Hatay’da, Samandağ merkeze bağlı Atatürk Mahallesi’ndeyiz. Seradan bozma çadırlar var burada, onlardan birine yaklaşıyor, bir kadın arkadaşımızla şu andaki durumu ve yaşadıklarını konuşmaya çalışıyoruz. Deprem anını anlatmak ve hatırlamak istemiyor burada insanların çoğu, haklı olarak. Psikologlar ya da psikiyatristler eşliğinde konuşulması gereken konular bunlar. Çadırları özel sektörün verdiğini, gönüllülerin kurduğunu söylüyor; bir çadırda 15 kişi kalıyorlar. Kendisi, dört çocuğu, görümcesi, görümcesinin çocukları, amcası, kaynanası hepsi aynı çadırın içindeler. Kocası burada değil, yurtdışında çalışıyormuş.
Konuşurken “Anlatılmaz yaşanır” cümlesini sık sık tekrarlıyor: “Gerçekten çok kötü bir durumdaydık. Yani kimse kimseyi görmüyordu. Herkes acılar içindeydi. Nasıl anlatayım size, derler ya, anlatılmaz yaşanır. Yağmur yağıyor, herkes ailesini enkaz altından çıkarmaya çalışıyordu. Kimisi hüngür hüngür ağlıyordu çocuğu için. Kurtarmaya çalışıyordu.”
Depremden kendisi ve çocuklarını sağ çıkarınca hemen ailesini aramaya başlamış, “Çok şükür onlar da iyilerdi ama teyzemi kaybettik” diyor üzüntüyle. Amcalarının ve yakın komşularının evinin çöktüğünü ve bunun yeni yapılan bir ev olduğunu sözlerine ekliyor.
‘Ateşte su ısıtıp çocukları yıkadım’
İçme suyu kısıtlıymış ama varmış, şu anda yemek sıkıntısı da çekmediklerini belirtiyor. Kadınların kendilerinden ziyade düşünmek zorunda olduğu çocuklar ve yaşlılar var. Anlattıkları, bakım emeğinin şartlar ne kadar zor olursa olsun sürdüğünü gözler önüne seriyor. Komşularının kuyusundan su çekiyorlarmış: “Dün ateşte su ısıttım. Çocuklarımı yıkadım. Rastgele kendimizi de yıkadık.”
Bir yandan da çocukların ve yaşlıların doyurulması gerekiyor. Yemeği çadırda kurdukları küçük bir sobada yapıyorlar: “Makarnadır, şudur budur, artık ne olursa…”
Çocuklar hiç kapalı bir yere girmek istemiyor ve geceleri sık sık uyanıyorlarmış. Naylon çadırın rüzgârda çıkardığı hışırtıdan bile korkar hale gelmişler. Psikolojileri berbat durumda. Bir yandan onları, bir yandan da “Kızım acaba bir deprem daha olur mu?” diye kendisine korkuyla soran kalp hastası kaynanasını sakinleştirmeye çalışıyor.
Kendi nasıl peki, onun psikolojisi nasıl? “Bir haftadır kesinlikle doğru düzgün uyku uyumuş değilim. Hâlâ artçı deprem oluyor çok şiddetli olmasa da, korkuyoruz acaba tekrar dönecek mi o büyük deprem diye…”
Burada şiddetli bir depremin olacağına dair söylentiler dolaşıyor. Deprem korkusu içinde çadırlarda yaşamaya çalışan insanları bu tür söylentiler iyice tedirgin hale getirmiş. Organizasyonsuzluk devam ettiği için onları sakinleştirecek, doğru haber verecek bir kurum ve yapı da yok.
Evleri iyi kötü ayakta kalan kadının ve akrabalarının bir korkusu da can güvenliği ve hırsızlık, o civardan ayrılamıyorlar bir türlü. Samandağ’da herkes birbirini tanıdığı için oradan bir tehlike gelmeyeceğini biliyorlar; fakat dışarıdan bu iş için gelenler bulunuyor: “Hasar tespiti yapacağız diye mahallede birkaç kişinin evine girmişler…”
Başka yere gitmek istemiyorlar
Bir başka tedirginlik yaratan durum ise kadın ve çocukların kaybolması, küvezden çalınan çocuklar. Herkes kaybolan çocuklardan bahsediyor, bir kısmı söylenti de olsa, deprem kargaşası içinde savrulmalardan da kaynaklanıyor olsa, kimi de gerçeklik barındırıyor kendi içinde… Sağ kurtulanlar çocuklarını kollama, koruma derdine de düşmüşler, her şeyin yanı sıra…
Evleri yıkılmamış, az hasarlı olan pek çok insan gibi onlar da devlet yer gösterse de evlerini bırakıp, Samandağ’ı bırakıp başka yerlere gitmek istemiyorlar. Buradan ayrıldıkları takdirde birilerinin gelip onların yerlerini almasından, bir daha geri vermemesinden korkuyorlar. Etrafta dolaşan bu tür söylentiler de var.
Başlarında bir çadır bulunuyor, karınları aç değil, fakat darmaduman olduklarını tekrarlıyor sürekli kadın, haksız da sayılmaz. Ve onun “kadınsal ihtiyaç” dediği ihtiyaçlar da devam ediyor; ped, tampon, iç çamaşırı, tuvalet, duş alacak yerler…
Biz bunları konuşurken çocuk gelip çekiştiriyor eteğini kadının; “Anne sarı yeleğim neredee?” “Bilmiyorum aşkım, bilmiyorum oğlum…” diye cevap veriyor.
Jandarma kendilerinin kullandığı sarı yeleklerden birini çocuğa vermiş meğer… Onu bulamamış, derdi sarı yelek… Çocuk her yerde çocuk işte…