2013 yılının Mayıs ayı… Aylin (gerçek ismi değil), Gebze’de daha önce de çalıştığı bir plastik fabrikasında yeniden işe başlamaya hazırlanıyor. Teklif, fabrikada yıllardır örgütlü olan sendikanın temsilcisinden gelmiş. Enjeksiyonda çalışacak, çocukluğundan beri çok iyi bildiği bir iş bu… Kabul ediyor. Ama tam işbaşı yapacakken…
Babası evde baltayla saldırıyor Aylin’e! Genç kadın yaralanıyor, canını zor kurtarıyor.
“Ondan habersiz nasıl İstanbul’a gidermişim, bahanesi bu. Evde kimse yokken beni öldürmeye kalktı. Beni hastaneden alması için aradığım insanlar fabrikanın baş temsilcisine haber vermişler, beni o gelip aldı.”
Peki ne tepki veriyor baş temsilci? Babası tarafından darbedilmiş, öldürülmek istenmiş, ağır travma yaşamış bir kadın işçiye nasıl yaklaşıyor? Kadının kendisini güvende hissetmesi, ilgili mercilere başvurması için destek oluyor mu? Aylin anlatıyor:
“Bana ‘Sakın rapor alma, alırsan seni işe başlatamayız. Şikâyetçi de olma, problem olur. Sonuçta babandır, yarın öbür gün zaten barışırsınız’ dedi. Şikâyetçi olup olmamak konusunda zaten kararsızdım, beni ikna etmiş oldu böylece. Bir de bu olaydan fabrikadaki hiç kimseye bahsetmememi istedi.”
Tüm fabrika öğreniyor
Aylin, bu olay nedeniyle iki gün geç işbaşı yapıyor. Her yanı çürük içinde, boynu tutmuyor ama rahat çalışabilmek için boyunluğu çıkarmak zorunda kalıyor. Aylardan mayıs, hava sıcak ama vücudundaki çürükleri, yara bereleri saklamak için uzun kollu giysilerle gidiyor işe. Yine de soyunma odasında üstünü değiştirirken çalışma arkadaşlarının meraklı bakışlarından kaçamıyor:
“Sürekli soruyordu kadınlar, yalan söylemek zorunda kalıyordum. Ama aralarında konuşuyorlardı tabii… ‘Bekâr bir kız, babası neden öldürmeye kalksın’ gibi ahlakçı bir yerden bakıyorlardı. Meğer bana ‘Olayı gizle, yoksa insanların aklında seninle ilgili yanlış düşünceler oluşur’ diyen sendika temsilcileri, kendilerine yakın olan kadın işçilere her şeyi anlatmışlar. Onlar da başkalarına anlatmış, böyle böyle tüm fabrikaya yayılmış mevzu.”
‘Sürekli ağlıyorsun, güçsüzsün’
Aylin, çok deneyimli bir işçi olması nedeniyle işe odaklanma ve performans konusunda bir sıkıntı yaşamamış. “Ama darmadağın bir haldeydim” diyor, “Ve şunu fark ettim: Normal, sıradan bir konuda konuşurken bile gözyaşlarıma hâkim olamıyordum, elim kolum titriyordu. Bunu olabildiğince engellemeye çalışıyordum, çünkü ‘kimseye belli etme, çaktırma, yoksa kadron tehlikeye girer’ denmişti bana.”
Haklarını bilen, tanık olduğu haksızlıklar karşısında susmayan, yüksek sesle itirazını dile getirebilen bir kadın Aylin. Fabrikadaki ağır çalışma şartları, mobbing, taciz, iş güvenliği önlemlerinin yetersizliği gibi sorunlara da kayıtsız kalmıyor. Bu nedenle amirler, ustalar, sendika temsilcileri, bazen de işçi arkadaşlarıyla zaman zaman tartışmalar yaşıyor. Sonrasında mobbinge maruz bırakılıyor, haber verilmeden bölümü değiştiriliyor. Makinesi arızalandığında hiçbir usta gelip bakmıyor, onunla ilgilenmiyor.
Ve bir gün kadroya alınmayı beklerken işten çıkarılıyor Aylin.
Dediğine göre, maruz bırakıldığı ev içi şiddet nedeniyle işe 2 gün geç başlaması, işten çıkarma bahanelerinden biri. Aylin, kendisini baş temsilcinin attırdığını düşünüyor. Nedenini öğrenmek için defalarca arıyor ama temsilci telefonlarına çıkmıyor. Günün birinde bir yerde karşılaşıyorlar, soruyor:
“Sürekli ağlıyormuşum, herkesle tartışıyormuşum, geçimsizmişim. Beni güçlü bir kadın olarak düşünmüşler, ilerde temsilci olurum diye işe aldırmışlar ama öyle çıkmamışım. Dedikodum da çok yapılmış zaten…”
‘Sorun evimin içinde değil’
İşteki son beş ayında sürekli bu “güçsüzsün” söylemiyle karşılaşmış Aylin. Yaşadığı travmanın etkisiyle gözünden istemsizce akan yaşları, “sözünü değersizleştirmek” için kullanmışlar. Bu onu çok yaralamış.
Aylin kadın arkadaşlarına da kırgın, ama fabrikada tartıştığı tüm insanların erkek olduğunu söylüyor. “Arkamdan bolca atıp tutuyorlardı” diyor; “Sorunları dile getiriyorum diye marjinal eğilimlerde olduğum, temsilcinin ayağını kaydırmak istendiğim vb. söylenmiş. Biri de çıkmış, ‘Evinin içindeki sorunu çözemeyen toplumsal sorunları nasıl çözsün?’ demiş benim için. Bu söz öyle canımı yaktı ki… Hayır, evimin içindeki sorun değildi benim yaşadığım. Siz erkeklerden, erkekliğinizden, erkek egemen düzenden kaynaklanan bir sorundu.”
Bugün olsaydı ne olurdu?
Aylin tüm bunları 2013 yılında yaşamış. Yani TÜSİAD ve Sabancı’nın “İş Dünyası Aile İçi Şiddete Karşı” projesini başlattığı yıl. (Dosyamızın geçen hafta yayımlanan ikinci bölümünde bu projeye değinmiştik.)
Aylin’in anlattıkları, aynı dönemde sendikal hareketin ev içi şiddeti bir sendikal mesele olarak görmediğini gösteriyor. Babasından ağır şiddet görmüş bir kadın, üyesi olduğu sendikadan hiçbir destek alamıyor. Aksine yalnızlaştırılıyor, yaşadıklarını insanlarla paylaşması engelleniyor, neredeyse şiddete maruz kaldığı için suçlu ilan ediliyor. En sonunda da işini kaybediyor.
Peki ya şimdi? Şimdi yaşansaydı bu olay, sendikanın yaklaşımı nasıl olurdu?
Soruya soruyla yanıt verelim: Bugün bu ülkede kaç sendika, ev içi şiddete maruz bırakılan kadın işçinin nasıl saptanacağı, nasıl destekleneceği, bu vakalara nasıl yaklaşılması gerektiği konusunda işyeri temsilcilerine, yöneticilerine eğitim veriyor?
Kaç sendika, şiddet mağduru kadın işçiye gerekli tüm desteğin ve kolaylığın sağlanması, ücretli izin verilmesi, işyeri ve çevresinde güvenlik önlemi alınması, kadının yaşadığı travma nedeniyle işinden olmaması için patronla müzakere yürütüyor?
Kaçı, bu meseleye toplu sözleşmelerinde yer veriyor? Kaçı ev içi şiddetin iş yaşamı üzerindeki etkilerini ele alan araştırmalar yaptı/yaptırdı? Kaçı üyelerini ev içi şiddet karşısında ne yapabileceklerine ilişkin bilgilendirdi; bunun için rehber niteliğinde kitapçıklar, broşürler vb. yayımladı?
Son bir haftada 2 kadın işyerlerinde öldürüldü
Bu soruların yanıtı önemli; çünkü bu ülkede erkekler her gün en az üç kadını katlediyor. Bu kadınlardan bazıları -her ay en az 1 kadın- çalıştıkları işyerlerinde öldürülüyor.
Yalnızca son bir haftada -yani biz ev içi şiddetin işte de sürdüğüne dikkat çeken dosyamızın üçüncü bölümünü hazırlarken- ülkede iki kadın daha çalıştıkları işyerlerinde katledildi.
Mersin’de tarım işçisi bir kadın, halde çalıştığı sırada, geçen ay hakkında uzaklaştırma kararı çıkardığı bir erkek tarafından öldürüldü.
Sinem Sökmen 35 yaşındaydı. Tarsus Hali’nin içerisinde bir ardiyede çalışıyordu. Aynı halde nakliyecilik yapan Halil Korkmaz, 17 Mayıs günü öğle saatlerinde Sökmen’in çalıştığı işyerine geldi ve tabancayla kadını başından vurdu. Ardından da aynı silahla intihar etti.
Medyaya yansıyan haberlere göre, katil daha önce Sinem Sökmen’e evlenme teklif etmiş, Sökmen bu teklifi kabul etmemişti. Halil Korkmaz, kadını bir süredir ısrarlı şekilde takip ve taciz ediyor, “Fotoğraflarımızı ailene göstereceğim” diyor, “Ya benimsin ya kara toprağın” diye tehditler savuruyordu.
Sinem Sökmen, 13 Mart’ta Halil Korkmaz hakkında, kendisini hal içerisinde çalıştığı ardiyede tehdit ettiği ve ısrarlı takiplerini sürdürdüğü için şikâyetçi olmuş, uzaklaştırma kararı çıkartmıştı. Bu kararın süresi 19 Nisan’da sona ermişti.
‘Kadınlar ölmek istemiyor.’
İstanbul Kadıköy’de ise diş hekimi bir kadın, çalıştığı klinikte katledilmiş halde bulundu.
Şeyma Biran 64 yaşındaydı. Kadıköy’ün merkezinde bir binada muayenehanesi vardı. Yakınları 21 Mayıs günü Biran’dan bir türlü haber alamayınca durumu karakola bildirdi. İhbar üzerine muayenehaneye giden polisler, kadını kanlar içerisinde yerde yatarken buldu. Biran’ın göğsünde ve boynunda bıçak darbeleri olduğu görüldü. Katil zanlısı bugün yakalandı.
İstanbul Diş Hekimleri Odası, dün Biran’ın kliniğinin önünde basın açıklaması düzenledi. Türk Diş Hekimleri Birliği, İstanbul Tabip Odası, İstanbul Eczacılar Odası ve İstanbul Veteriner Hekimler Odası başkanlarının da destek verdiği açıklamada şöyle dendi:
“Kadınlar ölmek istemiyor. Diş hekimi Şeyma Biran için etkin soruşturma yapılmasını istiyoruz. Fail bir an önce bulunmalı, gereken cezayı almalıdır. Acımız büyük. Gerekenin yapılmasını istiyoruz.”
‘İşyerime de geldi, beni darbetti’
Yine biz yazıyı yayına hazırlarken Dersim’de bir kadın, boşanma aşamasında olduğu erkeğin kendisine sürekli şiddet uyguladığını, bu şiddetin işyerinde de sürdüğünü söyledi, uzaklaştırma kararlarını tanımayan failin tutuklanmasını istedi.
49 yaşındaki Suna Sevim, evli olduğu Tuğrul Tümen’den yıllardır şiddet görüyordu. Mart ayında boşanma davası açtı. Kendisini sürekli ölümle tehdit eden, her gün kapısına dayanan fail hakkında defalarca şikâyetçi oldu, üç kez uzaklaştırma kararı çıkarttı. Buna karşın şiddetin sürdüğünü belirten Suna Sevim, önceki gün BirGün gazetesinden Dilan Esen’e şunları anlattı:
“Sokağa tek başıma çıkamıyorum, işe akrabalarım bırakıyor. İşyerime de geldi, beni darbetti, kamera kayıtları da vardı. Kapıma gelip hakaretler ettiğini, bağırdığını videoya çektim. Hakaret, iftira ve ölüm tehdidi yüzünden geçen çarşamba günü yine şikâyet ettim ama hâlâ dışarıda dolaşıyor. Tutuklansın istiyorum. Artık tahammülüm kalmadı, psikolojim bozuldu, allak bullak oldum.”
Görüldüğü gibi tablo vahim, sendikaların harekete geçmesi gerekiyor. Ev içi şiddetin işte de sürdüğünün, bu şiddete karşı mücadelede sendikalara da önemli görevler düştüğünün artık anlaşılması gerekiyor.