Yaş alan kadınların işyerlerinde karşılaştıkları cinsiyet temelli sorunları anlamak ve çözüm önerileri sunmak için yaptığımız çalışma kapsamında konuştuğumuz Ayşe Hanım, Kütahya’da halen öğretmenlik mesleğini sürdürüyor. 56 yaşında ve 34 yıldır bu mesleği yapıyor, eşini kaybetmiş iki çocuğu ile birlikte yaşıyor. Emekliliği gelmiş ama olamamış enflasyonist koşullarda iki ucu yan yana getirmek zor. Oğlunun okulu henüz bitmemiş, eşinden kalan düşük bir emekli maaşı ve onun aldığı maaş evin geçimini ancak sağlıyorlar.
Öğretmenlik dışında herhangi bir işte çalışmamış, kadrolu, düzenli güvenceli bir iş ne de olsa. Günümüz koşullarında nadir olarak rastlanılan bir çalışma biçimi. Artık öğretmenlerin de bir bölümü sözleşmeli, bazıları da kısmi zamanlı çalışıyor. Ayşe hanım pek iş aramamış okuldan mezun olduktan sonra KPSS sınavlarına girerek yeterlilik alarak başlamış işe. “22 yaşında atandım. O günden bugüne öğretmenlik yapıyorum. Müdür yardımcılığı yaptım. İki buçuk sene. Bu da öğretmenliğin içinde olduğu için. Ama iki buçuk sene idarecilik yaptım.”
Kadın olarak ayrımcılığa uğradınız mı sorumuzu, başkaları üzerinden örnek vererek anlatıyor. Kadınların cinsel obje olarak değerlendirilmesine çok sinirleniyor. Bunu çağrıştıran ve “şaka” olarak görülen ama esasen sözlü taciz diyebileceğimiz tutumlarla hep mücadele ettiğini söylüyor. Bu konularda çok sert olduğunu belirttikten sonra dik duruşu nedeniyle doğrudan bir ayrımcılıkla karşı karşıya kalmadığını düşünüyor. Konuşma ilerledikçe bunun çoğu zaman olduğu gibi bir adlandırma sorunu olduğunu anlıyoruz. Adını koyduğunuzda “şaka” başka bir şey oluveriyor.
“Yanımda küfredilmesin”
Gençken küfreden asker kökenli bir öğretmenleri varmış, onunla müdürü yanına alarak, mücadele ettiğini belirtikten sonra yöntemini şu şekilde özetliyor. “Çok gençtim o zaman. 23 yaşında mıydım? 24 mü? Bilmiyorum. Asker öğretmenimiz vardı. Küfürbaz bir adamdı. Ben müdür beyden rica ettim. Dedim ki benim duyacağım yerde küfretmesin dedim. O arkadaşımız da benim duyacağım yerde küfretmedi. O tarz şeyler oldu idarecilerimden zaman zaman destek aldığım noktalar oldu ama genellikle ben de söyledim insanlara.”
Yaşı nedeniyle ayrımcılığa uğramış mı peki? Konuya kendi deneyimlerinden hareketle yaklaşıyor. Daha önce çalıştığı ve bir şehrin merkezinde olan okulda öğretmenlerin yaş ortalaması yüksekmiş, yaş nedeniyle herhangi bir ayrımcılığa maruz kalmamış. Fakat yaş ortalamasının 30-33 olduğu şu anda çalıştığı okulda evet, velilerin bazı ayrımcı davranışlarıyla karşı karşıya kalmış. “Bir öğrencim, sınıfta bana sövmüş. Önce anlamamıştım. Çocuklar anlattı. İşte babasını çağırdı, babası çocuğunun suçunu örtbas etmek için 60 yaşında kadınsın falan gibi bir söylemde bulundu. Yani, yaşlısın, anlamazsın, anlamında kullanılan bir şeydi. Yenice oldu daha bu olay.”
Oysa sınıftaki diğer öğrenciler de şahitmiş, bütün sınıf çocuğun küfrettiğini duyuyor ama veli çocuğunun kabahatini gözden kaçırarak, yaşlı bir öğretmenin çocuğu anlayamayacağı üzerinden kurguluyor her şeyi. Eğitim sisteminin denetim mekanizmalarının iyi işlediği bir ülkede adamın yaptığı yaşa yönelik bir ayrımcılık olarak değerlendirilirken, biz de maalesef atlanılıp geçiliyor olay.
Ayşe öğretmen eski kuşak öğretmenlerin daha disiplinli olduğunu şimdiki çocukların ise disipline alışık olmadığını, okulda yaşananları yanlış yansıttıklarını düşünüyor. Böyle olunca velilerin de “öğrenciler sizi istemiyor” gibi yanlış sonuçlar çıkardığını söylüyor. Ayrıca öğrenci, veli profilinin değişmesi de bu tür şikayetlerin artmasında rol oynuyor. Otoriteye sırtını dayayanların öğretmeni okuldan sürdürmek gibi yollara da başvurabileceğini biliyor. Son zamanlarda yapılmayan işler değil bunlar. “Evet. Tabii ki ister istemez iki yıldır yaşla ilgili söylemlerle karşılaşıyorum yani. Bir şey yapamazlar ki. Ne yapacaklar? Öğretmene okul değiştirteceklerini zannediyorlar. Görevden aldıracaklarını zannediyorlar. Bu o kadar kolay değil bizim meslekte.”
Onun da iki çocuğu var. Ebeveynlik “kariyeri” hakkında bilgi sahibi, onları yetiştirirken her kadın gibi bayağı sıkıntı çekmiş. İlk görev yerlerinde en çok çocuk bakımında zorlanmış, annesi hasta olduğu için ona bu konuda yardım edecek kimse yok. Küçük yerlerde kreş olmadığı gibi çocuklara bakacak bir yardımcı konusunda da çok zorlanmış. Başka akrabası da olmadığı için evinde kuması olan bir kadını çocuğa bakmaya ikna ettiğini anlatıyor. Nasıl olsa iki kişiler öteki kadın işleri yapar diye…
Şartlar emekliliğe izin vermiyor
Çocuklar şimdi büyüdüler artık ama başka dertler var. Emekliliğini soruyoruz, “Dokuz sene önce de emekli olmayı düşünmedim. Şimdi de şartlar eşim vefat ettiği için çok el vermiyor. Eşim hayatta olsaydı bu sene emekli olabilirdim zaten ama iki sene ya da üç sene sonra emekli olmayı düşünüyorum.”
Ekonomik durum, hayat pahalılığı da son dönemlerde onu emekli olmaktan caydıran nedenler arasında yer alıyor. İdarede etmekte artık çok zorlanıyor. “Evet şu anda çok hissediyorum bir iki aydır. Yani iyi kötü birkaç aya kadar küçük borçları ödeyip çok da fazla sıkışmadan kredi kartı borcunu ödeyebiliyordum. Ama bir- iki aydır ufak tefek bir şey aldığımda bile borcu ödeyemiyorum. Yani her şey markete gidiyor gibi.
Kütahya’da insanların hayvancılık yaptıkları için durumlarının pek kötü olmadığını söyledikten sonra memur arkadaşlarının kendisinden pek farklı sorunlar yaşamadığını vurguluyor. “Yürüyüş grubumuz var burada. Onlarla yürüyüşe gidiyorum. Çoğu da memur. Üniversite öğretim görevlisi vs. Onlar da benim gibiler yani. Ama kızımın çalıştığı fabrikada da asgari ücretin biraz üstünde maaş veriyorlar. Fabrikanın yarısından çoğu istifa edip gitmiş yani.”
Yani ücretli çalışanların da işçilerin de durumu pek iyi değil, asgari ücretin bir tık üstündeki ücretlerle nasıl geçinsin insanlar?
Yaş almayla birlikte karşılaşılan sorunlardan en önemlisi sağlık. Nasıl hallediyor? Devlet hastanelerine, şehir hastanelerine gittiğini anlatıyor. Randevulu sistemden o da herkes gibi şikayetçi. Özellikle bazı branşlarda randevu almanın çok zor olduğunu vurguladıktan sonra gözünde yaşa bağlı olarak hipermetrop olduğunu gözlüğünün değişmesi gerektiğini belirtiyor.
Ne mümkün? “Bir yıl önce göz muayenesine gidecektim, ama randevu alamadım, sonra da unuttum kaldı” diyor.
“Abla demeleri hoşuma gidiyor”
Evdeki işler de genellikle Ayşe Hanım’ın sırtında tek başına yapıyormuş. Temizlik, yemek, çamaşır, bulaşık yani her şeyi… “Az önce yerleri süpürdüm” diyor. Yaş almayla birlikte evde işbölümünde bir değişiklik olmamış, “onlar çocuk ben de anne rolünü oynamaya devam ediyoruz.”
Ayşe Hanım kendisine teyze denilmesinden hiç hoşlanmıyor. Genç çocukların ona “abla” diye hitap etmesini ise gayet olumlu karşılıyor. Ona göre kendisine abla denilmesi “güzel bir şey.”
Yaş alan kadınların iş bulmakta zorlandıklarını o da kabul ediyor. Aslında işe alırken o kadar da yaş kriterini şey yapmamak gerekiyor artık. Orta yaş bile 65’e kadar uzadı şu anda. 64 yaşındaki bir insan bile orta yaşlı. 65’den sonra yaşlı diyebiliyoruz zaten. Onu bile diyemiyoruz da. Ama ne yazık ki oluyor işte.”
Peki 50 yaş üstü kadınların istihdamını arttırmak için, iş yerlerinde haklarını korumak için ne gibi adımlar atılabilir sizce? Sorumuzu ise şöyle cevaplıyor.
Aslında, şimdi siz sorunca aklıma geldi. Mesela teşvik verilebilir. Devlet diyebilir ki, ihtiyacı olan özellikle de ihtiyaçlı kadınlar için, işverene, sigortasını vereceğim. Maaşının yarısını da ben vereceğim. Sen eleman çalıştır. Şu kadar işçiye diyelim ki, 20 işçiye bir tane 50 yaş üstü kadın.”
Ayşe hanım yaş alan kadınlar için bir kota öneriyor. Bu esasen bazı ülkelerde uygulanan bir strateji.
Emekli olup çocuklar da evden ayrıldığında, babasını yanına almayı düşünüyor. Babası daha dinçmiş, kendi işini görüyor. Evleri de kendinin, çift maaşla geçinebileceğini umuyor.
*Bu hikaye, Rosa Luxemburg Stiftung desteği ile hazırladığımız Yaşlı Kadınların Çalışma Koşulları araştırmasının çıktılarından hareketle yazıldı. Söyleşi yapılan kadının isteği üzerine isim değiştirildi.