Bilsar Tekstil, Çorum Organize Sanayi Bölgesi’nde bulunan bir tekstil fabrikası. Fabrikada Lacoste, Zara, Hugoboss, Massimo Dutti gibi ünlü markalar için erkek gömleği üretimi yapılıyor. Bilsar Tekstil, Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin (TİM) en çok ihracat yapan şirketler sıralamasında 36,4 milyon dolarlık ihracatıyla 869’uncu sırada, yani ilk 1000 şirket arasında yer alıyor.[1]
670 işçinin çalıştığı fabrikada işçilerin büyük çoğunluğu kadın. Bir süredir işçiler Hak-İş’e bağlı Öz İplik-İş sendikasında örgütlenmeye başlamıştı. 21 Temmuz’da, içinde sendika üyesi işçilerin de olduğu 28 işçiyi küçülme bahanesiyle işten attılar. O günden beri fabrika önünde kalıcı direniş ve eylemler devam etmekte.
Sendikalı olduğu için işten atılan kadın işçilerle fabrikadaki çalışma koşullarını ve sendikalaşma süreçlerini konuştuk.
Mesai zorunlu, molalar yetersiz, ücret asgari
Asiye* yaklaşık 3 yıldır Bilsar’da, manşet bölümünde çalışıyor. Ücretlerden ve sürekli olarak maaşların geç yatırılmasından söz ediyor önce. Fabrikada işçilerin çoğu asgari ücretle çalışıyor. 20 yıllık elemanların dahi ücreti en fazla 500 TL oynuyor. Asiye, emeğinin karşılığının asgari ücret olmadığını söylüyor:
“Evet maaşımızı alıyor muyuz, alıyoruz. Ama ben şahsen emeğin karşılığının bir asgari ücretten daha fazla olduğunu düşünüyorum. En büyük sıkıntı da maaşımızı çok geç yatırıyorlar. Yani 40-45 gün gecikmeler oluyor. İnsanları bu durum çok zorluyor, en büyük sıkıntımız bu.”
Fabrikada üretim sabah 7.30’ta başlıyor. İşçilerin iki tane 15’er dakikalık molası ve 35 dakikalık öğlen molası var. Mesaisiz çalışma 17.30’da bitiyor. Mesaiye kalırlarsa 17.40’tan 19.25’e kadar da çalışıyorlar. Asiye, hafta içi neredeyse her gün zorla mesaiye kaldıklarını ve bu şekilde 12 saatlik bir çalışma temposuyla çalıştıklarını belirtiyor:
“Senin hiç fikrini almıyorlar, ‘mesaidesin’ diyorlar, kalıyorsun. ‘Müsait misin, kalmak istiyor musun?’ diye hiç sorulmuyor. Hafta içi her gün mesaiye kalıyoruz. Sabah 7.30’ta gidiyorum, akşam 7.30’ta çıkıyorum. Çok yoruluyorum. Eve döndüğünde hiçbir aile hayatın yok, muhabbet yok, hiç gezmen tozman yok, hiçbir şeyin yok. Yemeğini ye ve yat sadece. Hayat böyle, bu döngü içinde devam ediyor.”
Bu uzun çalışma sürelerine ek olarak, Asiye molaların da çok yetersiz olduğunu ve dinlenmeye imkân bulamadıklarını söylüyor:
“Fabrikamız çok büyük. Girdin çıktın, beş dakikan gider zaten. Mesela yemek molasında gidiş geliş iki dakikanı alıyor, yemek sırası bekliyorsun, beş dakika… Yemek yiyorsun, 15 dakika. Ben bir de namaza gidiyorum. Abdest al, namazı kıl, koştura koştura anca makineme gidiyorum. Bir soluklanma imkânım olmuyor. Molalarda asla dinlenemiyorum, molalarımız çok kısa. Daha önceden 30 dakikaymış, şimdi 35 dakika yaptılar. Ramazan’da daha kötü. Öğlen molamız 20 dk, ara molalarımız da 10’ar dakika. Molalardan kısıp erken çıkarttıkları için böyle. Kendi iş saatinden kısmıyor, moladan kısıyor işte.”
E-devlet şifrelerini istediler, para teklif ettiler
Öz İplik-İş, bir süre önce fabrikanın önünde anonslar yaparak, işçileri sendikaya üye olmaya çağırmaya başlamış. Asiye sendikanın geldiğini gördüğünde çok merak etmiş ve gidip görüşmeyi düşünmüş. 28 işçi işten çıkarıldıktan sonra ise sendikayla görüşme isteği artmış; çünkü sendikanın dağıttığı broşürlerde işçilerin sendika üyeliklerinin işveren tarafından görülemeyeceği yazıyormuş, buna rağmen işçilerin nasıl çıkarılabildiğini sorgulamak istemiş. Sendikayla yüz yüze görüşüp haklarını öğrenince üye olmaya karar vermiş. Onu sendikalaşmaya iten en önemli sebeplerden biri bütün çalışanların, çalıştıkları sürelerden bağımsız olarak, aynı maaşı almaları.
Fabrikada sendikalaşma süreci başladıktan sonra ise baskılar artmış. Ustalar, işçilerin zorla e-devlet şifrelerini isteyerek sendikaya üye olup olmadıklarına bakmaya çalışıyormuş:
“Ustanın biri gözümün önünde çalışanın e-devlet şifresini istedi, e-devleti açtırıp üye olup olmadığını bakmaya zorladı. Bunu açıp gösterenler de oldu; ama benim bilhassa gördüğüm kişi kesinlikle göstermedi. Bir de işverenler üye olan birkaç kişiyi çağırıp para teklifinde bulunuyorlar. ‘Biz sana para vereceğiz, sen de sendika üyeliğinden çık’ diyorlar.”
Askeriye kadar baskıcı bir ortam
Sevinç ise beş yılı aşkın süredir Bilsar’da, kalite kontrol bölümünde çalışıyor. Sevinç’le çalışma koşullarına dair konuşmaya başladığımızda ilk değindiği konu, fabrikadaki baskı ortamı oluyor. Askeriye kadar disiplinli ve baskıcı bir ortam olarak tanımlıyor Bilsar’ı. Özellikle, işçilere sayı verme konusunda sürekli baskı yapıldığını ve bu baskılarla normalden daha fazla üretim yapmaya zorlandıklarından bahsediyor Sevinç:
“Bizim bölümümüzde barkod sistemi vardı; bitirdiğinde barkodu basıyorsun, akşam da herkesin yaptığı sayı belli oluyordu. Sayı üzerinden bize çok baskı yapıyorlardı, illaki şu sayıyı vereceksin diye. İnsanlardan veremeyecekleri sayıları istiyorlardı. Ustalar, şefler bu baskıları yapıyordu. Mesela üç parti iş göndereceğimize, insanların üstüne gele gele, baskı yaparak dört parti iş çıkarıyorlardı.”
Sevinç, Çorum’daki fabrikalar arasında Bilsar’ın en çok baskı yapan fabrikalardan biri olduğunu da belirterek, yeni gelen elemanların genellikle bu baskılara dayanamadığını, kısa sürede işi bıraktıklarını söylüyor:
“Benim bildiğim, Çorum civarında sayı çıkarma konusunda en çok baskı yapan yer de burası. En disiplinli, işçilere en çok baskı yapılan yer. Yeni gelenler baskıya dayanamayıp çıkıyor zaten genelde. İnsanlar zaten elinden geleni yapıyor. Sen insan değil de robot musun ki o istediği sayıyı vereceksin. Köle misin?”
Cenazen bile olsa izin isteme, tuvalete gitme!
Fabrikada fazla mesailerin arttığı dönemlerde işçilerin izin istemesi konusundaki baskılar da artıyormuş. Sevinç, ustaların “Cenazeniz olsa bile izin istemeyin” dediğini şöyle anlatıyor:
“Bir ara şöyle bir şey oldu fabrikada, çok uzun bir süre fazla mesai dönemi oldu. O dönem bize ‘Şu yoğunluğu atlatana kadar ne cenazemiz var diye gelin izin alın ne günümüz var diye gelin izin alın ne de hastane için gelip izin alın’ dediler. O yaz biz ne pazara gidebildik ne kışlık turşumuzu yapabildik ne menemenlik koyabildik. O yaz sırf mesaiyle geçti ve bize ‘Ölünüz bile olsa gelip bizden izin istemeyin’ dediler.”
Sevinç sürekli ayakta çalıştığı için bacaklarındaki varislerin arttığını ve bel fıtığı olduğunu belirtiyor. Asiye’ye benzer şekilde o da molaların yetersizliğinden ve tuvalete gitme konusunda yapılan baskılardan şikâyetçi:
“15’er dakikalık molalar yetmiyordu. 15 dakikanın sadece 5 dakikası oturabiliyorsun. Çünkü lavabo ihtiyacın da oluyor. Tuvalete gitme konusunda bazen çok baskı yapıyorlar, hele de son bir saat kala ‘Kesinlikle tuvalete gidilmeyecek’ diyorlar. İşler yoğun olduğunda ‘Tuvalete sadece molalarda gidin’ diyorlar.”
Ayrıca, fabrika yönetiminden kişiler üretim alanını dolaştığında, ustaların işçilere yönelik onur kırıcı uyarılarından bahsediyor Sevinç:
“İnsan kaynakları müdürleri fabrikanın içini dolandıkları zaman sanki çok önemli birileri geliyormuş gibi ‘Kafanızı çevirmeyin, ağzınızı açmayın, yanınıza bakmayın, önünüzdeki işle ilgilenin’ diyorlar. Çok aşağılayıcı bir şey bu. Bir de insanları çocuk gibi azarlıyorlar. İnsanlar zaten orada kafası boş çalışmıyor, dışarda da hayatı var. İnsanların çoluğu çocuğu var, geçim derdi var.”
Hamile işçilerin servislerini de kaldırdılar
Sevinç, son çocuğunun hamilelik döneminde Bilsar’da çalışıyormuş. Hamile kadınların, normal çıkış saatinden bir saat önce çıkmaları hariç, çalışma koşullarında ve iş yüklerinde bir değişiklik olmadığını belirtiyor. Onun döneminde hamile işçilere servis verilirken son dönemde bu servisleri de kaldırmışlar, kadınlar kendi imkânlarıyla eve dönüyorlarmış. Kendi deneyimini anlattıktan sonra, işyerinde ustaların hamile kadınlara yönelik tavırlarına dair hiç unutamadığı bir olayı anlatıyor bize:
“Şefimin başka bir hamile bayana söylediği bir sözü de hiç unutmam. Kadın izin almak istemişti, şef de “Bana ne, bana mı sordun hamile kalırken” dedi. Bunu hiç unutmuyorum. Kendisi de bir kadın yani.”
“Peki sendikayla nasıl tanıştın, nasıl üye olmaya karar verdin?” diye sorduğumuzda, işverenin sendika kapıya geldikten sonra yaptıklarının onun merakını artırdığını ve onun sendikaya yönelmesinde işverenin korkusunun etkili olduğunu söylüyor. Fabrikanın bahçesine duvar örülmüş, servislerin kalkış yerleri değiştirilmiş…
“Sendika kapıya geldi, ilk zamanlar benim hiç böyle bir düşüncem yoktu. Bilgim yoktu çünkü. Servislere biz fabrikanın dışında biniyorduk normalde, çıkış kapısının ağzına getirdiler servisleri. ‘Kimse aşağıya gitmeyecek, servislere içerde bineceksiniz’ dediler. İlerleyen zamanlarda fabrikanın önüne duvar örmeye başladılar. Ve ben düşündüm, dedim ki bunlar bu kadar sendikadan korkuyorsa, duvar örüyorsa bunda var bir şey dedim. Demek ki hakkımızı bayağı yiyorlar diye düşündüm. Neden bunlar bizim hakkımızı yesin diye düşündüm, o şekilde üye oldum.”
Ayrıca sendika kapı önüne geldikten sonra işveren yemek şirketini de değiştirmiş. Sevinç, önceden yemeklerin çok kötü olduğundan bahsediyor:
“Sendika bizim fabrikanın önüne geldikten sonra yemek şirketini apar topar değiştirdiler. Önceki yediğimiz yemekleri hayvan bile yemezdi. İçinden kıl çıkıyordu, kurt çıkıyordu. Şu an insanların rahatça karnı doyuyor, öyle çalışıyorlar. Onun öncesinde böyle değildi.”
‘Nokta kadar değerimiz yoktu’
Füsun* ise 10 yılı aşkın süredir Bilsar’da, yaka hazırlık bölümünde çalışıyor. Uzun yıllardır bu fabrikaya emek veren bir işçi olarak hâlâ asgari ücret aldığına dikkat çekerek başlıyor sözlerine:
“Maaş asgari ücretti. Ben kaç yıldır çalışıyorum, hâlâ asgari ücret. 1000 lira bile artmamıştır. Ne yaparsan yap, kaç sayı verirsen ver asgari ücret. Bizim kızdığımız nokta bu.”
Bir hastalık durumunda izin istediklerinde, ustaların hem o izni alacakları güne kadar hem de izinden döndükten sonra kadın işçilerden adeta intikam aldığından bahsediyor Füsun:
“Mesela çocuk hastalandı diye izin istedin ya, ondan sonra sinirleri geçene kadar sana mesai yazıyorlardı. Bir hafta, on gün önceden söylüyorsun şu gün izin alacağım diye. Mesai yazıyorlardı o sürede. ‘Şu işi yap da git, ben kime yaptırayım’ diyorlardı. O bir hafta, o izni senin burnunda getiriyorlardı yani.”
Füsun sık sık Bilsar’da işçilere değer verilmediğini anlatıyor. Yıllardır işçilerin hiçbir şekilde muhatap alınmadığını ve sorunlarının dinlenmediğini söylüyor. En çok da yıllarını verdiği fabrikada, çıkışlarına 10 dakika kala işten atıldığı için öfkeli, o kadar yıllık emeğinin 10 dakikaya sığdırılmasına içerlemiş:
“Bizim işyeri işçilere nokta kadar değer vermiyor. Bizim o patron gelir gider, ben kaç senedir çalışıyorum, bizi bir toplayıp demez ki ‘Ya sizin bir sorununuz var mı, bir derdiniz var mı, geçinebiliyor musunuz?’ Bak ben sendikaya üye oldum, kapının önüne kondum. Ben ustaya dedim, ‘Biz sendikaya üye olduk, yeri geldi pişman da oldum, acaba ben kötü mü yaptım diye, ama şimdi sendikaya iyi ki de üye olmuşum diyorum’ dedim. Benim kaç senelik emeğimi 10 dakikaya sığdırdılar ya. Bir kere konuşmazlar elemanla. Bir kere hasta ol, yine de orda akşamı edeceksin yani. Hasta da olsan o sayıyı vereceksin yani. ‘Gelmeyeydin’ diyor direkt, gelmesen de senin burnundan getiriyor.”
Kendisinin de işyerinde değersiz hissettiğini ve ustalar tarafından mobbinge maruz kaldığını, yaşadığı bir olay üzerinden şöyle aktarıyor:
“Ramazan’da işle ilgili bir şeye bakıyordum, şöyle aşağıya eğilmiştim. Usta önümdeki arkadaşla konuşuyorum sanmış, ‘Konuşuyorsun’ dedi. ‘Abla konuşmuyorum’ dedim. İnanmıyor. ‘Sana oradan bir bağırırım, bütün fabrika ayağa kalkar, seni ben rezil ederim’ dedi. O şeflerin, ustaların gözünde elemanların nokta kadar değeri yok. Sayı vereceksin, izin istemeyeceksin, sorunlu eleman olmayacaksın, affedersin koyun gibi önüne verileni yapacaksın.”
‘İşten çıktım çıkalı sırtım ağrımıyor’
Füsun uzun süre aynı pozisyonda çalışmadan kaynaklı oluşan sağlık sorunlarından da bahsediyor:
“Oturarak çalışıyorduk makineciler olarak. Otura otura sırtımız ağrıyordu, ayağa kalkmak yasak zaten, lavaboya gidersen gidebilirsin sadece. Bacağın ağrıyordu, belin ağrıyordu. Bende boyun fıtığı oldu mesela. Klima açıyorlardı bir de sabahın çok erken saatinde. O da bizim sırtımıza vuruyordu. İşten çıktım çıkalı sırtım ağrımıyor, ölüyordum ağrıdan.”
Füsun, Bilsar’da çok güzel bir arkadaş ortamına sahip olduklarını ve bu arkadaşlığın çalışma koşullarına dayanma noktasında kendilerine yardımcı olduğunu belirtiyor. Fakat sendikalı oldukları için bu şekilde işten çıkarılmak gururunu kırmış ve bu yüzden tekrar orada çalışmak istemediğini söylüyor:
“Ben bir daha o işyerine dönmek istemiyorum. Ben oradan başka bir yerde çalışmam derdim eskiden, oraya alıştığımız için. Orada arkadaşlık vardı, her şeye değiyordu. Birlik vardı. ‘Seni niye çıkardılar, sen kaç senedir çalışıyordun’ diyor duyanlar. Her şey para değil; bizim de onurumuz, gururumuz var. Parasız hayat var mı, yok; ama gurur olmayınca da olmuyor yani. Böyle işten atılmak gururuma dokundu. Kaç sene çalışmışız, 10 dakikada işten attılar, o çok zoruma gitti. İhtiyacımız olursa başka yerde gider çalışırız. Ama inşallah sendika da oraya girecek.”
Bilsar işçisi kadınların direnişine ses olalım
Sendikalı işçiler işten atıldıktan ve direniş süreci başladıktan sonra fabrikadaki üretim azalmaya başlamış. Bilsar’ın en çok üretim yaptığı markalardan biri olan Lacoste firmasının denetimcileri fabrikaya gelmiş ve geçen hafta Lacoste firmasına sevkiyat yapılmamış. Sendika ve kadın hareketi tıpkı Acarsoy Tekstil direnişinde olduğu gibi fabrikanın üretim yaptığı uluslararası firmalar üzerinden bir kampanya yürütürse direnişin kazanımla sonuçlanma ihtimali artabilir. En çok ihracat yapan şirketler arasında ilk 1000’e giren Bilsar, kadın emeğinin sömürüsü üzerinden kârlarını artırırken, işçilerine asgari ücretten ve değersizlik hissinden fazlasını vermiyor. Bilsar’daki kadın işçilerin direnişine ses olalım.
*İşçilerin isimleri değiştirilmiştir.
Fotoğraf: Evrensel
[1] https://www.gazeteduvar.com.tr/sendikalastiklari-icin-isten-atilan-bilsar-tekstilde-isciler-eylemde-haber-1629899