Türkiye işçi sınıfı tarihinin en kitlesel, en görkemli direnişlerinden biriydi 15-16 Haziran. Ama bu tarihi erkekler yazdı hep. Bu nedenle en önlerde yürüyen, tankların üzerine çıkan, fabrikalarda ve sokaklarda direnen kadınların isimleri ve deneyimleri pek geçmiyor kitaplarda.
Direnişte yer alan kadın işçiler de deneyimlerini aktarmak konusunda erkekler kadar istekli değil. Durum böyle olunca elimizdeki bilgiler çok sınırlı kalıyor.
Yine de bazı tanıklıklar ve anlatılar, 15-16 Haziran’ın kadınlarına, kadın deneyimlerine götürüyor bizi. Direnişin 52’nci yıldönümünde, çeşitli kaynaklarda* yer alan bu tanıklıklara dikkat çekmek istiyoruz.
Ama önce, hâlâ öğreten ve işçi sınıfının yoluna ışık tutan bu direniş nasıl ve neden başladı, kısaca hatırlayalım.
Sendikasını işçi seçer!
Türkiye’de 1960’lı yıllar, işçi sınıfı hareketinin yükselme dönemi. Bu dönemin kapısını aralayan, sendikal hakların yasalaşması için 1961’de yapılan Saraçhane Mitingi oluyor. Dönemin zirve eylemi olan 15-16 Haziran Direnişi ise sendikal hakların savunulması amacıyla gerçekleşiyor.
Bazı Adalet Partisi (AP) ve CHP milletvekilleri, 274 sayılı Sendikalar Kanunu ile 275 sayılı Grev ve Lokavt Kanunu’nda değişiklik yapılması için ayrı ayrı yasa teklifleri hazırlıyor. Bu teklifler komisyonda birleştiriliyor.
Millet Meclisi’nden 12 Haziran 1970’de 4 ret oyuna karşılık 230 oyla kabul edilen tasarı, işçilerin sendika seçme özgürlüğünü önemli ölçüde kısıtlıyor, sendika değiştirmeyi güçleştiriyor. Tasarının asıl amacı, henüz 3 yaşındaki DİSK’i işlevsiz hale getirmek, Türk-İş’ten DİSK’e işçi akışını önlemek.
DİSK’in öncülüğünde işçi sınıfı, bu tasarıya tarihi bir direnişle yanıt veriyor. İstanbul’un her iki yakasında ve Kocaeli’nde on binlerce işçi çarkları durduruyor; “Demirel istifa”, “İşçi millet el ele”, “Bağımsız Türkiye” sloganlarıyla yürüyüşe geçiyor.
İşçilerin arasında DİSK’e üye olmayan binlerce işçi de var. DİSK’in o dönemde üye sayısı 25 bin ile 40 bin arasındayken yalnızca 15 Haziran’da 117 fabrikadan 70 bin işçinin direnişe katıldığı tahmin ediliyor.
Beyaz önlükleriyle tankları aştılar
Peki kadın işçiler, bu tarihi direnişin neresinde?
Kadınlar eylemin organizasyonunda pek yok. İşyeri temsilcileri arasında kadınlar olsa da DİSK’in 11 kişiden oluşan yönetim kurulunun tamamı erkek. DİSK’e bağlı sendikaların yönetimlerinde de durum farklı değil. Kadınlar karar alma mekanizmalarından dışlanmış durumda.
Buna karşın kadın işçiler, birçok yerde yürüyüşün en ön saflarında yer alıyor, direniyor, barikatları yıkıyor. O dönemde Dev Genç ve TİP üyesi bir üniversite öğrencisi olan Jülide Aral’ın direnişin ilk gününe dair tanıklığı şöyle:,
“15 Haziran’da hiç gözümün önünden gitmeyen şey, o tankları aşan kadın işçilerdir. Mesela Mecidiyeköy-Levent tarafında Eczacıbaşı fabrikaları var. Ve orada beyaz önlükleriyle işçi kadınlar çıktılar, barikatları aştılar. Gerçekten kadınlar önünü açtı, kadınların gücünü gördük.”
Maden-İş üyesi ECA işçisi Yunus Uysal ise o gün Anadolu Yakası’nda yaşananları aktarıyor. Saat 08.30’da şalterleri indirip fabrikadan çıkıyorlar. Yanlarındaki kauçuk fabrikasından Lastik-İş üyesi işçiler, Cevizli’deki Singer ve Tesaş işçilerini de alarak Ankara Asfaltı’na yürüyorlar. Ardından Tekel sigara fabrikasından Türk-İş’e üye işçiler de katılıyor yürüyüşe. Ankara Asfaltı’nda oturma eylemi yapıyorlar.
“Ankara Asfaltı trafiğe kapalıydı. Bir de ne görelim, Ankara Asfaltı’nda tugayın tankları sıra sıra askerlerle dizili. Tekel’in dirençli kadın işçileri tankların üzerindeler, subaylarla tartışıyorlar…”
O dönem Cevizli Tekel fabrikasında çalışan 6 bin işçi var, çoğu kadın. Kadınların büyük bölümü 20 yaşında bile değil. Tekel işçisi Ahmet Sarıcan, yürüyüş kolu Tekel fabrikasına vardığında DİSK’le hareket eden iki öncü erkek işçinin araçların üstüne çıkıp konuşmaya başladığını anlatıyor:
“Bu arkadaşlar fabrikada tanınan, işçi üzerinde etkili kişilerdi. Konuşmalar sonrası bir potansiyel oluştu ve alkışlarla yürüme kararı alındı. İşçiler sanki hazırmışçasına birden yola çıktı. Müthiş bir görünüm vardı. Kadın işçiler önlükleriyle yürümeye başlamıştı. Bir süre sonra ayakkabılarını ellerine alarak çıplak ayakla yürüdüler.”
‘Bize hiçbir bilgi vermemişlerdi’
Direniş başladığında 19 yaşında olan Tekel işçisi Emel Civan’ın tanıklığı ise daha farklı. Kadın işçilerin büyük bölümünün yürüyüşten haberdar olmadığını söyleyen Civan, 15 Haziran günü yaşadıkları şaşkınlığı şöyle dile getiriyor:
“Aniden fabrikayı boşaltın diye bir uyarı geldi işyerindeki arkadaşlarımızdan, ki bunlar ön çalışmalarını yapıyorlarmış ama bize hiçbir bilgi vermemişlerdi. Binlerce işçi, erkek ama, bayan yok içlerinde, ellerinde sopalarla fabrikaya doğru geliyorlardı akın akın. Tabii biz de korktuğumuz için üzerimizde önlükler, ayağımızda terliklerle, üstümüzü değiştirip çantamızı almamıza fırsat kalmadan fabrikayı boşalttık.
Ne olduğunu da bilmiyorduk, hiçbir önderlik yoktu işyerimizde. Biz de o kalabalığa karıştık. Hep beraber Kadıköy’e kadar yürüdük. 3,5 saatimizi aldı o kalabalıkla beraber Kadıköy’e yürümemiz. Orada bir kargaşa oldu, ezilenler oldu, silah sesleri oldu. Biz ne olduğunu da anlamıyoruz, bir şeyden de haberimiz yok…”
‘Kadınlar daha bilinçliydi’
İlk gün, dönemin başbakanı Süleyman Demirel’in kardeşinin ortak olduğu fabrikada bir gerilim yaşanıyor, bunun dışında pek bir olay olmuyor. İşçiler 16 Haziran günü sabahın erken saatlerinde sokakları doldurmaya başlıyor.
Bir önceki gün üretimi durdurmuş ama sokağa çıkmamış fabrikaların işçileri de bu kez sokaklarda. Topkapı’daki işçi kolu, hedefini Beyazıt, Cağaloğlu, Eminönü üzerinden Taksim olarak belirliyor.
Metal, ilaç ve gıda işçilerinin yoğun olduğu kitlenin önü birkaç kez asker barikatıyla kesiliyor. Her defasında özellikle “kadın işçilerin dirayetli tutumuyla” tankların üzerinden atlayan işçiler, Valiliğin önünden Eminönü’ne ulaşmayı başarıyor. Ama Galata ve Unkapanı köprüleri açılarak işçilerin buluşması engellenince yürüyüş kolu, Taksim’e varamadan fabrikalarına dönüyor.
Bu işçiler arasında Nurten Arıcan da var. İbrahim İlaç Fabrikası’nda çalışan Arıcan, Kimya-İş’in işyeri temsilcisi. Eyleme nasıl hazırlandıklarını şöyle anlatıyor:
“Fabrikadaki çoğu kadın 600-700 işçiye haklarının ellerinden gideceğini anlattığımızda protestoya katılmayı tereddütsüz kabul ettiler. Fabrikada sendikasız işçi yoktu, kadınlar erkeklerden daha bilinçliydi, sınıfsal olarak da meseleyi biliyorlardı. Fire vermeden katıldık eyleme…”
O dönemde Arıcan 31 yaşında, beş çocuğu var. “Ancak sınıfsal olarak böyle bir şeyi yapmamam ayıp olurdu, kendimiz için yürüdük” diyor ve devam ediyor:
“Beyaz önlük ve ayakkabılarımızla haydi lafını duyar duymaz çıktık. İşçileri temsilciler olarak biz yönlendiriyorduk. Topkapı’daki ampul fabrikasının önüne gelince oturun dedim, bembeyaz önlükleriyle insanlar dalgalanıp oturdular. Polis kordonuna alındık. Geri dönmek üzereyken biz buradan geçeceğiz diye karar verdik ve kadın-erkek el ele, kol kola kenetlenip polisi yardık. Askerleri de geçtik. Bunları nasıl yaptık, hâlâ anlamış değilim!
“Keşke 17’sinde de yürüseydik” diyen Arıcan, “15-16 Haziran, Türkiye’nin görüp geçirdiği en büyük kitle hareketiydi, gayet keyifli, neşeli bir yürüyüştü” ifadelerini kullanıyor.
‘Çiğne beni, çiğne!’
Öğretmen ve yazar Kemal Yalçın ise İstanbul Üniversitesi’nde öğrenciyken tanıklık ediyor direnişe. Yıllar sonra direnişle ilgili anılarını kaleme alan Yalçın, izlenimlerini şöyle aktarıyor:
“Nehrin önü gerilmiş gibi, önden önden geliyor dalgalar. Güneş tepemizde. Mevsim gündönümüne yakın. Gündönümü sıcağı kavuruyor ortalığı. Kadınların öfkeleri ateşleniyor sanki! Önlerde daha çok kadınlar haykırıyor gibi…
Kör ve sağır çelik yığını halindeki bir tank, akan insan nehrinin yatağındaki son gediği de ağır ağır ilerleyerek kapatmak üzere. Tankla burun burunayız! Yüzlerce el çelik paleti tutuyor. Tankın üstünde askerler, ellerinde silah, parmakları tetikte! Kara önlüklü bir işçi kadın attı kendini tankın önüne! ‘Çiğne beni, çiğne!’ Bir an duraksıyor tank. Saliselik bir süre. İşçiler uçtu mu, sıçradı mı, şahlandı mı? Elleri tetikteki askerlere sarılıveriyorlar. Kara önlüklü genç kadın paletin önünde. Şimşek gibi bir kadın sesi: ‘Çiğne beni, çiğne!’
Yüzlerce el, paleti tutmuş. Tırnaklarımı çeliğe batırıyorum! Tırnak, çelik palete batar mı? Batar! Kara önlüklü genç işçi kadının ölmemesi, ileriye akan hayat suyunun durmaması için insan tırnağı çeliğe batar! Gözlerim çeliğe batan insan tırnaklarını gördü!
Önümüzdeki tanktan duvar yıkılıyor. Kara önlüklü genç işçi kadını yerden kaldırıyor nasırlı eller.”
İstinye kolu yürüyor, kadınlar en önde
İstinye’de Kavel fabrikasından çıkan işçiler de Standart Belde ve tersane işçileriyle birlikte Levent’e doğru yürüyüşe geçiyor. Katılanlarla çoğala çoğala Tekfen fabrikası önüne geliyorlar. Hedef yine Taksim Meydanı, kadın işçiler en önde.
Tekfen’in önünde Emniyet Müdür Muavini Kenan Koç işçilerden durmalarını, geri dönmelerini ve dağılmalarını istiyor. İşçiler bu ihtara rağmen barikatı yıkmak üzere yürüyünce toplum polisi en öndeki kadın işçileri coplamaya başlıyor. Bunun üzerine çatışma çıkıyor.
20 dakika kadar süren çatışmada kadın işçiler yerlerde sürükleniyor; copunu, kalkanını, miğferini kaybeden polisler ise sığınacak yer arıyor. Ellerindeki sopalarla polislere karşı koyan işçiler sayıca üstün ve kararlı olduğu için bir süre sonra polisler kaçmaya başlıyor. Barikatı aşan işçiler, Mecidiyeköy yönüne doğru yürümeye devam ediyor.
Kâğıthane’den Şişli Meydanı’na yürüyen işçiler de polis barikatıyla karşılaşıyor. Polisin barikatları aşıp meydana ulaşan işçilere ateş açması sonucu ikisi kadın altı işçi yaralanıyor.
Fabrika kreşinde çocuğu olan kadınlar
Anadolu Yakası’nda ise 16 Haziran’da yürüyüş üç ana kolda gerçekleşiyor. Birinci kolu Otosan fabrikası işçileri oluşturuyor.
Otosan işçileri Ankara Asfaltı’ndan Üsküdar yönüne doğru harekete geçiyor. Polis ve asker barikatlarını aşıp Üsküdar’daki Tekel fabrikasına geliyorlar. Maden-İş’in Otosan işyeri temsilcisi Mehmet Karaca, sonrasında olanları şu sözlerle anlatıyor:
“Benim de içinde olduğum temsilciler ve bir grup işçi Tekel’in sigara fabrikasına girdik. Fabrikaya girdiğimizde özellikle kadın işçilerde bir korku gördük. Fabrikanın kreşinde çocuğu olan kadınlarda bu korku ve telaş daha fazla kendini belli ediyordu. Yaptığımız konuşmalarla önce sakinleştirdik. Kreşte çocuğu olan kadınlara isterlerse çocuklarını alıp evlerine gidebileceklerini veya fabrikada kalabileceklerini söyledik.
Sonra işçilere, hükümetin sendikalar yasasında yapmak istedikleri değişiklikleri ve bunun sendika seçme özgürlüğümüze nasıl kısıtlamalar getirdiğini anlattık. Yürüyüş amacımızın DİSK, Türk-İş ayrımı yapmadan el birliğiyle bu yasal değişikliği protesto etmek olduğunu söyledik. ‘Aramıza katılırsanız seviniriz, daha güçlü oluruz’ dedik. Kreşte çocuğu olan kadın işçiler dışında Üsküdar Meydanı iyice kalabalıklaşmıştı.”
Kadıköy’e yürüyorlar. Fenerbahçe Stadı’nın oralarda çatışma çıkıyor, ikisi işçi dört kişi yaşamını yitiriyor.
Gün bitmeden İstanbul ve Kocaeli’nde 1 ay süreyle sıkıyönetim ilan ediliyor, gözaltılar başlıyor. Üsküdar’da beşi kadın 27 işçi de gözaltına alınanlar arasında bulunuyor.
‘Hayal olmadığını gördük’
Peki direnişe tanıklık eden kadınlar, bugünden baktıklarında o dönemi nasıl okuyor? Yine Jülide Aral’a bırakalım sözü:
“Kitaplarda, romanlarda okuduğun ama bizden önceki kuşakların hiçbir şekilde bu çapta tanık olamadığı birçok şeye biz tanık olduk. Belki bir devrimin olabileceğini, bir hayalin dışında bu gücü görmek… Gerçekten bir şeyin yapılabileceğini ve bunun bir hayal olmadığını hissettik. Bugün de baktığımız zaman 15-16 Haziran’ın en temel noktası, bir şeyin yapılabilirliğini göstermesi. Belki Gezi de böyle spontane bir şeylerin yapılabileceğini gösterdi. İkisinin de ürkütücü yanı bu oldu.”
*Kaynaklar:
-DİSK Tarihi/Kuruluş-Direniş-Varoluş 1. Cilt,
-https://birlesikmetalis.org/maden_is/kitap/Dosya_15-16haziran.pdf
-https://solfasol.s3.amazonaws.com/issues/2020-08/solfasol-2020-08_091.pdf