Almanya’ya göçün 60. Yılı vesilesiyle: 70’lerden göçmen kadın hikâyeleri

İlk Türkiyeli göçmen işçilerin Almanya’ya yolculuğu üzerinden tam 60 yıl geçmiş. Alman Sendikalar Birliği (DGB) erkekler arası bir panelle konuyu tartışıyor. Biz de Hayat Dergisi’nde 1973 yılında yapılmış bir dizi söyleşiyle dönemin göçmen kadın işçilerinin yaşamına büyüteç tutan bir kadın muhabirin sözlerine kulak verelim, dedik.
Paylaş:
Necla Akgökçe
Necla Akgökçe
nakgokce@gmail.com
Necla Akgökçe    nakgokce@gmail.com

İlk Türkiyeli göçmen işçilerin Almanya’ya yolculuğu üzerinden tam 60 yıl geçmiş. Alman Sendikalar Birliği (DGB) erkekler arası bir panelle konuyu tartışıyor. Biz de Hayat Dergisi’nde 1973 yılında yapılmış bir dizi söyleşiyle dönemin göçmen kadın işçilerinin yaşamına büyüteç tutan bir kadın muhabirin sözlerine kulak verelim, dedik.

Türk Hükümeti ile Almanya’nın işçi alımı anlaşması yapmasının üzerinden tam 60 yıl geçmiş. Alman İşçi Sendikaları Birliği (DGB) 30 Ekim Pazar günü bir toplantı düzenliyor. O dönemde göçmen işçi olarak Almanya’ya gelen işçilerin koşulları nasıldı, neler yaşadılar, yarım asırdan sonra neler değişti, bunların tartışıldığı panele ikinci, üçüncü kuşak göçmen işçi çocukları, sendikacılar, uzmanlar katılıyor. Birlik 14.00- 17.00 arasında yapılacak toplantıya online üzerinden katılım çağrısı da yapıyor.

Yarım asrı 10 yıl geçmiş, dile kolay… Hem ana hem de baba tarafından bir Gastarbeiter (Misafir işçi) çocuğu olarak bu meseleye özel ilgim var. Gastarbeiter sözcüğünün erkek işçi anlamına geldiğini bu arada belirtmeden geçmemek lazım; oysa annem başta olmak üzere- metalde akort işçisidir ve şimdilerde artritten yakınır kendisi- pek çok kadın Almanya’da düşük ücretli işçiler olarak çalıştılar. Dostluklar, deneyimler ve hastalıklar edindiler.  1973 ücretlerinin yükseltilmesi için Pierburg Ford Fabrikası’nda diğer göçmen işçi kadınlarla birlikte greve gittiler ve başardılar.  Oradaki sendikaların da buradan pek farklı olmaması nedeniyle yönetimlere giremediler. (DGB’nin yaptığı panel konuşmacılarının cinsiyetinden de anlamışsınızdır zaten).  Birinci kuşak göçmen işçilerin kimi döndü kimileri oralarda yaşamını yitirdi. İkinci, üçüncü kuşak yerleşti kaldı oralarda, göçmen işçi kavramı, Türk, İspanyol vs kökenli Alman vatandaşına dönüştü zamanla

68. vilayette kadınlar

Kadınlar göçmen işçilerin içinde en kötü çalışma koşullarına sahip kesimdi. İlk gittiklerinde işçiler 19. Yüzyılda olduğu gibi heim’lerde (yurt) kaldılar. İyi ısıtılmayan, bazen birkaç işçinin birden kaldığı, mutfak, banyo ve tuvaletleri ortak olan ve sağlık koşulları kötü,  bu yurtlarda, işçiler hastalık sahibi oldular. Bulundukları ülkeye alıştıkları oranda haklarını aramaya  başladılar, şartlar değişti iyileşti. Ama başka bir ülkede göçmen işçi olarak çalışmayı erkek ve kadın işçiler farklı deneyimlediler. Bazı kadınlar için Almanya aynı zamanda aile ve koca baskısından kurtulmanın yolu da oldu, güçlendiler ve özgürleştiler.

Geçtiğimiz yaz Hakan Hoca( Koçak) Hayat Mecmuası’nda “Almanya’da çalışan Türk kadınlarının dramı:  ‘Bir Dokun Bin Ahhh’  dinle isimli bir dizi söyleşiyi paylaşmıştı bizimle, sağ olsun;  vakit bu vakittir dedik.

Bu söyleşilerden ilki Hayat Mecmuası’nın 8 Kasım 1973 tarihli 46. Sayısı’nda çıkmış. Yazarı bir kadın: Sabahat Emir.  Emir’in Almanya’da ilk durağı Türkiye’nin 68. Vilayeti diye bahsettiği Münih olmuş, o vakitler Münih’deki Türkiyeli sayısının 80 bin olduğunu yazıyor.

Sabahat Hanım öyle diğer gazeteciler gibi uçakla değil, otobüsle gitmiş Almanya’ya üç günlük uzun bir yolculuktan sonra hesaplı otel, pansiyon aramaya koyulduğunu anlatıyor. İşçi kadınların yoğun olduğu bir fabrika çevresinde başlamış söyleşilerine…

Kadınların Almanya’ya geldikleri şehir ve geliş nedenleri  birbirinden çok farklı… Gül diye bahsettiği kadın örneğin İstanbul’da iki çocuğunu bırakarak gelmiş Almanya’ya, kocası onu aldatmış, “üzerine dost tutmuş” diye anlatıyor Sabahat Hanım. Bunu çocukken kadınlar arası sohbetlerde çok duyduğumu hatırlıyorum. İstanbul’un kıyısında çoğu ücretli bir işte çalışmayan, işçi mahallesinde kadınlar için bu durum bir felaket ilanıydı.  Gül’ün aklı bıraktığı çocuklarda, ülkeye henüz alışamadığından işlerin girdisini çıktısını bilmediğinden belki, “burada çocuk baktırmak” çok pahalı diyor. Oysa o dönemlerde parasız kamu kreşleri epey yaygın. Almanya neoliberalizmin kıskacında sosyal devlet ilkelerini yerle bir etmemiş henüz…

Çevre baskısından kaçmış

Adanalı Gülsen’in geliş nedeni ise tümüyle farklı, aile ve çevre baskısından yıldığı, kendini, şahsiyetini keşfetmek için Almanya’ya geldiğini anlatıyor Hayat muhabirine. Kısa konuşma sırasında şahsiyetini bulduğunu anlıyoruz. Münih Siemens’teki işinden iş koşulları ağır ve ücretler düşük diye çıkmış Gülsen; başka bir kentte daha iyi koşullarda bir iş bulmuş kendisine birkaç gün içinde oraya gidecekmiş. Sabahat hanım Gülsen’nin giyiminin modern tavırlarının da çok “serbest” olduğunu anlatıyor. Serbestlik o dönemde özgürlük değil, daha başka bir şeye gönderme yapan bir sözcük.

Almanya’da şimdi nasıldır bilmem ama eskiden konsolosluklarda işçilere çok kötü davranılırdı. Gazeteci Sabahat Hanım’ın da dikkatini çekmiş bu tavırlar, konsolosluktaki soğuk hava, başlığını atarak orada kendisine takınılan tavrın yanlışlığına değinmiş. İşçilere yönelik tutumlarının dostane olmadığını da ekliyor.

Her kurum aynı değil. Genel olarak göçmen işçilerin sorunlarıyla ilgilenen Arbeiterwohlfahrt kurumu ya da işçilerin deyişiyle Türk- Danış’ta Sabahat Hanım konuşmak ve dertlerine tercüman olmak istediği kadın işçileri buluyor. Buradaki kadınlar bir ekmek fabrikasının işçileridir, patron onları paketlemeci olarak işe alır ama tuvalet temizliği de dahil olmak üzere her türlü temizlik işyerini onların üzerine yıkar. Belli bir iş tanımı olmaması, kadın emeğinin bugün de devam eden önemli sorunlarındandır.  Tuvalet temizlemek, kadın işçilerin gücüne gidiyor, hep beraber işi bırakıyorlar. Türk-Danış’ta çalışan memura durumu anlatıp, yardım istiyorlar. Memur fabrikayı arıyor, esasen işçiye başlangıçta yapılan iş tanımı haricindeki işleri yaptırmak yasal değil. Türk- Danış konuşup anlaşıyor, patron işçilerden özür diliyor, onlar da tekrar iş başı yapmaya karar veriyorlar. Bu olay bir yandan üretimde kadın emeğinin sömürü biçimlerini gözler önüne sererken, kadın işçilerin hakları konusunda bilinçli kararlılığını da gösteriyor. İşçilerin sendikaya değil de Türk- Danış’a başvurmasının nedeni merak etmedik değil fakat muhabir bunu sormuyor. O biraz canım gencecik Türk kadınlarının ülkede çalışacakları bir fabrika olmadığı için buralara gelip gurbet ellerde nasıl rezil rüsva olduklarının derdinde. Nitekim hemen hemen her fabrika işçisi ülkemizde yeteri kadar fabrika olsa buraya gelmeyiz, filan, diyor söyleşilerde.

Cinsel taciz ve sataşma

.

Sabahat Hanım geçerken kadınların kaldığı yurtlardaki olumsuz koşullara da değiniyor; bir odada beş kadın birden kalıyor, banyo ortak,  kapısı yok, duvarları ise işçilerin zorlamalarıyla yeni tamir edilmiş…

Buradaki kadınların çoğu genç ve bekar. Evlilerin önemli bir bölümü aile birleştirilmesi yoluyla kocasını da aldırmayı düşünürken, o sıralarda çıkarılan yasa ile bu hak ortadan kaldırılınca ne yapacaklarını bilmez bir halde kalakalmışlarBorç ödemek, ev almak için gelenlerin en büyük şikâyeti Almanya’da para biriktirmenin çok zor olması. Çünkü kalacak yer, giyim yiyecek hepsi ciddi gider, ayrıca her ay Türkiye’ye de para yolluyorlar. Bu koşullar altında boğazlarından kesip koyuyor bir kenara üç kuruş ama bu her ay olmuyor.

Cinsel taciz ve sataşma Siemens fabrikasında ve yurtlarda oldukça yaygın. Kadınlar Türkiyeli erkek işçilerden yana dertliler. Takip, laf atma, küfür, taciz, hepsi onlarda, diyorlar.  Fabrikada da Siemens yurtlarında kalan kadınlar hakkında dedikodu çıkaran erkekler, onları çok rahatsız ediyorlarmış. Türkiye’den gelen kadınların Almanlarla çıkmasına bozulan birkaç erkek bu kadınlardan bazılarını ormana kaçırmış, mesela… Kadın işçilerin en büyük korkularından biri de ormana kaçırılmakmış. Hatta yurda gitmeden önce gazeteci kadını bile, yanında tanıdık bir erkek bulunsun, diye uyarıyorlar.

Sabahat Hanım fazla kötümser görünmemek ya da konuyu tatlıya bağlamak için Almanya’ya gidip, iyi şartlarda çalışan bir modacı kadın bir de diş hekimi kadının da mücadele deneyimlerine yer vermiş söyleşi dizisinde. Ayrıca kocası ve çocuklarıyla birlikte Almanya’nın bir köyünde yaşayan “mutlu” bir ailenin hikâyesi de okuyucuya bir bonus olarak sunulmuş.

Söyleşiler, 70’li yıllarda Almanya’da çalışan kadın işçilerin çalışma ve yaşam koşulları hakkında satır aralarında önemli veriler sunuyor bizlere. Kadınlar için kadınlar hakkında yazmak da zaten satır aralarını okuyup onları satır başlarına çekmek değil mi bir bakıma…

Paylaş:

Benzer İçerikler

Yedikule Hastanesi’nde asistan hekim Semih E.’nin nöbet esnasında hemşire arkadaşımıza cinsel saldırıda bulunmasının üstünden neredeyse 10 ay geçti ve o hâlâ dışarıda elini kolunu sallaya sallaya geziyor. Arkadaşımız ise başka hastaneye sürgün edildi. Biz sağlık emekçisi kadınlar erkek adalet değil, gerçek adalet istiyoruz!
Yedikule Hastanesi’nde bir hemşire, asistan hekim tarafından cinsel saldırıya maruz bırakıldı. Saldırıyı protesto eden hastane çalışanları, bu kamu kurumunda son iki yılda çok sayıda cinsel şiddet vakasının yaşandığını ancak bu vakaların üstünün örtüldüğünü, faillerin ise hastane yönetimi tarafından korunup kollandığını söylüyor.
İğneden ipliğe her şeye yağmur gibi zam yağarken memur maaşlarına yapılan ve lütufmuş gibi sunulan yüzde 30 zam neye yeter? Kamu emekçisi kadınlar, hiçbir şeye yetmeyeceğini söylüyor. Anlattıkları, Saray rejiminin ekonomide yarattığı yıkımın, kadınların yaşamlarını nasıl altüst ettiğini ortaya koyuyor.
Bar işçisi kadınların sorunları saymakla bitmiyor. Bir yanda ağır sömürü ve güvencesizlik, diğer yanda ayrımcılık, cinsel taciz… “Gece saatlerinde çalıştığımız için gün içinde asla bir şey yapamıyoruz. Karanlığa yatıp, tekrar karanlığa uyanıyoruz” diyorlar. Güvenli ve sağlıklı bir çalışma ortamı talep ediyorlar.
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!