2024 Yoksulluk Nafakası Araştırması: Kadınlar gelirsiz ve şiddete karşı güvencesiz, erkekler nafakada “isteksiz”!

2024 Yoksulluk Nafakası Araştırması raporunun yazarı Ceren Akçabay, yoksulluk nafakasının kadınlar tarafından talep edilmesinin, kadınların işsiz ve gelirsiz olmasından kaynaklandığını söylüyor. Ve önemli bir noktaya dikkat çekiyor: “2019 Araştırması’nda nafakanın ödenmemesinin en önemli nedeni nafaka yükümlüsünün isteksizliği olarak gösterilirken 2024 yılında en önemli neden kadınların, erkeğin uygulayacağı şiddetten korktuğu için hakkını arayamaması olarak gösterilmiştir.”
Paylaş:

İlk olarak 2019 yılında bir Yoksulluk Nafakası Araştırması yapan Kadın Dayanışma Vakfı, 30 Eylül’de Ankara’da yaptığı bir basın toplantısı ile 2024 Yoksulluk Nafakası Araştırması’nın sonuçlarını duyurdu.

Araştırmanın koordinatörü vakfın gönüllü avukatlarından Zekiye Karaca Boz, raporun yazarı ise İstanbul Okan Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Dr. Öğr. Üyesi Ceren Akçabay. Ceren ile yoksulluk nafakasını, 2019 araştırması ile 2024 araştırması arasındaki farkları, iktidarın “aile politikalarının” nafaka hakkına etkilerini konuştuk. Önemli bir ayrıntıyı öne çıkardı Ceren: “2019 Araştırması’nda nafakanın ödenmemesinin en önemli nedeni nafaka yükümlüsünün isteksizliği olarak gösterilirken 2024 yılında en önemli neden kadınların mal varlığı olmayan erkeğin uygulayacağı şiddetten korktuğu için hakkını arayamaması olarak gösterilmiştir.”

“Nafaka talep eden kadınlar genelde işsiz ve gelirsizler”

Halihazırda zengin birkaç erkeğin verdiği yüksek miktarlı nafakalar çok gündem edilmiş olsa da ciddi bir manipülasyonun olduğu bir konu bu. O yüzden ilk olarak baştan başlamak istiyorum, yoksulluk nafakası nedir ve nasıl belirlenir?

Yoksulluk nafakası, boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek tarafın, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan mali gücü̈ oranında süresiz olarak isteyebileceği nafakadır. Eşler arasındaki bakım ve yardım yükümlülüğünün bir devamı olarak Medeni Kanun’da öngörülmüştür. Sanılanın aksine Medeni Kanun’da düzenlenen tek nafaka türü yoksulluk nafakası değildir. Kanunda alt soy ve üst soydan yani anne babadan çocuklardan yahut kardeşlerden yardım ve bakım nafakaları talep edilebilir. Yoksulluk nafakası, bakım nafakası türlerinden sadece biridir. Eşlerden herhangi biri tarafından talep edilebilir, talepte süre belirtmeye gerek yoktur. Bu nedenle “süresiz” olduğu iddia edilmektedir. Ancak tarafların ekonomik durumlarında bir değişiklik olması halinde yine dava yoluyla azaltılabilir veya tamamen kaldırılabilir.

Yoksulluk nafakası aslında sadece kadının faydalanabildiği bir hak olmamasına rağmen ağırlıklı olarak kadınlar tarafından talep ediliyor. Kadının sistematik olarak yoksullaştırılmış olması ile bu meselesinin ilişkisi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Yoksulluk nafakasının kadınlar tarafından talep edilmesi kadınların sosyo-ekonomik koşullarının erkeklere göre geri olmasından kaynaklanmaktadır. Araştırmada incelediğimiz dava dosyalarının tarafı olan kadınların iş ve gelir durumları da bu tespiti doğrulamaktadır. Nafaka talep eden kadınların önemli bir bölümü işsiz ve gelirsiz kişilerdir. Buna rağmen ortak çocuklar bu kadınların velayetindendir. Erkekler ya çocukların velayetini talep etmemiş ya da her iki taraf talep etse de velayet kadına verilmiştir. Araştırmada davalara taraf kadın ve erkekler arasında eğitim düzeyi bakımından var olan paralellik ise meslek ve gelir düzeyi itibarıyla aralarında var olan farkı daha da ilginç kılmaktadır. Diğer yandan bu bulgular Türkiye’nin toplumsal cinsiyet eşitliği verileri ile örtüşmektedir. Dünya Ekonomik Forumu (WEF) tarafından 2024 yılı haziran ayında yayınlanan global cinsiyet eşitliği raporuna göre, Türkiye dünya üzerindeki 146 ülke arasında toplumsal cinsiyet eşitliği bakımından 127. sırada yer almaktadır. Aynı verilere göre Türkiye “Kadınların ekonomik katılımı ve fırsat eşitliği” konusunda 133’üncü sıradadır.

Ceren Akçabay

“Kadınlar şiddetten korktuğu için hakkını arayamıyor”

Vakfınız, 2019’da bu konuda bir rapor yayınlamış, o dönem de yoksulluk nafakası konusunda yürütülen tartışmalarda kadınların yaşadıklarını ortaya koyması yönüyle önemli bir veri olmuştu. Peki, 2024 yılına geldiğimizde, söz konusu yoksulluk nafakası konusunda 2019 ile hangi benzerlikler devam ediyor? Hangi farklılıklar göze çarpıyor?

2019 Yoksulluk Araştırması’nda 11 ilde görülmüş toplam 140 adet dava dosyası incelenmişken beş̧ yıl sonra yapılan 2024 Yoksulluk Araştırması’nda 16 ilde görülmüş/açılmış̧ 155 adet dava dosyası inceledik. Her iki araştırmada da incelenen dosya taraflarının çoğunun müşterek çocuğu bulunuyor. 2019’da incelenen dosyalarda tarafların yüzde 72,2’sinin, 2024’te incelenen dosyalarda ise yüzde 86’sının müşterek çocuğu var. Her iki araştırmada da müşterek çocukların velayetleri ağırlıklı olarak anneler tarafından talep edilmiş. Nafaka talebi bulunan dava dosyaları incelendiğinde 2019 Araştırması’nda olduğu gibi 2024 Araştırması’nda da nafaka talepleri ağırlıklı olarak çocukların ihtiyacına yönelik. Nafaka davalarına ilişkin kararlara bakıldığında her iki araştırmada da çocuklar için yapılan nafaka taleplerinin mahkemeler tarafından kabul oranının kadınların kendileri için talep ettikleri nafakalardan çok daha yüksek olduğu görülüyor. Ancak en önemli benzerlik nafaka talepli dava dosyalarında büyük oranda kadına yönelik şiddet iddiasına rastlanması. Ancak 2024 Araştırması verilerinde şiddet iddiaları bakımından artış söz konusudur. 2019’da incelenen davaların yüzde 82,9’unda ev içi şiddet iddiası bulunurken 2024’te bu oran yüzde 86 olarak tespit edilmiştir. İncelenen dosyalarda 2019 yılında yüzde 21,4 olan boşanma konusu olaylara ilişkin ceza kovuşturması 2024 yılında yüzde 25’e çıkmıştır. Ayrıca 2019 yılında yüzde 9,3 olan 6284 sayılı Kanun uygulanması 2024 yılında incelenen dosyalarda yüzde 42’ye çıkarak önemli bir artış göstermiş durumdadır.

Diğer yandan enflasyon oranına paralel şekilde artan nafaka taleplerine mahkemeler cevap vermemiş ve nafaka miktarlarında anlamlı bir artış söz konusu olmamıştır. Mahkemelerce verilen yoksulluk nafaka miktarlarının ortalaması ise sadece 1.179,40 TL’dir. Bu ortalama mevcut asgari ücretin yüzde 6,9’una karşılık gelmektedir. Son açıklanan verilere göre (Ağustos 2024) ortalama yoksulluk nafakasının açlık sınırına oranı yüzde 6,21 yoksulluk sınırına oranı yüzde 1,87’dir. Kadınların tek başına yaşam maliyetine oranı ise yüzde 4,72’dir. Karşılaştırmalı verilerin ortaya koyduğu en çarpıcı sonuçlardan biri ise 2019 Yoksulluk Nafakası Araştırması’nda hesaplanan nafaka miktarı ortalaması olan 370 TL’nin dolar bazında bugünkü karşılığının 2.188 TL oluşudur. Dolayısıyla 2019 koşullarında yetersiz olan nafaka tutarında artış olmamış aksine dolar bazında ciddi bir azalma meydana gelmiştir.

Dosyalarda göze çarpan bir diğer husus, mevcut enflasyon karşısında nafaka tutarlarının düşüklüğüne rağmen nafaka ödenme oranlarının oldukça düşük oluşudur. 2019’da incelenen dosyalarda ödenmeyen nafakaların nafaka kararlarına oranı yüzde 50,7 iken bu oran 2024 yılında incelenen dosyalarda yüzde 44’e düşmüştür. Bu değişim nafaka hakkı bakımından ilk bakışta bir iyileşme gibi görünse de nafaka ödenme oranları hala düşük olduğu gibi nafaka ödenmeme sebeplerindeki değişim endişe vericidir. 2019 Araştırması’nda nafakanın ödenmemesinin en önemli nedeni nafaka yükümlüsünün isteksizliği olarak gösterilirken 2024 yılında en önemli neden kadınların mal varlığı olmayan erkeğin uygulayacağı şiddetten korktuğu için hakkını arayamaması olarak gösterilmiştir.

“Kadınlar temel ihtiyaçlarını dahi karşılamakta zorlanıyor”

Bu izleme raporunu; 16 ilden 155 dava dosyası ve devamı incelenerek, 8 kadınla görüşmeler yaparak hazırladınız. Nafaka davası tarafı olan kadınlarla yaptığınız görüşmelerde kadınlar boşandıktan sonraki yaşamlarına dair neler anlatıyorlar? Kadınlar iş bulma ve bu gelirle yaşamlarını sürdürebiliyorlar mı?

Yapılan görüşmelerde kadınlar boşandıktan sonra, özellikle çocukları varsa bağımsız bir konut edinemediklerini, çalışsalar da ancak ailelerinden aldıkları sosyo-ekonomik destekle yaşamlarını sürdürdüklerini dile getirdiler. Çocukların velayeti ağırlıklı bir oranla kadınlarda olduğu için, evde tek başına kalamayacak yaşta çocuğu olan kadınlar çalışma olanağı da bulamamaktadır. Ayrıca görüştüğümüz kadınların tamamı hükmedilen yoksulluk nafakası ve iştirak nafakalarının tahsilinde zorluklar yaşadıklarını, nafaka miktarlarının çok düşük olduğunu, bu nedenle de çocuklarının ve kendilerinin temel ihtiyaçlarını dahi karşılamakta zorlandıklarını dile getirdi. Yargıtay kararlarında yoksulluk kavramına ilişkin olarak oluşturulan içtihada rağmen boşanan kadınlar, kendileri ve çocuklarının maddi ve manevi varlıklarını koruma ve geliştirme, barınma, sağlık ve eğitim gibi temel insan haklarına erişememekte, hayatlarını zorluk içinde sürdürmeye çalışmaktadırlar. Yapılan görüşmelerde ayrıca kadınlar mahkeme süreçlerinde yeterince kendilerini ifade edemediklerini, şiddet tehdidi ile taleplerinden vazgeçtikleri ve nafaka tartışmaları konusunda da bilgisiz oldukları da ifade ettiler.

“Erkekler yükümlü oldukları nafakayı ödemiyor”

Raporda, tespit edilen en önemli sorunun nafaka ödemelerine ilişkin olduğunu vurguluyorsunuz. Kadınlar bu süreci nasıl deneyimliyor?

Davalara taraf kadınlarla yaptığımız görüşmelerde de teyit ettiğimiz gibi, nafaka süreçlerinde çoğu şiddet tehdidi içinde ortak çocuklarıyla maddi imkansızlıklar içinde yaşamlarını sürdürmeye çalışan kadınlar uzun yargılamalar sonrasında çoğu zaman adli yardım talepleri kabul görmediği için dava masraflarına da göğüs gererek nafaka hakları için mücadele ediyorlar, Üstelik mahkemeler talebe bağlılık ilkesi ile çalıştıkları için kadınların başlangıçta talep ettikleri nafaka miktarları enflasyon karşısında büyük ölçüde değer kaybetmişken davalar sonuçlanıyor. Dava sürecinde ve sonrasında nafakalarda yıllık enflasyon oranında otomatik bir artış gerçekleştirilmediği için nafaka miktarlarının açlık sınırının bile çok çok altında rakamlar olarak kalıyor. Üstelik bu rakamların dahi çoğu nafaka yükümlüsü erkekler tarafından ödenmiyor. Nafaka ödememek için mal kaçırıyor, sigortasız çalışıyor ya da işten çıkıyorlar. İncelediğimiz dava dosyalarında hükmedilen nafakaların yüzde 44’ünün ödenmediğini gördük. Ödenmeyen nafakalar açısından tahsilat süreçlerinde kadınların yeniden adli masraflar yapmaları gerekiyor. Ayrıca çoğu kadın şiddet tehdidinden çekinerek tahsilat süreçlerine girmiyor. İcra takibi başlatmıyor. Ödenmeyen nafakalar için sürekli olarak bu tahsilat işlemlerini yapmak zorunda kalmak kadınları hem yıldırıyor hem de korkutuyor.

“Politikalar ‘ailenin korunması’ çerçevesinde oluşturuluyor”

Yoksulluk nafakası ile ilgili sık sık yasal değişiklikler yapılmaya ve nafaka hak olmaktan ziyade -sizin de raporda vurguladığınız gibi- sosyal yardım statüsüne getirilmeye çalışılıyor. Bu ne anlama geliyor? Bunu kimler istiyor ve iktidar buna neden dünden hazır? Bu konuda yeni yasama döneminde nasıl bir tehlike mevcut?

2019 yılında daha kapsamlı bir düzenleme içinde yeniden ele alınacağı belirtilerek geri çekilen yoksulluk nafakası teklifi 2022 yılından itibaren kadının soyadı, boşanmada kusur şartı, aile hukukunda arabuluculuk gibi birçok değişiklik içerecek kapsamlı bir Türk Medeni Kanunu “reform”u içinde tekrar konuşulmaya başlandı. Ayrıca şu an mecliste Yeniden Refah Partisi’nin yoksulluk nafakasına süre sınırı getirmesi ve bir fona bağlanması ile ilgili bir kanun teklifi de var. 2021 yılında hukuka uygunluğu halen tartışma konusu olan bir Cumhurbaşkanlığı Kararı ile Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi toplumsal cinsiyet eşitliği bakımından belirleyici bir düzenleme olan Türk Medeni Kanunu’nda yapılacak bu değişikliklere ilişkin kaygımızı artıyor.

Bildiğiniz gibi, kadına yönelik toplumsal cinsiyete dayalı şiddeti ve ev içi şiddeti önlemeye yönelik uluslararası bir insan hakları düzenlenmesi olan İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı “ailenin korunması” politikası çerçevesinde savunulmuştu. 2019 sonrası yoksulluk nafakasına ilişkin olarak ortaya konan pek çok araştırma ve rapora rağmen konunun hala tekil mağduriyet anlatıları üzerinden ele alınmaya çalışılması yoksulluk nafakasına yönelik değişiklik önerilerini başlatan 2016 Boşanmaların Önlenmesi Meclis Araştırma Komisyonu raporundan beri süren bu politikanın ısrarla sürdürüldüğü anlamına geliyor. Bu perspektif ile hazırlanan kanun teklifleri ve politika belgelerinde toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesiyle elde edilen hakların yok sayılması ise korunması istenen ailenin, geleneksel değerlerin hâkim olduğu ataerkil aile olduğunu gösteriyor. Diğer yandan bu sadece Türkiye’de var olan bir yönelim değil. Otoriter, muhafazakâr iktidarların kullandığı popülist politikaların en önemli örneklerinden biri ailenin korunması. Rusya’da da, Macaristan’da da, ABD’de de “eski güzel günlerin geleneksel aile yapısının yeniden inşası ile mümkün olduğu” söyleniyor. Neoliberalizmin ihtiyaçlarına da son derece uygun şekilde sosyal haklarından soyulan insanlar, eve kapatılmak istenen kadınların bakımına terk edilmek isteniyor.

“Adalete erişim için bambaşka yasal düzenlemelere ihtiyaç var”

Vakıf, mevcut hak ihlallerinin önlenmesi için ne öneriyor?

Rapor çalışmasının ardından Meclisin yeniden çalışmaya başladığı şu günlerde en önemli önerimiz yargı reformlarının sosyo-hukuki verilerle ve toplumsal cinsiyet eşitliğine dayalı bir bakış açısı ile planlanmasıdır. 2019 ve 2024’te incelenen dosyalar, taraf kadınların toplumsal konumlarının ikincil olduğunu teyit etmekte ve kadınların yasal hak ve güvencelere erişimde yasadığı sorunları ortaya koymaktadır. Buna rağmen, siyasi gerekçelerle kadınların kazanılmış haklarının gaspı anlamına gelen düzenleme teklifleri yapılabilmektedir.

Sosyo-hukuki verilerden hareket edildiğinde adalete erişimin sağlanması için bambaşka yasal düzenlemelere ihtiyaç vardır. Örneğin, yargılamaların uzunluğu hem maddi hem manevi baskı oluşturarak kadınların haklarından vazgeçmelerine yol açmaktadır. Uzun yargılama nedeniyle usul hukukundan kaynaklanan hak kaybının önüne geçilebilmesi için nafaka davaları talebe bağlılık, davanın genişletilmesi yasağı ilkelerinin istisnası olmalı, nafaka miktarı tarafların karar tarihindeki ekonomik koşullarına göre belirlenmeli ve nafaka tahsilatı Mahkemeler ve İcra Daireleri gibi devlet mercileri tarafından takip edilmelidir.

Mahkemeler kadınların ve çocukların özel hayata saygı hakkı ile kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme, sağlıklı yaşam, barınma ve beslenme haklarını gözeterek nafaka miktarını; kişilerin yoksulluk durumu, günün ekonomik koşulları ile birlikte, tarafların sosyal ve mali güçleri ve yaşam tarzlarını değerlendirerek takdir etmelidir.

Nafaka ödememek için mal kaçırma, işten çıkma gibi iddialar mahkemelerce ciddiyetle araştırılmalı, sosyal ve ekonomik durum araştırmaları tarafların sunduğu deliller dışında mali veriler izlenerek res’en, ayrıntılı şekilde yapılmalıdır.

Nafaka yükümlüsünün değil nafaka alacaklısının ihtiyaçlarını öncelleyerek, özellikle velayeti kadına bırakılan çocuk/çocuklar olduğunda asgari yaşam standardının altında yoksulluk ve iştirak nafakası belirlenmesi önlenmelidir.

Diğer yandan incelediğimiz dosyaların büyük bir bölümünde kadına yönelik ve ev içi şiddetle karşılaşılmıştır. Türkiye’de toplumsal cinsiyete dayalı kadına yönelik şiddet uzun süredir önemli bir sorun olmakla birlikte, Türkiye Cumhuriyeti hükümeti Avrupa Konseyi’nin ilgili insan hakları düzenlemesi olan İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı almış, sonrasında ailenin korunması odaklı bir şiddetle mücadele planı uygulamaya başlamıştır. Sözleşmeden çekilmenin ve ailenin korunması politikasının kadına yönelik şiddet üzerindeki etkisi ise veri paylaşımının yokluğundan dolayı belirsizdir. Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve Aile Sosyal Hizmetler Bakanlığı toplumsal cinsiyete dayalı şiddete ilişkin veri toplamalı ve paylaşmalı, kadınların haklarını elinden alan düzenlemeler yerine kadına yönelik şiddetle daha etkili bir şekilde mücadele edilmelidir.

Kadına yönelik şiddet beyanı bulunan yargılamalarda güvenlik tehdidini ortadan kaldıracak -barınma ve kreş desteği gibi- önlemler alınmadan karar verilmemelidir.

Nafaka ve diğer mali yükümlülükler belirlenirken iradenin özgürce oluşmasını sağlayacak önlemler alınmalıdır. Özellikle, mahkemenin de denetim yükümlülüğü bulunan anlaşmalı boşanma protokolünde adalete ve hakkaniyete aykırı hükümlerin yer almasının önüne geçilmeli, hakimler hak ve taleplerinden vazgeçen kadınları özel olarak dinlemeli, kadınların mahkemelerde görev yapan psikolog ve sosyal hizmet uzmanları ile görüşmesi sağlanmalı, uzmanlarca yapılacak değerlendirme çerçevesinde gerekirse kararlarını gözden geçirmeleri için zaman tanınmalı, anlaşma koşullarının özgür irade ile oluştuğu kanaatine ulaşıldıktan sonra anlaşma protokolünün onaylanmasına karar vermelidir.

Paylaş:

Benzer İçerikler

Bu yazı sadece bir kitap eleştirisi değil. Hülya Osmanağaoğlu, TYÜ kuramını temel alan bir feminist mücadele ile patriyarka – patriayarkal kapitalizm – kapitalist patriyarkayı temel alan feminist mücadele arasındaki temel ayrım, gündelik hayatımızdaki erkek egemenliğini merkeze koyarak bütünlüklü bir mücadele vermek ile sermayenin gündelik hayatımızdaki belirleyiciliğini merkeze koyarak mücadele vermek arasındaki farkta somutlanıyor, tespitini tarihsel analizle de harmanlayarak TYÜ tartışmalarına yeni bir boyut getiriyor.
AKP iktidarı İş Kanunu’nda değişiklikler yapmayı planlıyor. Yapılan değişikliklerin işçilerin değil sermayenin çıkarları doğrultusunda olacağını önceki deneyimlerimizden biliyoruz. Arkadaşımız Nesrin, İş Kanunu’nun tarihçesini ve imzalanmayan ILO sözleşmelerini anlatıyor.
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!