feministler dünyanın pek çok yerinde ve tabii türkiye’de yıllar boyunca barış mücadelesi yürüttü. bundan bağımsız olarak, feminist düşüncenin kapsadığı alan son 30 yılda, devletlerarası ilişkileri de içine alacak şekilde genişledi. o kadar ki bazı devletler, “feminist dış politika” benimsediklerini iddia etti, bazı feministler haklı olarak bunun bir göz boyama olduğunu savundu.[1]
türkiye’de feminist hareketle benzer tarihlerde yükselen kürt hareketine ilk kulak kabartanlardan biri feminist hareket oldu, kürt kadın hareketinin yükselmesiyle birlikte ilişkiler gelişti. kürt meselesi, hem bir iç demokrasi hem de devletlerarası ilişkiler kapsamında bir konu haline geldi, bu da feministlerin her iki konuda da düşünce, talepler ve eylemlilik üretmesinin önünü açtı.
çok yakın bir zamanda filistin’de olup bitenler ve daha yakın bir zamanda suriye’deki gelişmeler bizi bir kere daha devletlerarası ilişkiler üzerine düşünmek zorunda bırakıyor.
feministler için devletlerarası ilişkileri anlamanın araçları ve kavramları nelerdir? feminizm birden fazla sebeple militarizme[2] karşı ama başlıkta da değindiğim gibi, barış devletlerarası ilişkilerin tamamını kapsayabilecek bir talep değil.
gelişmelerin kadınların -ve lgbti+’ların- toplumdaki konumunu ve günledik hayatını nasıl etkileyeceği önemli bir kriter ancak. burada durup düşünmemiz gerekiyor.
tek mesele örtü mü?
bugün kadın özgürlüğü giysi serbestliğine indirgeniyor. kadınların başlarını örtmeye zorlanmaları çok önemli bir kriter ama kadın özgürlüğünü bununla sınırlamak yeterli olmaz.
iki örnekle derdimi anlatmaya çalışacağım. birleşmiş milletler, yanılmıyorsam, dünya kadın yılı ilan edilmiş olan 1975 sonrasında, kalkınma kriterleri arasında doğumda anne ölüm oranının düşüklüğünü koydu, daha önce sadece doğumda bebek ölüm oranı kalkınma kriterlerinin arasındaydı. bu sadece bir rakam gibi görünebilir ama kadınların sağlık hizmetlerinden nasıl ve ne kadar yararlanabildiği başta olmak üzere bir dizi olguya işaret eder.
bana çarpıcı gelen bir başka olgu var. iran’da 1979 yılında gerçekleşen islam devrimi, kadınlara örtünme zorunluluğu getirdi, birçok alanda kadınların çalışmasını engelledi, birçok kadın işinden oldu. ama o yıldan itibaren kız çocukları ve kadınlar arasında okur yazarlık ve eğitime ulaşma oranı düzenli bir biçimde arttı. üniversite öğrencilerinin yarısını kadınlar oluşturuyor, buna karşılık kadınların istihdamdaki oranı çok daha düşük. bu, iran’daki otokratik rejimi hiçbir biçimde meşrulaştırmaz ama kadınlar açısından talep edebileceklerimiz konusunda bir fikir verir. örtünme zorunluluğunun olmadığı ülkelerde kadınların koşullarının iyi olduğunu söylemek mümkün değil.
o yüzden sadece örtü zorunluluğundan kurtulmayı değil, eğitime ve istihdama erişimi de talep ediyoruz. ayrıca iran’daki jin jiyan azadi hareketini bu eğitimli kadınların yükselttiğini söylemek yanlış olmaz.
bilgiye erişim
devletlerarası ilişkileri anlamaya çalışırken bilgi edinme konusundaki zorlukları hesaba katmak gerek. örneğin ukrayna’daki neonazilerin varlığından, zelenski’yi desteklediklerinden, daha önce bir sendika binasında rusya yanlılarını diri diri yaktıklarından, avrupa birliği’nin onları desteklediğinden bihaber olarak orada olup biteni anlayamazsınız.
özellikle çatışma ve savaş dönemlerinde, gazetecilerin bir kısmı gönüllü olarak bir kısmı da mecburiyetten haberci değil propagandacı olarak çalışıyor. mizansen çekimleri, uydurma haberleri siz de gazetelerde ve ekranlarda görüyorsunuz. ama bunu “yandaş” medyaya mahsus sanmayın. muhalifler arasında da meslek etiğini dikkate almayan, “gerçeği yalnızca gerçeği” aktarmayı hedeflemeyen çok fazla sayıda gazeteci var. bir kısmı, çok haklı bulduğu bir tarafın çıkarlarına savunacak şekilde haber yapıyor, o tarafı siz de haklı bulabilirsiniz ama bu onları güvenilir kılmıyor. bağımsız gazetecilerin çalışmasının çok zor olduğu, arapça bilen gazeteci sayısının da sınırlı olduğu suriye’den bilgi almak özellikle zor.
dünyanın anaakımını oluşturan abd ve avrupa merkezli medya, dezenformasyon ve manüplasyon ustası. örneğin ışid avrupa’da eylemler yapmaya başladığında, ışid’e karşı savaşan kadınlar avrupa medyasında çok olumlu biçimde ele alınıyordu.[3] aynı medya şimdi filistinli müslüman sivil erkekleri sistemli biçimde şeytanlaştırılırken htş ve kadroları parlatıyor!
işin teorik yanı
teorik açıdan altını çizmemiz gereken iki nokta var bence. birincisi, emperyalizm ve sömürgeciliğin sonuçlarını gözardı ederek olup biteni anlamamız mümkün değil. zaman zaman, israil’in filistin halkına yönelik soykırımını, ırkçılık ve ayrımcılıkla açıklayanlar olduğunu görüyorum. halbuki ırkçılık ve ayrımcılık, sömürgeciliğin sürmesine rıza oluşturmak için gerekli olan ideolojik araçlardan ötesi değil. israil, sömürgeci ve işgalci olduğu için bu saldırıyı yapıyor. aynı şekilde, suriye’de cihatçıların ya da esadların zalimliği değil mesele. esad yönetimine karşı mücadele edenler tabii ki hep vardı, tekfirciler de her türden zulümlerini haklı çıkaracak argümanlarla donanmış durumda. ama suriye iç savaşı abd’nin orada hakimiyet ihtiyacı üzerine “muhalif”leri silahlandırmasıyla ateşlendi. bunları gözardı ederek durumu anlamak mümkün değil. ama bu, olup biten her şeyin “büyük güçler”in kararı ve iradesi olduğu anlamına gelmiyor.
şunu da görmek gerek bence, tarihi ve her türden mücadeleyi, sadece cesaret ve iradeyle açıklayan çok fazla anlatı var. bu anlatılar bize de cesaret bulaştırabilir ama feminist düşünce bunlara dayanarak geliştirilmez. biz erkek değiliz, cesareti erkek düşüncesinde olduğu gibi yüceltmeyiz. o yüzden tarihin her aşamasında halklar büyük güçler arasındaki çelişkilerden yararlandığını görürüz, bu bugün de her haklı mücadelenin hakkı!
ikinci konu bence biraz daha karmaşık; demokrasi tam olarak nedir, daha önemlisi demokratik temsil nasıl olur? örneğin bir araya gelmiş 30 suriyeli kadın, ortak bir akılla bir açıklama yaptıklarında, suriyeli kadınlar adına konuşma hakları doğar mı? suriyeli kadınları temsil edebilirler mi? ki her ama her görüşten “suriyeli kadınlar” bulmanın mümkün olduğunu görüyoruz.
çoğulculuk!
bir diğer önemli nokta şu; farklı etnik, ulusal ve dini kimliklerin temsili, bir arada yaşaması, muhakkak ki önemli ama bu demokrasinin sınırlarını çizebilir mi? eşitlik ve özgürlük mücadelesini bir kenara koysak bile. en azından feministlerin[4] daha fazlasını aramaları gerektiğini düşünüyorum.
şunu hatırlatarak devam etmek istiyorum. savaş ve çatışma koşullarında güvenlik tüm sivillerin hakkı. daha somut ifade edersem, örneğin suriyeli aleviler, diktatör olduklarına şüphe olmayan baba-oğul esadları desteklemiş olabilir ama onların evlerine el konulması, öldürülmeleri, eziyet görmeleri, feminist bakış açısıyla, yine örneğin cinsiyet özgürlükçü bir düzen kurmuş olan rojava halkının göreceği baskı ve zulümle eşit önemde.
şunu da söylemeye bilmem gerek var mı; farklı coğrafyalarda yaşayan ve/veya farklı halklara mensup olan kadınların eşitlik ve özgürlük fikriyle, feminizmle tanışmaları, mücadele vermeleri farklı dinamiklere bağlı ve farklı zamanlarda gelişebiliyor. bu, bizim için bir rekabet ve övünme konusu olamaz; bu düşünce tarzı feminist enternasyonalizm anlayışına sığmaz.
kimin tarafını nasıl tutacağız, kime tepki göstereceğiz?
evet, feministler olarak tabii ki enternasyonalist düşünmemiz gerekiyor. ama tepki verirken kendi ulus devletimizin sınırları içinde kalmak, devlete ve kadınlara ayrı ayrı seslenmek hem doğru hem gerçekçi.
filistin konusunda talep çok net: israil ile tüm ilişkiler kesilsin!
suriye ile ilgili konu biraz daha karmaşık görülebilir, ortak bir akılla tartışılmaya muhtaç olabilir. en azından kendi önerimi yazayım: türkiye suriye’nin iç işlerine karışmaktan vazgeçsin, suriye’deki idari ve askeri varlığını çeksin. oraya dair planlar, yıkılmış bir ülkenin yeniden inşasından kâr etmek isteyenleri memnun edecektir ama kadınlar için çocuklarını kaybetmekten başka bir sonucu olmayacak. şunu da söylemek gerek tabii: “suriyeliler geri dönsün” naraları atanların sesi daha çok duyuluyor ama türkiye burjuvazisi onlar geri dönünce ucuz emek kaynağını kaybedeceğinden şikayet ediyor, utanmadan, açıkça!
[1] bildiğimiz gibi, patriyarka ve kapitalizmin feminizme karşı mücadele araçlarından biri de feministlerin sözünü çarpıtarak kapsama şeklinde oluyor.
[2] militarizm, silah sanayiini, savaşlara ayrılan bütçeyi, toplumun örgütlenme biçimini, buna uygun ideolojik argümanları da içeren bir bütün. geçmişte sadece erkekleri içeriyordu, artık kadınlar da pekala karar mekanizmalarında ve komuta kademelerinde yer alıyor.
[3] bu ilgi bu kadınların mücadelesinin değerini azaltmıyor, tabii ki.
[4] bu yazının konusu değil ama sosyalistlerin de.
Fotoğraf: Serra Akcan / csgorselarsiv.org