Bahar Gök bihargok1982@gmail.com
Ücretten çalışma koşullarına kadar her alanda kadınlara yönelik ayrımcılığın hüküm sürdüğü Bursa Acarsoy Tekstil’de cinsel taciz ve mobbing rutin haline gelmiş. Mart ayında işten atılan ve fabrika önünde direnişlerini sürdüren kadınlardan Dilek “Asla pes etmeyeceğiz ve bütün kadınları yanımızda görmek istiyoruz” diyor.
Bursa Demirtaş Organize Sanayi Bölgesi’nde (DOSAB) kurulu bulunan Acarsoy Tekstil fabrikası işçileri Hak-İş’e bağlı Öz İplik-İş Sendikası’na üye oldukları için işten atılmışlardı. 10 Mart 2022 tarihinde işten çıkarılan Selinay Yılmaz, çıkarıldığı günden itibaren fabrika önünde direnişe başlamıştı. Direniş devam ederken 25 Mart günü de kadın işçilerden Emel Didir, Öznur Mantarcı ve Dilek Dündar “işçilere psikolojik baskı uygulamak, sataşmak ve huzur bozmak” bahaneleriyle İş Kanunu 25/2 maddesinden işten çıkarıldı. Çıkarıldıkları günden bu yana direniş alanında yerini alan dört kadın, sendikalaşmanın yok denecek kadar az olduğu bir sanayi bölgesinde, kadın işçilere seslenerek örgütlenme çağrısı yapıyor. Zara, H&M, IndyTürk gibi büyük markalara iplik üretimi yapan Acarsoy Tekstil patronunun tüm saldırılarına karşı, her geçen gün birbirlerine biraz daha kenetlenerek güçlenen kadınlarla görüşerek, fabrikadaki çalışma koşullarını ve bu süreçte nelerle karşılaştıklarını anlatmalarını istedik. Hakaret, cinsel taciz ve mobbingin sistematikleştirildiği Acarsoy’da, kadınlar, kadın işçilere dayatılan kölelik düzenini teşhir ettiler.
Emine Bulut’u hatırla
14 buçuk yıldır Acarsoy’da çalışan Emel, işe başlamasına bir akrabası vesile olduğu için sendika üyesi olmayı pek istememiş başlarda. Çalışırken karşılaştığı haksızlıklar ve hakaretler katlanılmaz boyutta olmasına rağmen dayanmaya çalışmış. Bir yöneticisinin küfür etmesi üzerine ‘artık yeter’ diyerek sendikaya üyeliğini yapmış ve uğradığı hakaret için işyerine ihtar çekmiş. Ustanın özür dileyeceğini düşünen Emel, kan dondurucu yeni bir tehditle karşılaşmış bu kez. “Makinede iptal vardı. Başkasının hatasını benim üstüme atmaya çalıştı. Üstüme yürüyüp bana bağırmaya başladı. Bağıramayacağını söyledim ama dinlemedi. Tutanak tutmakla da tehdit etti beni. İhtar çektikten sonra personelden çağırdılar, neden böyle bir şey yaptın, diye. Anlattım böyle böyle oldu. İK şefi ‘Adam sinirlenmiş olabilir işle ilgili. Bu zamanda herkes her şeyi yapabilir. Emine Bulut’a bak böyle durumlarda. Adam karının kafasını kesmiş. Böylesi zamanlarda yaşıyoruz artık’ dedi. Şok oldum. ‘Bizim de mi kafamızı kessinler yani’ dedim. ‘Gidiyorum’ deyince, beni sakinleştirip oturtmaya çalıştılar. ‘Bir daha böyle bir şey olduğu zaman gelip bize haber ver, ihtar çekme’ dediler sadece. O usta ondan sonra bir süre sessiz kaldı. Başka bir bölüme aldılar. Orada yine sesi yükselmeye başlamış.” Aynı usta bir ay kadar önce başka bir kadına da hakaret etmiş. Ailesinden gizli şekilde sendika üyeliğini yapan kadın işçi, ailesi duyunca problem olacağını bildiğinden, şikayetini fabrikaya iletmiş yalnızca. Yaşadığı bu tehditten sonra psikolojisi bozulan Emel uzun bir süre psikolojik tedavi almak zorunda kalmış. “Şikayet edersen öldürülürsün” cümlesini hafızasından silemiyor halen daha.
Artık sesim titremiyor
Direnişin ilk günlerinde konuşurken sesinin titrediğini söyleyen Emel, zamanla bunun bir sorun olmaktan çıktığını anlatıyor. İçerde çalışırken kimlere nasıl kafa tuttuğunu, nelerle baş ettiğini düşününce de fazla zorlanmamış aslında. Uğradığı mobbingin çok fazla olduğunu söylüyor. Çünkü sendika üyesi olduğu biliniyormuş ve bu nedenle yaklaşık dört yıldır mobbinge daha fazla maruz bırakılmış. Yedili sistemde çalıştıkları için dört ayda bir izin günlerinin değişmesi gerekiyormuş. Yani hafta tatilini hafta içi kullanıyorlar, Pazar günü için aylarca bekliyorlarmış. Ama Emel’in her cumadan sonra cumartesi ve Pazar gününe kayması gereken izin gününü yöneticilerden biri gasp edip durmuş. Cumaya döndüğünde pazartesiden başlatmış her defasında. “Anayasal hakkımı engellemeye çalıştıklarını biliyordum. İnatla çalışmaya devam ettim. Sonuna kadar sürdüreceğim dedim, ne yapayım?”
Makineye uyum sağlayın
Performans uygulamasıyla kademeli olarak makineler hızlandırılarak kendilerinin de makinelere uyumlu olarak çalışmaları istenmiş. İşe gelmeyen çalışanların makineleri kapatılmayarak beş-altı makine çalıştıkları çok olmuş. Haliyle iş kazası yaşanma oranı da artmış. Sorumluluk üstlerine yıkılmış her seferinde. Tüm bunların, Acarsoy’daki kadın ve erkekler arasındaki eşitsizliğin ve cinsiyetçi iş bölümünün çok daha derin olması nedeniyle olduğuna dikkat çekiyor Emel. “İlk girdiğimde 116 bin devirdi makinem. Çıktığımda 130 bin devirdi. Makineleri hızlandırıyorlardı sürekli. Bizleri de hızlandırıyorlardı. Bir gün usta bizi topladı. Denetlemeciler gelecek iş elbiseleriniz tam olsun diye. Ayakkabım yoktu, eğitimcimize gidip söyledim. ‘Senin ayakkabı günün dolmadı. Çıkan arkadaşların ayakkabılarından verelim’ dediler. Hurdacı değilim diyerek kabul etmedim. Ayağında mantar mı var ne var bilmiyorum çünkü. Önlükler sekiz ayda bir veriliyor. Herkesin pantolonu ağ yerinden yırtılıyor. Yama yapa yapa giyip çalışıyoruz. Koşa koşa çalışıyoruz. Ustalar sürekli el kol hareketiyle ‘hadi hadi’ yapıyor karşımıza geçip. Acele ettiriyorlar, panikle yanlış yapıyoruz. Ya elimizi ya parmağımızı kaptırıyoruz. Makinelerde 130 bin devirde dönen miller var. Bir hafta önce bir arkadaşımız iş kazası geçirmiş. İpi bir taktırıyor makineye, ip mile takılmış, sıyırıyor. Avucunu olduğu gibi yakmış. Oyulmuş eli. Fazla makine bakmaktan. Bakımcıların bakması gereken iptal bir göz varmış. Acarsoy’da erkekler çok rahat çalıştığı için bakmamışlar. Kadın da laf yemeyeyim diye acele edip kendi yaparken yaşanmış kaza. Eskilerden lafını esirgemeyen başka bir kadın arkadaş, bir toplantıda, artık fazla makineye bakamayacağını söyledi. ‘Bel fıtığım bacağıma vuruyor, dayanamıyorum, bakmayacağım artık’ dedi. Şef elini kaldırıp kapıyı gösterdi gidebilirsin dedi. Geçenlerde gene, bir arkadaşımızın maaşı eksik yatmış. İşletme müdürüne gidip söylediğinde müdür ona üç tane kapı gösterip istediğin kapıdan çıkabilirsin demiş. Bizleri sürekli aşağılayıp, bağıran çağıran, kapıyı gösteren amirler erkeklerle böyle konuşamazlar.”
Cinsel taciz ve mobbing rutine dönüşmüş
Hakaretlerin yaptıkları işle sınırlı kalmadığını döne döne anlatıyor Emel. Soyunma odalarından çıkarken, eğilip kalkarken, birlikte çalışırken, molalarda, ihtiyaç anlarında vs. uğradıkları kötü muamele ve hakaretlerin mobbing ve cinsel taciz olduğuna dikkat çekiyor. Tanımlama konusunda da kadınların eskiye oranla çekinmeden ifade ettiklerini ancak şikayete dönüştürmek konusunda hala birçok engelle karşılaştıklarını anlatıyor. “Bizim bir arkadaşın önlüğünün düğmesi kopmuş. Bir gün sinirlenerek geldi yanıma. Erkek arkadaşlardan biri buna demiş ki ‘dün senin içindeki sarıydı bugün kırmızı’. İç çamaşırı için demiş. Böyle bir şey söylenebilir mi ya. Kadın, kocasının kulağına gidecek diye sessiz kaldı. Fabrikada duyulduğunda adım çıkar diye düşündü. Aynı şeyi başka bir kadın arkadaş daha yaşadı. Aynı adam “bu pembe tişörtü giymesen olmaz mı çok dikkatimi çekiyor” demiş. Bakmasın dikkatini çekiyorsa. Başka bir arkadaşa da sözlü ve fiziksel taciz oldu. Yanıma hüngür hüngür ağlayarak geldi. Şikayet edelim dedim. Adamın yüzüne seni şikayet edeceğim demiş. Adam da ‘Ben burada eski elemanım. Sana mı inanacaklar bana mı. Senin başın yanar. Şikayet edemezsin’ demiş. Tacizlerin önü açıktı fabrikada. Bir buçuk ay kadar önce fabrikada bir toplantı oldu. Yine kadın bir işçi, genel müdürün onayladığı şekilde konuşunca, müdür, kadına ‘ağzını yiyeyim senin’ diyor. İmam böyle olunca cemaat de aynı davranıyor sonuçta. Hepsini şikayet ediyoruz ama umurlarında olmuyor. Gülüp geçiyorlar çoğunlukla. Ya tehdit ediyorlar, ya da bağırıp çağırarak sindiriyorlar işte.”
Mutluluğu Acarsoy’da arayın
Sendikal çalışmaya başladıktan sonra fabrika içerisinde neler değiştiğini de anlatıyor bir yandan. Eskiden bayramlarda 250 liralık alışveriş çeki verilirken, bu yıl hem Ramazan kolisi verilmiş hem de çek verilmiş işçilere. Emel, Öznur ve Dilek çıkarıldıktan sonra dağıtılmış erzaklar. Maaşlarını aldıkları bankanın ödemesi gereken promosyon ödemesini, işçilerin maaşına üç ay boyunca 500 TL yatırarak, kendi marifetiymiş gibi anlatmış işçilere genel müdür. Hatta bunlarla övündüğü bir toplantıda “Mutluluğu Acarsoy’da arayın, başka yerlerde değil” diyerek, sendikaya ihtiyaç olmadığının altını çizmeye çalışmış.
Çıkarıldıkları gün 15.00-23.00 vardiyasındaymış Emel ve Öznur. Dilek ise ertesi gün çıkarılmış. Bugüne kadar bir tane tutanağı olmayan üç arkadaşın da eline 22-23-24-25 Mart tarihiyle sıralanmış birçok tutanak vermişler. İmzalamamışlar elbette. “Sendika üyesi olduğunuz için çıkarıyoruz demeyecekler elbette, uydurmuşlar bir sürü şey. Arkadaşlarımıza psikolojik baskı uyguluyormuşuz hem de sataşarak. Düzen bozuyormuşuz. 25/2’den çıkardılar hepimizi. Soyunma odasına apar topar götürüp dolabımızı boşalttırdılar. İK başımızda gardiyan gibi beklerken arkadaşlarımızla selamlaşmamızı bile engellediler. Bizi tehdit ediyorsunuz dedik ama hiç konuşmadılar. Kaş göz işareti yaparak konuştular. O gün gece 10’da eve işsiz olarak gittik. Sabah 9 akşam 6 çalışan İK, bizim için mesai yapmış oldu o gün.” Biraz da gülerek anlattıkları çıkarılma hikayelerinin sonrasında karşılaştığı olumsuzluğu anlatan Emel, toplum içerisinde utandırılarak çıkarılmalarının bazı geri kafalı insanlar üzerinde etkili olabildiğini söylüyor. Bunlardan birinin abisi olması dert olmuş içine biraz. “Abim bana ‘kim bilir sen ne yaptın da çıkarıldın’ dedi. Emeğime sahip çıkmaya çalıştım. Bana o cümleyi kuranlar utansın. O yüzden abimle konuşmuyorum o günden beri.” 11 yaşındaki kızının ise en büyük destekçisi olduğunu da gururla anlatıyor bu arada. Annesini direniş alanında yalnız bırakmayan kızı, kendisinden önce cevap veriyormuş konusu açıldığında. “Annem hakkını savunuyor, kimse anneme sesini çıkartamaz” diyormuş. Hamileliğini Acarsoy’da geçiren Emel, çocuğunun hakkının da gasp edildiğini ve kızının da bu bilince eriştiğinin bilinmesini özellikle istiyor.
İki sendikaya üye olun ama müşteri gidene kadar
İşyerinde doğal işçi temsilcileri seçmek için aday olma çağrısı yapıldığı dönemde, arkadaşlarının talebiyle adını yazdıranlardan biri olan Emel, bunun belki de öncü işçileri belirlemek için yapılan bir hamle olduğunu belirtiyor. Kendileri çıkarıldıktan sonra, seçilen işçi temsilcilerine baktığında, temsilcilerin, patron ve ustalarla ilişkisini bozmayan, tartışmayan kişilerden olduğuna dikkat çekiyor. Zaten yakın bir zamana kadar, temsilcilik için konulan kriterler arasında, fabrikada en az beş yıldır çalışması ve lise mezunu şartı konuluyormuş. Çalışma bakanlığına yaptıkları şikayetler sonrası kriterlerin kaldırılmasını sağlayan işçilerin kimler olduğu da bu vesileyle ortaya çıkmış oluyor bir nevi. Sendika karşıtlığıyla nam salan fabrikaya, müşteri ziyaretlerinin olduğu günler asılan ilanlarla, içerde çalışanların özgür olduğuna dair görüntü yaratılmaya çalışıldığını anlatıyor bu arada. Çalışanların iki sendikaya dahi üye olabileceğinin anayasal hak olduğunun yazılı olduğu ilanlar müşteriler çıktığı anda kaldırılıyor haliyle. Doğal işçi temsilciliğinin de bu görüntüyü korumak adına oluşturulduğundan eminler çalışanlar.
Emel, eski çalışma arkadaşlarına son söz olarak şu cümlelerle sesleniyor: “Bizim fabrikada erkekler bizden rahat çalışıyorlar ama bizden fazla maaş alıyorlar. İş yükümüz daha fazla, baskı da. Ama ücretlerimiz düşük. Bu yüzden örgütlenmeyi biz yaptık. Kadınlar işin içerisinde. O yüzden de örgütlenmeyi sürdürmek lazım. Her şeyi patronların iki dudağının arasına bırakmamak lazım. Eşim izin vermiyor, diyen kadınlar var. Mesela, kocası sendikalı yerde çalışıyor ama eşine izine vermiyor. Kadını zaten ek gelir olarak görüyor. Kadın içerde baskı mı yemiş taciz mi görmüş pek önemli değil adam için. Bu şekilde düşünüyorlar herhalde. Maaşın işlesin, sana bir şey olmasın, biraz biraz bana getir diyorlar. Ama kadınların ne yaşadığından haberleri yok. Bizim gibi birkaç yürekli çıkıyor. Onların da kafalarını koparıyorlar. Bizim adımızı geçirmeden sendika gelsin haklarımızı alalım diyenler var. Suya sabuna değmeden yani. Mücadele etmeden bir şeyler elde edilemez. Hem kendileri hem de çocuklarının geleceği için sendikal özgürlüğünü kullansın kadınlar. Şu an birlik olma zamanı.”
Çalışma koşulları kadınları sakatlıyor
Yaklaşık altı yıldır çalışan Öznur, koşturarak çalışmaktan bel ve boyun fıtığı, skolyoz, vertigo gibi hastalıklarla boğuşmaya başlamış. İp dolu 20 kiloluk kovaları değiştirirken, ittirirken zorlandıklarını söylemelerine rağmen ilgilenen olmamış. Her makinede, 10 dakikada bir kova değişimi yaparken, tekerlekleri bozuk olan kovalarla verdiği mücadelenin kadınların beden bütünlüğünü bozduğunu anlatıyor daha çok. “Hayatın gerçeklerine gözümü burada açtım” dediği fabrikada, kadınlara yapılan ayrımcılığı en fazla yaşayanlardan olan Öznur, makineyi devraldıkları vardiyadaki erkek çalışanlarla arasındaki performansın çıldırtıcı olduğuna değiniyor. Kendisi 200 metraj yapmak zorunda bırakılırken, aynı makinede önceki vardiyada çalışan erkek çalışanın 50 metraj yaptığını gördüğünde tartışıyormuş ustalarla. Kendisine hadi hadi diyen ustaya, vardiya defterlerini gösterip “Niye böyle ayrımcılık yapıyorsunuz, Beş-altı makineye bakıyorum, yine de başımda bağırıp performansım için tutanak tutacağını söylüyorsun. Ona da tutacak mısın diyordum. Sen işine bak, gerisine karışma diyordu karşıma geçip” sözleriyle karşılaşıyormuş sürekli.
Sendika üyesi olduğu için daha fazla baskıya maruz kaldığını ve ağır işlerde çalıştırıldığını ekliyor Öznur. Çalıştığı makineler çok zorlayıcı olduğu için, normalde, haftalık olarak elemanların değiştirilmesi gerekirken, kendisini aylarca zorla çalıştırmışlar. Hatta bir gün o kadar yorulmuş ki, titreye titreye çalışmış. O gün, kendi deyimiyle özel gününde. Aynı gün Coronaymış ama sonrasında öğrenmiş. Yemek molasına gönderdiği arkadaşının makinelerine de bakarken tuvalete gitmeyi dahi unutmuş. Yemekhaneye gittiğinde oturduğu yerde kalakalmış. Ayağa kalktığında, arkadaşları durumunu anlayıp uyarmışlar. Uyarılana kadar o gün kendi gerçeğini tamamen unutmuş. Pandemide tedbir olarak iki tane bez maske verilerek ‘tedbir’ alınmasının dışında herhangi bir tedbire denk gelmediklerini anlatıyor arada. Servislerde 9-10 kişi ayakta giderek taşınmışlar Pandemi boyunca. Gerçi şikayet üstüne şikayet ederek servislerle ilgili sorunu çözmüşler ama en riskli dönemlerde hasbelkader kimseye bir şey olmamış. Gece vardiyalarında, kadınların, servis duraklarıyla ilgili problemlerini de şikayet ederek, sürekli yineleyerek çözmüşler. Henüz çoğunluğu sağlamadıkları dönemlerde, kavga ederek, mücadeleyi devam ettirerek çalışma şartlarında iyileştirmeler sağlamışlar. Öznur’un anlattığı kadarıyla sendika bir sonuç olmuş. Aslolan kendi direngenlikleri olmuş. Bugün sendikayla birlikte hareket ederek kazanımları artırmaya devam edeceklerine olan inancı devam ediyor Öznur ve arkadaşlarının. “Burada kadınların direnişi var aslında. Erkeklerle birlikte çalışıyoruz görünüyor ama onların işini de biz yapıyoruz çoğunlukla. Emek bizim, mücadele de bizim olmalıydı zaten” sözleriyle özetliyor yaşadıkları süreci.
Çocuğunu kreşten attırdılar
Arkadaşlarıyla çok iyi ilişkileri olan Dilek ise, bu şekilde çıkarılmanın kendisine dokunmadığını ama oğlunun kreşten atılmasının ağırına gittiğini anlatıyor konuşmaya başladığında. Acarsoy’da, birkaç yıl öncesine kadar sadece beyaz yakaya verilen ücretsiz kreş hakkı, şikayetler ve taleplerle, çocuğunu kreşe göndermek isteyen tüm kadınların faydalanacağı bir hakka dönüşmüş. DOSAB bünyesinde devletten ödenek alan bir kreşe çocuğunu gönderen Dilek, çıkarıldıktan hemen sonra kreş müdüresi tarafından aranarak, işten çıkarıldığı için çocuğunun kaydının silindiğini öğrenmiş. “Çocuğumun dosyasını hazırlamışlar. Boyama yaptığı, karalamalar yaptığı kağıtları koymuşlar içine. İşyeri arayarak bilgi vermiş kreşe ilişiğimin kesildiğine dair. Bu durumda çocuğumun kreşe devam etmesi mümkün değilmiş. Tazminatıma el konularak çıkarıldım zoruma gitmedi ama oğlumu attıklarında oturup ağladım. Kreşe kendi imkanlarımla gönderemem çünkü. Benim oğlumdan ne istediniz? Sendika başkanı bunu duyunca ödemeyi üstlendiler sağ olsunlar. Normal şartlarda, anne baba DOSAB’da çalışmıyorsa çocukları almıyorlar o kreşe. Ama hem sendikanın müdahalesi, hem de bizim direnişimizin duyulmasıyla sanırım kabul ettiler. Ama arada şunu sordular yine ‘Ödemeyi siz yapacaksınız değil mi’ diye.”
Esir kampında gibiydik
Emel’in anlattıklarına benzer şeylerle karşılaştığını anlatan Dilek, kendi yaşadığı ve tanık olduğu tacizlerin artık duyulması gerektiğini düşünüyor. Çalışma esnasında zar zor gidebildikleri tuvaletten zorla çıkartılmış bir keresinde. Usta, kendisini aramış her yerde bulamamış sözde. Tuvalete girmesiyle çıkması bir olmuş. “Sonrasında Koray Bey’i gördüm. Ustalarla konuşun, kadınlarla nasıl konuşulması, nasıl davranılması gerekir eğitim verin dedim. Bir kadını tuvaletten çıkartmak ne demek. Ben kendimi artık esir gibi hissediyorum. İşe gelirken hevesle geliyordum. Beni soğuttunuz artık, bu nasıl bir saygısızlıktır dedim. ‘Bana niye söylüyorsunuz bunları’ dedi. Kime söyleyeceğim. Amir sizsiniz dedim. Sonrasında beni odaya çağırdılar. Usta bir taraftan şef bir taraftan bana baskı uyguladılar. Yemek molamız var sadece. Üç kat çıkıp iniyoruz, kuyruk sonrasında hiçbir şeye zamanımız kalmıyor zaten. ‘İşe girerken sözleşme imzaladınız, bu kurallara uymak zorundasınız’ diyorlar bana. O sözleşmede, işe gelmeyen elemanların makinelerine de bakacaksınız, üstelik aynı ücretle diye bir madde yok ama siz bizi böyle çalıştırıyorsunuz. Biz esnetiyorsak siz de esnetebilirsiniz dediğimde, eliyle, aynen hayvan kovalar gibi ‘çık çık, hadi makinanın başına hadi, bu konu burada kapanmadı’ dedi bana. Yani anlayacağın insan muamelesi görmüyorduk. O kadar değersiz hissettiriyorlardı ki bizi anlatamam. Yanımızdan geçen müdürler yüzümüze bile bakmazlardı. Sadece randımanla ilgili bir sorun varsa soru sorarlardı bize. O da oldukça üslupsuz olurdu zaten.”
Performans uygulaması adı altında boş kağıtlara imza attırılıyor
“Yüzde 70’i kadın olmasına rağmen erkek egemenliğinin olduğu bir firmadır” şeklinde tanımladığı Acarcoy Tekstil’de, erkeklerin kendi aralarında düzgün konuştuklarını ancak söz konusu kadınlar olunca seviyesizlikte arşa çıktıklarını söylüyor Dilek. Performans uygulaması adı altında boş kağıtlara imza attırılmaya çalışan kadınlar itiraz ettiklerinde bağıra çağıra tutanak tehditleriyle karşılaşmışlar. İşçilerle diyaloğa girmemesi gereken bakımcılar da kadınlar üzerinde tahakküm kurmaya çalışmışlar. Erkekliğin kollandığı fabrikada kadınların erkeklere itiraz etmesi kabul görmemiş bir türlü. Ses çıkaran kadınlara, kadınlara yönelik artan şiddeti, katledilen kadınların katlediliş biçimlerini örnek vermelerinin nedeninin biraz da bundan olduğunu düşünüyor Dilek. “En ufak bir itiraza tahammülleri yok. Komutlarla hareket etmemizi istiyorlar sadece. Mesela bir arıza olunca koca fabrikada ustayı arıyorduk. Haliyle randıman düşüyordu laf yiyorduk. Ustaları telefonla aramak zorunda değilim yani. Mesela, bakım şefinin benimle bir ilgisi yoktu ama adam öyle bir konuşuyordu ki benimle, bağırarak, azarlayarak. Sen kimsin ya, böyle konuşma hakkını nereden buluyorsun dedim. ‘Bundan sonra sen benim muhatabım değilsin’ dedi bana. Git benim şefimle uğraş dedim. Bana tutanak yazdırmaya çalışmış ondan sonra. Açığımı bulamadıkları için yazamadılar. İki buçuk sene küçücük bir hatamı bile bulamadılar. Sadece bana yapıldığında değil, yanımda çalışan kadınlara böyle davrandıklarında da uyarıyordum, tartışıyordum, şikayet ediyordum. Bu yüzden de çok sivrildim ama herkesle de aram çok iyiydi. O yüzden biri bir sorun yaşadığında gelip bana anlatıyordu biraz.”
Kadınlar bizden cesaret buldular
İşten çıkarıldıktan sonra eşinin kendisine çok büyük destek verdiğini söylüyor. Köyde büyümüş bir ailenin mensubu o, sendikal mücadeleyi bilmediklerinden emin olamamışlar Dilek’in ‘doğru’ yapıp yapmadığından. Nasıl tepkiler alıyorsunuz ve direniş süreci nasıl geçiyor sizler için sorusunu hem kendi fabrikaları hem de sanayi bölgesinde çalışan kadınların verdiği desteği anlatarak cevaplıyor Dilek. “Annem Dilek’in gittiği yol doğru bir yol mu demiş eşime. Eşim de anne siz karışmayın. Bildiğini yapsın. Hakkını arıyor. Ona bir şey deyip de moralini bozmayın demiş. Eşim de benimle birlikte direniş alanına geliyor. Eşimin abisi de hakkınızı bırakmayın gülüm diyor. Diğer kadınlara göre biraz daha şanslıyım belki. Ben çocuklarımın geleceği için de uğraşıyorum. Selinay’ın annesi 10 yıl önce Acarsoy’da çalışıyormuş. Aramızda konuşuyoruz bazen 10 yıl önce böyle bir direniş olmuş olsa belki de Selinay bugün işten çıkarılmamış olacaktı. Biz bütün kadınların sesi olduk artık. Direniş alanındayken diğer fabrikaların gelip geçen servislerindeki kadınları görmeniz lazım. Bize canla başla el sallıyorlar. Cama yapışıyorlar. Sendikalaşmanın yoğun olduğu bir bölgede değiliz. Özellikle DOSAB’da üç ya da dört tane sendikalı fabrika varmış. Her yer bizimle aynı. Aynı şeyleri yaşıyorlar ki bu kadar canla başla el sallıyorlar. Bizim direnişin başlarında kendi arkadaşlarımız el sallamaya çekiniyorlardı. Biz de işimizden olmayalım diyorlardı. Şimdi epey kırıldı. Bizden cesaret buldular. Sadece işten çıkarılma korkusu var, herkesin ödemeleri var. Onları anlıyoruz. Hele de 40 yaşın üzerindeki insanların kaygılarını aşmaları çok daha zor. Ahlaki maddelerle işten çıkarılma korkusunu daha fazla yaşıyor bu toplumdaki kadınlar. Geri kafalılar, sen ne yaptın da seni bu saatte kapının önüne koydular diyebiliyor kadınlara. Bu şekilde çıkarılmak kadın cinayetine bile varabilecek bir şey aslında. Bunu bildikleri için bizi Acarsoy’da sürekli bu örneklerle sindiriyorlar. Daha önce tacize uğrayan arkadaşlarımız bu nedenle dava açmaktan vazgeçtiler mesela. ‘Sana inanmazlar, işinden olursun, biz işimize devam ederiz. Dişi köpek kuyruk sallamazsa kimse peşinden gitmez. Sen adamı baştan çıkardığın için olmuştur’ daha neler neler. Kim bilir daha bilmediğimiz ne kadar var. Ama işte kadın kadının yurdudur diye boşuna demiyoruz.”
Mücadelemiz bütün kadınlar için
Anayasal bir hak olan sendika üyeliği için, kadınların, babalarından, eşinden, patronundan izin almaya ihtiyacı olmadığını vurgulayan Dilek, erkeklerin içerde kurdukları cümleler üzerinden çağrı yapıyor çalışma arkadaşlarına ve kadınlara son söz olarak. “Bizim rahatımız yerinde, ne sendikası. Kadınlar düşünsün diyor erkekler. Güvenlik görevlisi öyle bir bakıyor ki hepimize sanırsın teröristiz. Benim 11 yaşındaki oğlum, öğretmeniyle konuşmuş bu konuyu. ‘Ben annemi dinledim. Annem çok haklı, herkes hakkını aramalı’ demiş. Gözümüzün önünde öğreniyor çocuklar. Yarın onlar da yetişkin birer erkek olacaklar, baba olacaklar. Biz onlara kadınlara saygı duymayı öğretiyoruz. Aslında mücadelemiz bütün kadınlar için. Asla pes etmeyeceğiz ve bütün kadınları yanımızda görmek istiyoruz.”