkadaşımızı kaybettik. Toplamda 3 işçiyi kurşunlayarak katlettiler.

Kadın işçilerin katılımı ne orandaydı yürüyüşte?

TEKEL’de 10 bin işçi çalışıyorduk. Nerden baksan yüzde 70’i kadındı. Sadece sigara fabrikası değildi. Ambalaj, filtre, yedek parça, değişik üniteler vardı. Tüm kadınlar bu iki günlük direnişe katıldılar. Ama dediğim gibi çoğumuz bilinçsizdik. Ben 19 yaşındaydım, ilk defa işe girmiştim. Çoluk çocuk diyeceğimiz arkadaşlar vardı. En yaşlısı bendim diyebilirim. 13-14 yaşında çalışan kızlar vardı. Kimisi ablasının kimisi annesinin nüfus kağıdıyla işe girmişlerdi. Daha sonra bir hak tanındı. Herkes kendi gerçek kimliğiyle devam etti işe. Böylesi bayanlarla katıldık yürüyüşe. Asıl olarak 15-16 Haziran yürüyüşünden sonra bilinç kazanmaya başladık. Hangi taleplerle katılmıştık çok hatırlamıyorum ama o günden sonra alamadığımız bir hak kalmadı. Kadınlar olarak da hem temsilcilik yapan vardı hem de yönetimde yer alanlar oldu. Ben de Tek Gıda-İş Sendikası İstanbul 7 No’lu Şube yönetiminde yer aldım bir dönem. 1987’de girdim yönetime.

Kadın temsilcilerin sayısı arttı

Hangi taleplerle yürümüştünüz?

Esasen 89 Bahar Eylemleri içerisinde bizim TEKEL işçileri olarak taleplerimiz daha belirgindi. Toplu sözleşme dönemlerinde işvereni etkilemek için sendika bizlerin öncülüğünde yürüyüşler düzenliyordu. Cevizli sigara fabrikasından Kartal SSK’ya kadar minibüs yolunu kapatmıştık. Polisler eşliğinde yürüyorduk. Vizite eylemleri yaptık. Yemek boykotlarımız, işe geç gelme boykotlarımız, işi durdurma eylemlerimiz oldu. 52 günlük bir direnişimiz oldu. Polisler ve askerler nezaretinde o eylemleri gerçekleştirdik. Polislerle çatıştık. Polisler makinelerdeki sigaraları alıp götürmek istiyorlardı biz engelledik. Fabrikamızdaki hiçbir makinemize aletlerimize zarar vermedik ve dışarıya da çıkarttırmadık. Hiç kavga dövüş etmedik ama coplandık, dayak yedik, gözaltına alındık. Hakkımız olan çoğu şeyleri bu şekilde kazandık. Bazı sosyal haklarımızı kazanmak için yapmıştık o eylemleri. O 52 gün sürekli olarak karşımıza çıkmaya devam etti. Ben 18 Eylül’de işe girmiştim. Yıllık izne çıkmam gerektiğinde 52 günü de koyuyorlardı ve Kasım’da yıllık izne çıkabiliyordum. Emekli olacaktım o 52 günlük direnişi koyarak hesaplama yaptılar. Bütün arkadaşların karşısına çıktı. Hepimizin gurur duyduğu eylemlerdi ve bir ömür karşımıza çıkmaya devam etti.

O yıllarda sendikanın yönetimine girdiğinizi söylemiştiniz…

Ben 3 yıl yönetim kurulu üyesiydim. Biz de çok baskılar gördük işyerimizde. Toplu sözleşme taslakları hazırlıyorduk. Genel merkeze veriyorduk bunu. İşverenle görüşsünler danışsınlar diye. Hiç umursamıyorlardı. Ta ki 1987 yılında bizim yönetimimiz gelene kadar. Hep sağ görüşlü sendikacılar vardı. Hep işverenden yanaydı. Bizim de hiçbir şeyden haberimiz yok yani. Gerçi epey bilinçlenmiştim, kendi hakkımı arayabiliyordum ama kendini savunamayacak arkadaşlarımız vardı. Yönetim kurulunda olunca tabi ki çok faal çalıştım.

Özal dönemine denk geldi benim dönemim. “Benim memurum işini bilir” dedi. “Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler” dedi Semra Hanım’ın papatyalarıyla beraber. Biz sol görüşlü kişiler olarak biliniyorduk. Bizim için “sivriler” derlerdi işyerindeki arkadaşlarımız. Sonrasında “Biz sendikanın ne olduğunu siz geldikten sonra anladık” diyen çok arkadaşımız oldu. Biz de gerçekten çok kişinin hakkını savunduk. Sendika temsilcilerinin bayan olarak sayısını çoğalttık. Her şubeden birer temsilci atadık. Çoğunda bayanları göreve verdik. Onlar da çok aktif çalıştılar gerçekten.

Erkek sendikacılar bizi tanımamazlıktan geldi

Kadınların işyerinden talepleri nelerdi, bu talepleri TİS’lere girdi mi?

Mesela yuvamız vardı bizim. Yuvaya çocuk getiren anneler vardı. Onların emzik saatleri vardı bir yaşına kadar. Sabah 7.30’da işbaşı yapılıyordu. Gündüz 15.00’te çıkılıyordu. İki saat emzik hakkı vardı. 17.00’de paydos oluyordu. Ama biz her gün üç saat mesaiyle çalıştığımız için akşam 20.00’ye kadar çalışıyorduk. Sabah yedi buçuktan akşam sekize kadardı. Sonra vardiyalı olduk. Vardiyadan sonra daha rahatladık. Yuvaya çocuk getirenlerin çocuklarına yaz-kış kıyafetleri, iç çamaşırı, terlik, ayakkabısına varana kadar bu sosyal hakları getirdik. Annelerin emzik saatlerinde gündüz üç kere gidip yuvada görme, çocuklarının takibini yapmak için görme hakkını getirdik.

Sendika yönetiminde tek kadın olarak yönetimdeki erkeklerle tartışmalarınız oluyor muydu?

Oluyordu. O zamanlar TÜRK-İŞ Genel Başkanı Şevket Yılmaz’dı. Tek Gıda-İş Genel Başkanı da Orhan Balta’ydı. Toplu sözleşme döneminde Ankara’ya genel merkeze gittik üç otobüs. Emin Kul vardı, TÜRK-İŞ Genel Sekreteriydi. Biz fazla bir ilgi beklemiyorduk ama önümüzden geçti gitti Emin Kul. Tanımamazlıktan geldi bizi. Biz taslak vermiştik sendikaya, o gün görüşülecekti. O gün görüşme yapıldı. Sabah 6.00’dan öğlen 15.00’e kadar beklemiştik. Biz haber bekliyoruz taslakta hangi maddeler kabul edildi hangileri edilmedi diye. Çünkü fabrikadaki arkadaşlar bizden haber bekliyorlardı. Neyse görüşmeler bitti, biz akşam geri döneceğiz bize kimse bir şey açıklamıyor. Baktım kimse sesini çıkartmayınca yukarıya çıktım. Şevket Yılmaz’ın odasından sesler geliyor. Sekreteri bana “randevunuz var mı” diye soruyor. Ben yüksek sesle kendimi tanıtmaya çalıştığımda Orhan Balta sesimi duydu geldi ben de içeriye girdim. Şevket Yılmaz iki elini masaya koyarak kalktı “Kim bu hanım bunu nasıl aldınız içeri” diye bağırdı. Ben o ara kendimi yine tanıttım. “Orhan Bey beni çok iyi tanır” dedim. Mübarek Ramazan ayıydı gittiğimizde. “Bu saat oldu oruçlu oruçlu burada bize bir açıklama yapmanızı bekliyoruz. Niye bize bilgi vermiyorsunuz? Biz biraz sonra dönüş yapacağız. Yarın insanlara bilgi vereceğiz” dedim. Haddimi aştım demiyorum ama haklı olunca karşımdaki genel başkanmış bilmem kimmiş umurumda olmaz. Neyse konuştuk ettik. “O zaman buyrun oturun Emel Hanım. Yorgun geldiniz iftarınızı burada edin” falan dediler. “Biz kendi imkanlarımızla iftarımızı ayarladık. Sadece bilgi istiyoruz” dedim. Bu şekilde tartışmalarımız oluyordu.

İşten eve gidip çocuk bezi yıkardık

TEKEL işçisi kadınların konut edinmesini sağlayan bir kooperatif kurmuştunuz. Bu fikir nasıl gelişti?

1987 yılında şimdiki oturduğumuz yer için -Sabiha Gökçen Havaalanı; Uydukent Mahallesi- yapı kooperatifi kurduk. Hem kooperatifte Yönetim Kurulu Başkanı’ydım hem de sendika yönetimindeydim. 1987’den 1990’a kadar her iki yerde de çalıştım. 1990’da emekliliğimi hak edince inşaatlara başladık. Üyelerimizin çoğu TEKEL’dendi. Ağırlıklı kadınlardı. Hayatımız çok koşuşturmacayla geçti diyebilirim. Hem çalışma yaşamımızda hem de ev hayatımızda.

3 blokun her birinde 40’ar daire olmak üzere 120 daire yaptık. O dönemki Kartal Belediye Başkanı Ali Duranoğlu Doğru Yol Partisi’ndendi. Onların hazırladığı bir uydukent projesi için bir yemek paydosunda bizi bilgilendirmişlerdi. O zamanlar Sabiha Gökçen Havaalanı’nın adı falan yoktu. Orayı imara açacaklarını, arsayı belediyeden satın alacağımızı ve aidat usulüyle ödeme yapacağımızı anlattılar. Kalabalık fabrikalara gidip duyurular yapıyorlardı. Arkadaşlarla konuştuk. Benim öncülüğümde olursa kooperatif kurmak istediklerini söylediler. 300 üyemiz oldu ama 120 daire teslim edeceğimiz için zamanla eleme oldu. Başvuranların çoğu kadındı. Kiracı olanlar aynı anda aidat da ödeyemeyeceklerini söyleyip çekildiler. 87’de kurduk kooperatifi 90’da temel attık. 7 senede inşaatları bitirdik. Kooperatif yönetim kurulunda da kadın olarak bir tek ben vardım.

Bu kadar yoğun bir faaliyet içerisinde olan kadınlar olarak TEKEL işçisi kadınların iş dışındaki yaşamına dair neler anlatabilirsiniz?

Kendi açımdan söyleyeyim. Benim yaşlı bir annem, kanser hastası eşim vardı. Rahmetli oldular tabi. 3 tane kızım vardı. Hem iş hem hastanede refakatçi hem annemin yanında hem ev işleri… O kadar yoğun koşuşturmam oldu ki anlatamam. Tabi o zamanlar kırklı yaşlardaydım. Şimdi olsa çok zor. Sadece ben değil TEKEL’de çalışan kadın arkadaşların omuzlarında o kadar çok yükler vardı ki. Çocuğu yuvaya taşımak başlı başına zorlayıcıydı. Şimdiki gibi elektronik aletler yok. Her şey beden gücüyle. Çocuk bezi yok. Her akşam eve gidip çocuk bezi yıkardık. O zamanlar şebeke suyu yok. Mahalle çeşmesinden eve su taşıyorduk. Evlerimize 1976’da su bağlandı. Benim en küçük kızım 1975 doğumlu. Yani çok yoğun tempoda çalıştık. Tabi şimdi onların acısı çıkıyor ama iyi ki de çalışmışım diyorum. Kendim için aldığım en güzel karar işe girmek oldu. 69’dan bugüne kadar 50 küsür sene çalışma hayatım oldu. Tamam çok yorulduk ettik. Belimden çok rahatsızlıklarım var. Ayağımdan bir ev kazası geçirdim 10 ay tedavi gördüm. Şu anda baston kullanıyorum ama bugünüme de şükür. 75 yaşındayım kendi işimi kendim yapabiliyorum.

TEKEL kapatıldığında neler hissetmiştiniz?

Ben o zaman emekli olalı çok olmuştu. Katılamadım o direnişe. Katılabilen arkadaşlarımın anlattıklarından biliyorum direniş sürecini. Ama çok üzüldüm TEKEL’in kapatılmasına. Hem burnumun direği sızladı hem tüylerim diken diken oldu. O kadar duygulandım ki… Orası bizim ekmek kapımız, ana-baba kapımızdı. Eskiden kalma fotoğraflara bakıyorum zaman zaman. Şimdi çöplük olmuş o koskoca müessese. Hurda yığını olmuş. Çevresinde paslanmış, çürümüş makine artıkları, demir artıkları var. Bir karış boyunda ektiğimiz çam ağaçlarının büyümesini izlemiştik her gün. Kaç bin kişi dağıldı gitti. Sadece TEKEL’in değil Devlet Demiryolu da Haydarpaşa da… Onlar için kurulan platformların eylemlerine, direnişlerine katılmıştım satılmasın, özelleştirilmesinler diye. Birlikten kuvvet derler ya, o eski birlik beraberlik yok maalesef. 30-40 sene önceki gibi değil. Ee herkes yaşlandı, çoğu arkadaşımız vefat etti. Çoğumuz böyle rahatsızlandık. Eskisi gibi öyle yollara çıkıp da hak arayacak gücümüz kalmadı yaşlandığımız için.

Foto: DİSK Arşivi
Paylaş:

Benzer İçerikler

Nektarin işçisi Gülcan 32 yaşında ve 10 yaşından bu yana tarım işçisi olarak çalışıyor. Meyve toplamak için gece 03.00’da yollara düşüyor. Yevmiye usulü sigortasız, düşük ücretle her türlü riske açık bir iş bu. Hikayesini ondan dinliyoruz.
Bulaşık, çamaşır başta olmak üzere bütün ev işlerinden nefret ediyor. Hayatını kaynak yapmaya endekslemiş bir işçi o. Derya Yavuz’un, elindeki kaynak tabancasıyla, ‘kadın yapamaz’ algısına meydan okuyan bir duruşu var… Öyküsü film gibi…
Muzaffer Çetin ismine bakmayın yıllardır ‘portifçilik’ yapan bir kadın işçi. Çalıştığı fabrikalarda sendikayı getirmiş, Nakliyat-İş Eskişehir Şube’de kadın komitesi oluşturmuş kadınlarla birlikte. Tüm engellemelere ve yok sayılmaya rağmen DİSK Genel Başkanlığı’na aday oldu 17. Olağan Genel Kurul’da. Seçilmedi tabii. Ama cesareti takdire şayandı.
Tüm Bel-Sen 3 No’lu Şubesi’nin Adalar Belediyesi’yle imzaladığı toplu sözleşmede kadınlar için radikal talepler yer aldı. Sürecin mimarlarından Alev Tosun ve Nermin Bakacak işyeri şiddetine karşı mücadele etmeyen toplu sözleşmelerin eksik kaldığının altını çizerken Kadıköy Belediyesi deneyiminden yararlandıklarını vurguluyorlar.
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!