Geçen hafta, Dakka’nın hemen dışındaki Gazipur sanayi bölgesinde binlerce Bangladeşli hazırgiyim işçisi, düşük ücretleri protesto etmek için iş bıraktı. The Hindu’nın haberine göre, işçiler ve diğer pek çok kişi, artan emtia fiyatları, kira ve faturalar nedeniyle yaşadıkları hayal kırıklığını dile getirmek için toplandı ve güvenlik güçleriyle çatışmalara girerek çok sayıda fabrikaya zarar verdi.
Devam eden bu mücadele, Bangladeş hükümetinin Eylül 2018’de yaptığı ücret artışından kaynaklanıyor. Bu artış, işçilerin kaygılarını gidermekte başarısız oldu ve gerçek bir zam için hararetli çağrılara yol açtı. Hoşnutsuzluk, Ocak 2019’da yoğunlaşarak çatışmalara ve yaklaşık 12 bin işçinin toplu olarak işten çıkarılmasına neden oldu. 2019’daki protestolar, aylık asgari ücretin 23 bin takadan (Bangladeş para birimi) 25 bin takaya yükseltilmesi talebinin yanı sıra daha geniş kapsamlı işçi hakları ve işyeri koşullarının iyileştirilmesi talepleri etrafında şekillendi.
Ancak, hazırgiyim işçilerinin devam eden grevi, yalnızca bir iş anlaşmazlığı olmanın ötesine geçerek, sektördeki toplumsal cinsiyet, yoksulluk ve sömürünün karmaşık etkileşimini gözler önüne seren derin bir feminist mesele olarak ortaya çıkıyor. France24’ün haberine göre, “Bangladeş’in 3 bin 500 hazırgiyim fabrikası, Güney Asya ülkesinin yıllık 55 milyar dolarlık ihracatının yaklaşık yüzde 80’ini gerçekleştiriyor ve dünyanın önde gelen moda markalarının çoğuna tedarik sağlıyor. Ancak sektördeki 4 milyon işçinin yüzde 85’ini, aylık ücretleri 8 bin 300 takadan (75 dolar) başlayan kadınlar oluşturuyor.”
Çoğunluğu kadın olan bu protestocu işçiler yalnızca aylık asgari ücretlerinde önemli bir artış yapılmasını savunmakla kalmıyor, aynı zamanda çalışma koşullarında kapsamlı iyileştirmeler talep ediyorlar. NDTV’nin haberine göre, binlerce kişinin katıldığı bu protestolar; Levi’s, H&M gibi uluslararası markaların da aralarında olduğu çok sayıda fabrikanın kapatılmasına yol açtı.
Yoksulluğun kadınlaşması[1]
Hazırgiyim endüstrisi ile eşanlamlı olan Bangladeş’teki ‘sweatshop’lar (işçilerin çok kötü koşullarda çalıştırıldığı işyerleri), kadınları düşük ücretlere, kötü çalışma koşullarına ve mesleki risklere maruz bıraktığı için kapitalizmin hızlı moda[2] aşırılıklarını eleştirenler tarafından uzun süredir mercek altına alınmış durumda. Bu sektörün tarihi, onun ‘yoksulluğun kadınlaşması’ dalgası (küresel bir eğilim olarak kadınların toplumsal cinsiyete bağlı mali kırılganlığının artması) üzerinden nasıl inşa edildiğini ortaya koyuyor. Birleşmiş Milletler (BM), günde 1 dolar veya altında gelirle yaşayan 1,5 milyar insanın çoğunluğunun kadın olduğunu bildiriyor ki bu, dünyadaki yoksulların çoğunluğunun kadın olduğu anlamına geliyor.
Ekonomist Janice Peterson’a göre, “Bir terime ‘kadınlaştırılmış’ kelimesi eklendiğinde, bu genellikle, azalan değeri ifade eder. Karşılaştırılabilir ücret değeri beklenenden daha az olan kadınlaştırılmış meslek gruplarında olduğu gibi…” Yirmi yıl önce ortaya atılan “yoksulluğun kadınlaşması” ifadesi yalnızca bir deyim değil; Bangladeş’in kadın işgücünün önemli bir kısmının karşı karşıya kaldığı acı gerçeği özetliyor. Kadınların yaşadığı orantısız yoksulluğu tanımlamak için kavramsallaştırılan bu olgu, hazırgiyim sektöründe açıkça görülüyor. Bangladeş’teki hazırgiyim işçilerinin çoğunluğunun kadın olması, zorlu koşullar altında uzun saatler boyunca çalışmaları ve buna rağmen ücretlerinin erkek meslektaşlarına göre önemli ölçüde düşük kalması nedeniyle bu protestolar, yalnızca işçiler ve fabrika sahipleri arasındaki keskin ayrımı ortaya çıkarmakla kalmıyor, aynı zamanda kadınların bu tür mesleklerdeki tarihsel rolünün de altını çiziyor.
Sanayi Devrimi’nin tekstil fabrikalarından gelişmekte olan ülkelerdeki günümüz ‘sweatshop’larına kadar, kadınlar adil çalışma koşulları için verilen mücadelenin ön saflarında yer aldılar. Ancak onların mücadeleleri, bu işlerin yoksul bölgelerdeki kadınlar için bir fırsat olduğu yönündeki yaygın söylemin gölgesinde kaldı ve kadınların maruz kaldıkları koşulların sömürücü niteliği göz ardı edildi.
Cinsiyete dayalı işbölümünün tarihsel sürekliliği, kadın emeğinin, ekonomik kâr üretiminin dışında kaldığı için değersizleştirilen ev içi alana indirgenmesine dayanır. Kadın Çalışmaları akademisyeni Emma Thompson’a göre “dikiş dikmek, kadınlar için toplumsal bir beklentiydi.” “Dikiş dikmek yalnızca ev içi bir görev olarak görülmekle kalmıyor, aynı zamanda ‘tasarruf, pratik yaratıcılık ve dış görünüşe dikkat’ gibi kadınsı erdemlerin yaratılmasında da kilit bir rol oynuyordu. Çocuklar için dikiş dikmek de bir kadının besleyici bir anne olduğunu gösteriyordu” diye yazıyor.
Bununla birlikte, toplumsal cinsiyete dayalı emek dinamiklerinin ev içi üretim günlerinden modern fabrikanın montaj hattına transferi pek kesintiye uğramadı. HistoryToday, sanayi öncesi ev içi giysi üretim sisteminin ayrılmaz bir parçası olan kadınlar ve çocukların, sanayileşmeyle birlikte kendilerini aşırı kalabalık ve sağlıksız kulübelerde ve çalışma odalarında çalışırken bulduklarını belirtiyor.
Ucuz işgücü olarak kadınlar
Kapitalizm belirli emeklerin sömürülmesine dayanır ve kadınlara tarihsel olarak hem toplumun işleyişi için gerekli hem de ekonomik olarak değersiz roller verilmiştir. Bu ekonomik mantığın cinsiyetçi doğası açıktır- kadınların bu sektörde tercih edilmesini sağlayan çeviklik ve kıvraklık, patronların daha az ücret karşılığında daha fazla emek elde etmesini sağlar.
Kadınların ‘her zaman dikiş diktiği’ ve dolayısıyla tekrar eden işlerde daha becerikli ve uyumlu olduğu inancı, ayrımcı uygulamaları sürdürerek ekonomik eşitsizlik döngüsünü pekiştiriyor. Bu tercih, kadınları düşük ücretli mesleklere hapsediyor ve sistemik sömürüyü devam ettiriyor. Buna karşılık, bu düşük ücretler kadın işçilerin karşılaştığı zorlukları daha da artırarak onları kısır bir yoksulluk döngüsüne hapsediyor. Başka bir deyişle, endüstrinin kadınların ucuz işgücüne bel bağlaması, en marjinalleştirilmiş olanların sömürülmesiyle gelişen bir sistemi daha da kalıcı hale getiriyor.
Akademisyenlere göre bu eğilime iki olgu katkıda bulundu: Birincisi, kadınların asgari ücretli ve ücretsiz işçiler arasındaki aşırı temsili; ikincisi, bakmakla yükümlü oldukları çocukları olan hane reisi kadınların oranının artması. Sosyolog Fauzia Erfan Ahmed, hazırgiyim sektöründeki kadın istihdamının vazgeçilmez doğasını açıklarken, “bu işlerin hane refahı için hayati önem taşıdığını” ve bu durumun onları (kadınları) “uysal işçiler”– fabrika düzeninin sömürücü talepleri açısından kârlı – yaptığını vurguluyor. Mesleki risklere ve yorucu koşullara rağmen, “bazı bekâr kadınlar gelir elde ederek güç buluyor; ancak evli kadınlar daha fazla karar alma gücü için gelirlerinden yararlanma konusunda genellikle zorlanıyor” diye ekliyor.
Zamanla üçüncü dünyanın gelişen ekonomisinin yapıtaşı haline gelen ‘sweatshop’lar, kaynağını Batı’nın ucuza üretilen malların keyfini çıkarma yönündeki yeni sömürgeci arzularından alıyor. Bunun için üretim tedarik zincirinde taşralı işçinin emeği değersizleştiriliyor. Ancak bu kapitalist-patriyarkal ağın çifte etkisi, kendilerine karşı hileli bir sistemde geçimlerini sağlamak zorunda kalan marjinalleştirilmiş kadınlara yansıyor.
War on Want’ın raporuna göre, “1990’dan bu yana 50 büyük fabrika yangınında 400’den fazla işçi öldü ve birkaç bin işçi de yaralandı. Cinsel taciz ve ayrımcılık yaygın ve pek çok kadın işçi doğum izni hakkının işverenler tarafından gözetilmediğini bildiriyor. Fabrika yönetimleri ayrıca sendikaların kurulmasını -ki bu, Bangladeş’in 1972 yılında onayladığı ‘ILO Örgütlenme Özgürlüğü ve Toplu Pazarlık Sözleşmeleri’ kapsamında korunan bir hak- engellemek için adımlar attı.”
BM Aşırı Yoksulluk ve İnsan Hakları Özel Raportörü Olivier de Schutter ise şunları söylüyor:
“Hazırgiyim sektöründe asgari ücret aylık 8 bin taka; bu tutar, sektörde çalışan bir işçinin insanca yaşamasını ve ailesini geçindirmesini sağlayacak ücretin muhtemelen üçte biri. Ne yazık ki sendikalar daha yüksek ücret talep ettiklerinde onlara verilen yanıt, ‘ücretler düşük tutulmazsa büyük alıcıların başka ülkelere taşınacağı, siparişlerini iptal edeceği ve Bangladeş’in küresel pazarlardaki rekabet gücünün tehdit altına gireceği’ şeklinde oluyor. Bir ülkenin kalkınmasının, işçileri yoksulluğa mahkûm etmeye dayandırılabileceğini düşünmüyorum.”
Durumu yerinde takip eden Bangladeşli bir muhabir ise şunları yazıyor:
“Mahalle bakkallarında borçlar birikiyor ve çok ihtiyaç duyulan tedaviler ‘daha iyi zamanlar’ gelene kadar bekletiliyor. Kadın sağlığı, her zaman olduğu gibi en kötü etkilenen alan oldu; çünkü bir ultrasonun maliyeti, çocukları için masada iki haftalık yemek demek. Birçoğu her gün deli gibi çalışarak hayatta kalmaya çalışıyor (Çalışma Bakanlığı’nın bir genelgesi sayesinde günde 12 saate kadar çalışmak artık yasal); bu durum, zihinsel ve fiziksel sağlıklarına büyük zarar veriyor, üstelik fazladan para kazanmak için sözde hafta sonlarında ek işler de yapıyorlar.”
Sağlıkları pahasına…
Kadın işçilerin çalıştığı bu tür ‘sweatshop’lara ilişkin bir araştırmaya göre, “yaptıkları iş sırt ve eklem ağrılarına, sürekli baş ağrısına, göz ağrısına ve kumaş tozu solumaktan kaynaklanan nefes alma zorluğuna yol açıyor. Yetersiz aydınlatma, sırt dayanağı olmadan sürekli tek bir pozisyonda oturma ve yüzlerce makineden gelen sürekli gürültü, kendilerini sürekli yorgun hissetmelerine neden oluyor. Ayrıca, kadın işçiler fabrikada çalışmanın ve evdeki ailelerinin beklentilerini karşılamanın iş yüklerini iki katına çıkardığını belirtiyor.”
Meslek hastalığı riskleri, kadın hazırgiyim işçilerinin durumunu daha da kötüleştiriyor ve insan haklarına yönelik bariz bir ihmali yansıtıyor. Ağırlıklı olarak kadınlardan oluşan işgücü, kâr uğruna çoğu zaman göz ardı edilen ve yalnızca ekonomik istikrarı değil, aynı zamanda sağlık ve refahı da tehlikeye atan risklerle karşı karşıya. Bu ayrımcı uygulama, kadınların düşük ücretli mesleklere hapsedilmesi ve ekonomik eşitsizlik döngüsünün devam ettirilmesi nedeniyle yoksulluğun kadınlaşmasını daha da artırıyor.
Ayrıca, kadınların işgücüne katılımının ailevi kısıtlamalar nedeniyle sınırlı olduğu varsayımı hâkim bir zihniyet haline gelmiş durumda. Bakım ve ev sorumluluklarının yükü genellikle orantısız bir şekilde kadınların üzerine yıkılıyor; bu da adil ücretler ve iyileştirilmiş çalışma koşulları için mücadele etme becerilerini sınırlıyor. Bu cinsiyetçi iş bölümü, yalnızca zararlı toplumsal normları pekiştirmekle kalmıyor, aynı zamanda kadınlar üzerindeki sömürü döngüsünü de devam ettiriyor.
Bangladeşli haber kuruluşu DailyStar, “Son altı ayda sadece üç kez toplanabilen ve kendi itiraflarına göre henüz fabrikaları ziyaret edip işçilerle görüşmeyen ücret komisyonu üyeleri için aciliyet açıkça kaybolmuş durumda” diyor ve ekliyor:
“Ulus olarak işçilerimizin arkasında durmakta – ve gerekirse onları kırmakta – hiçbir sorun yaşamadık. Adaletsizlik ne olursa olsun, bir şekilde sefalet ücretleriyle, ucuz sebze ve pirinçten başka bir şey yemeden ayakta kalabileceklerini ve gençlikleri vaktinden önce tükenene kadar durmadan çalışabileceklerini, dayanıklı olduklarını varsaydık. Ücret komisyonu, mülk sahibi sınıfın arzularını yansıtan ve işçilerin taleplerinin sinir bozucu bir şekilde gerisinde kalan bir zam önermek yerine, insancıl olanı yapmalı ve 25 bin takayı asgari ücret olarak ilan etmelidir.”
Devam etmekte olan grev ile sweatshop endüstrisi arasındaki bağlantı, söz konusu sistemik sorunların anlaşılması açısından büyük önem taşıyor. Bu sorunları ele almak için, kadın işçilerin doğuştan sahip oldukları haysiyet ve hakları tanıyan kapsamlı bir yaklaşım gerekiyor. Toplumsal cinsiyet kalıplarına meydan okumak, ayrımcı uygulamaları ortadan kaldırmak ve adil ücretler ile güvenli çalışma koşullarını savunmak bir zorunluluk. Bangladeş’te hazırgiyim sektörünün bel kemiğini oluşturan kadınlar için daha adil ve eşitlikçi bir gelecek yaratmayı, ancak yoksulluğun kadınlaşmasını sürdüren yapıları ortadan kaldırarak umabiliriz.
Yazının orijinali için: https://www.theswaddle.com/why-bangladesh-s-ongoing-garment-workers-strike-is-a-feminist-issue
[1] Arabaşlıklar bize ait.
[2] Ucuz, düşük kaliteli, birkaç kez kullanılıp atılabilir giysiler ile özdeşleştirilen ‘hızlı moda’ akımı, 1980’lerde ABD’de ortaya çıkan ve tüm dünyaya hızla yayılan bir iş modelidir. Tamamen kâr amaçlı hızlı üretim ve tüketime dayalıdır.
Fotoğraflar: Reuters, AFP