6 Şubat saat 04.17’de, Maraş’ın Pazarcık ilçesinde gerçekleşen depremin hemen ardından bağımsız feministler olarak Afet için Feminist Dayanışma Grubu’nu oluşturduk. İlk olarak devletin tüm kaynaklarını arama kurtarma çalışmaları ve hayatta kalanlar için ivedilikle seferber etmesi gerektiği konusunda bir çağrı yaptık. Daha sonra kadınların görünmeyen, ikincilleştirilen ihtiyaçlarını öncelediğimiz bir “Mor Tır” kampanyası başlattık. Mor Tır; menstrüel ihtiyaçlar, iç çamaşırı, hijyen malzemeleri ile giysi ve ayakkabılar, çadır içerisinde kullanılabilecek temel temizlik malzemeleri, gıda gibi temel ihtiyaçları içeriyordu.
Adıyaman’da dönüşümlü gruplar halinde gittiğimiz bir Kadın Çadırı kurduk. 23 Şubat’ta Afet için Feminist Dayanışma Grubu’ndan kadınlarla Adıyaman’a geçtik ve 24 Şubat’ta Mor Tır’ımızı karşıladık.
Tırdaki ürünlerin tasnifi ve dağıtımı sonrasında çadır kentlerdeki çadırları ziyaret etmeye başladık. Bir yandan kadınlara özel olarak hazırladığımız hijyen kitlerini dağıttık; diğer yandan kadınlarla sohbet ederek, onlara Kadın Çadırı’mızı anlattık. Onlarca kadının hikâyesine, mücadelesine kulak verdik. Kadınlar için depremin yüzü daha farklıydı; yaşanan büyük yıkımı patriyarkal ahlak ve namus kodlarıyla iç içe deneyimliyorlardı. Bu da koşulları onlar için daha çetrefilli ve zor hale getiriyordu.
Çadıra hapsolan kadınlar
Çadırları ziyaretlerimiz esnasında bazı kadınların çadırdan zaruri ihtiyaçlar dışında çıkmadıklarını, bazılarının ise çadırdan çıkma durumunda eşinden veya ailesinden izin almak zorunda olduğunu öğrendik. Bu ziyaretlerin birinde karşılaştığımız Esma’nın[1] “Ben çadırdan dışarıya çıkmıyorum. Bir şey lazım olduğunda eşimi gönderiyorum, o alıyor. Bazen bu ihtiyaçları dağıtanlar kadın oluyor, o durumlarda eşim bana söylüyor, beraber gidiyoruz. Ben erkeklerle konuşmam, o da kadınlarla…” diyerek anlattığı durum, tam da bölgedeki patriyarkal ilişkilerin ağırlığını ve kaskatılığını yansıtıyordu.
Tanıştığımız bir diğer kadın olan Sultan’ın ise “Çadırdan çıkmama izin verilmiyor. Kaynanam da bu çadır kentteki bir çadırda kalıyor, genelde onunla oluyorum. O izin verirse gelebilirim ancak” sözleri, depremle birlikte kadınların “ev içerisine hapsolma” durumunun “ çadıra hapsolma”ya dönüştüğünü gösteriyordu.
Çadır ziyaretleri esnasında tanıştığım birçok kadını Kadın Çadırı’mıza davet ettim. Ancak kadınlar üzgün bir şekilde ‘izin alamama’ endişelerini dile getirdiler. Bunun üzerine kadınlara “Ben çadırınıza gelip sizi davet etsem izin verirler mi sizce?” diye sordum ve birçoğundan da olumlu tepki aldım. Akşam yemeği vaktinden sonra not aldığım çadırları ziyaret ederek kadınları davet etmeye başladım. Davet esnasında kendimi ve Kadın Çadırı’nı anlattım. Ailesinden izin alarak çadırımıza gelen kadınların çay içerken, konuşurken, sohbet ederken oldukça rahat olduklarını gözlemledim. Geliştirdiğim taktik işe yaramıştı. Bunu bölgeden ayrılana dek uygular oldum.
Bu taktik ile Kadın Çadırı’mızda kurduğum birçok dayanışmadan biri Esra’yla gerçekleşti. Esra bir ihtiyacını dile getirmek üzere yanıma gelmişti, ilk sohbetimiz de öyle olmuştu.
Esra, Suriyeli bir kadın. Depremden yaklaşık dört yıl önce eşinden ayrılmış, dört yaşında bir kız çocuğu var. Annesinin şu anda kendisini bir başkasıyla zorla evlendirmek istediğini söyledi. Kurduğumuz samimi ilişki içerisinde, ona feminist yaklaşım ve dayanışmayla bir kadın olarak sahip olduğu güçlü yönlerinden bahsettikten sonra, “Ben ilk defa böyle şeyler duyuyorum. Haklısınız, ben hep mücadele ediyorum, hem kendim için hem de kızım için. Şimdi de mücadele edeceğim. Ben ailemin yanına döndükten sonra nefes alamaz olmuştum. Şimdi nefes alabildim” diyerek o dayanışma ruhunu benimle paylaştı. Tam da bu noktada, deprem bölgesinde kadın dayanışması ve feminist yaklaşımın ne kadar önemli, kıymetli ve gerekli olduğunu anladım.
Afet için Feminist Dayanışma Grubu olarak kurduğumuz dayanışma, kadın ve çocukları merkezine alan, karşılıklı olarak “paylaşma” ilkesine dayalı. Bu paylaşım ile temas ettiğim kadınlara, kendilerini ‘özne’ olarak görmeleri gerektiğini hatırlatmayı ve kendi alanımda da sıkça kullandığım feminist güçlendirme yaklaşımını uygulamaya çabaladım.
Psikososyal desteğin önemi
Bölgeye ilk gittiğimiz gün ihtiyaç analizi yapmak için Adıyaman’ın Yeşilyurt mahallesine çıktığımızda, erkeklerin sokak aralarına sandalye çekerek oturup sohbet ettiğini gördüm. İhtiyaçlarını birebir duyabilme amacıyla kadınların yanlarına gittiğimizde ise birçoğu ya yemekle ya da çamaşır yıkamakla uğraşıyordu. Kadınlarla iletişime geçmek için müsait zamanlarını bekliyorduk. Kurduğumuz iletişim, ihtiyaç analizi temelli de olsa Kadın Çadırı’nın amacı olan kadın dayanışmasına dayanıyordu.
Kadınlarla oturup sohbet ederken birçoğu yaşadığı olayın yıkıcılığından ve yaşadığı travmadan bahsediyordu. Bölgeye gidişimin ilk günü tanıştığım, ikinci günde ise ihtiyaçlarını verebilmek için yanına tekrar uğradığım Asiye, enkaz haline dönen evini göstererek, “Üç gün boyunca gelmediler. Ben kızımı, damadımı ve iki torunumu buradan oğullarımla birlikte çıkardım. Çıkardığımızda kızımı çocuklarını kucaklamış halde bulduk. Ben kızıma sahip çıkamadım ama kızım çocuklarına sahip çıkmıştı” dedi.
Asiye’nin sözleriyle bölgede barınma, gıda gibi temel ihtiyaçlar sonrasında psikososyal desteğin ne kadar önemli olduğunu fark ettim. Elbette bölgeye gönüllü olarak giden herkesin psikolog veya sosyal hizmet uzmanı olmasını bekleyemeyiz. Ancak bu noktada psikolojik ilk yardım eğitimini almanın çok önemli olduğunu düşünüyorum.
Karşılaştığım bir diğer sorun ise kadınların deprem sonrasında, görünmeyen ama öncelikli ihtiyaçları olan menstrüel ürünlere erişimlerinin zorluğu oldu. Kadınlardan Şebnem’in aktardığına göre, kendisi ve birçok arkadaşı depremin hemen akabinde regl olmuşlardı; fakat ped, tampon gibi ihtiyaçlarını iki nedenden ötürü karşılayamamışlardı: Dağıtım yapanların genelde erkek oluşu ve menstrüel ihtiyaçları karşılamaya yönelik desteğin çok kısıtlı oluşu. Şebnem’in söylediğine göre bölgede 10 gün gibi bir süre ped dağıtımı gerçekleşmemişti. Kadınlar hijyenik olmayan çeşitli bezleri parçalayarak, yıkayarak kullanmışlardı. Bu gibi kullanımlar da sonrasında vajinal enfeksiyonların, mantarların oluşmasına yol açıyordu.
Ortak alanlarda kadınlar yok
Deprem bölgesindeki kadınları çadır kent özelinde gözlemlediğimde ise ortak alan olarak kullanılan mutfakta ve yemek yeme alanlarında genelde erkeklerin oturup vakit geçirdiğini, kadınların ise yemeklerini kaplarda alıp çadırlarına taşıdığını gördüm. Bunun üzerine kadınlara bu durumun bir nedeni olup olmadığını sordum. “Orada genelde erkekler oturuyor, bizim oturmamız doğru olmaz. Biz, çocuklarımızla kendimize yemek alıp çadırımızda yiyoruz” cevabını aldım.
Mutfak alanında gece saatleri bağlama çalıp türkü söyleyen erkekleri duyduğumuzda bundan hoşnut olsak da kadınların varlığının burada da olmayışı buruklaştırıyordu bizi. Daha önce bahsettiğim kadınlardan olan Asiye, çadırımızdaki sohbet esnasında “Ben müzik dinlemeyi çok severim ama annem izin vermiyor ki mutfakta onları dinleyeyim. Çadırda oturup dinliyorum ben de” diyerek ‘kadın’ olmasından ötürü yaşadığı bu ayrımcılığı dile getirdi.
Adıyaman’da bulunduğum süre boyunca patriyarkanın depremin yarattığı yıkımla iç içe geçerek kadınların yaşamları, bedenleri, duyguları üzerindeki baskıyı daha da şiddetlendirdiğini ve ağırlaştırdığını gördüm. Bu noktada biz feministlerin kadını anne ve eş olarak değil, “birey” olarak ele alan, kadınların güçlendirilmesini amaçlayan feminist yaklaşım ve dayanışma temelli çabalarımız çok daha önem arz ediyor.
Afet için Feminist Dayanışma olarak deprem bölgelerine Mor Tır göndermeye, Kadın Çadırı’mızı gönüllü kadınların emeği ve desteğiyle büyütmeye ve kadın dayanışmasını yaşatmaya devam ediyoruz/edeceğiz.
[1] Kadınların gerçek isimlerini kullanmadım.
Fotoğraflar: Rabia Ecevit