baskıya karşı onurla, onurun yanında olmak

şüphe yok; yaşayacağız, yaşatacağız, eşitleneceğiz, özgürleşeceğiz, bu sahtekâr zalimlerin elebaşlarını defedecek, diğerlerini değiştireceğiz. o saraçhane meydanı’ndan bir gün onur yürüyüşü de geçecek. çünkü onur’a ilelebet karşı koymak mümkün değil.
Paylaş:
ayşe düzkan
ayşe düzkan
ayseduzkan@hotmail.com

geçtiğimiz pazar günü istanbul’da, ideolojik olarak hiçbir benzerliği olmayan unsurlardan oluşan bir topluluk, sloganlarıyla bağlantısız politik amaçlarla bir gösteri yaptı: lgbti’leri hedef alan eylemin adı büyük aile buluşması’ydı, düzenleyenler arasında cumhuriyet kadınları derneği de vardı, vatan partisi de, tekbir getirenler de. amaçlarıysa aileyi falan değil iktidarı ayakta tutmaktı.

o gün öyle gerekti

neden böyle diyorum?

örneğin mitinge katılan vatan partisi’nin genel başkanı doğu perinçek, daha 1990’lı yıllarda, eşcinselliğin müsebbibi olarak emperyalizmi gösterme akıldaneliğini yapmış bir kişi ama bugün iktidarına destek verdiği tayyip erdoğan 2002’de “eşcinsellerin yasal güvence altına alınması” şart demişti! şimdi “bu ülke millidir” diyor. ülkenin milliliği tartışılır ama geleneksel olarak, erkek erkeğe cinsel ilişkinin heteroseksüel erkeklerin cinsel pratikleri arasında bulunduğu, kadınların kendi aralarındaki cinsel pratiklerin cinsellik sayılmadığı [1]  topraklarda yaşadığımızı biliyoruz.

lgbti+ hareket, bu ve benzer pratiklerden, cinsel yönelimlerden, arzulardan neşet eder ama bunlardan ibaret asla değil. bu varoluşların aşağılanmadan, eşit haklara sahip olarak, onurlu bir şekilde sürdürülmesi ihtiyacıyla yola çıkar, heteroseksüel pratiklerin ve ilişkilerin sorgulanıp yeni bir hayatın filizlenmesi çabasıyla ilerler.

ama muhalif kamuoyunun, böyle kriz anlarının dışında ilgilenmesinde fayda olan bu türden tartışmaların, pazar günü olup bitenle doğrudan alakasının olduğunu söylemek zor.

bugün böyle gerekiyor

sağ politikanın en önemli yönetim araçlarından biri insanlara duymak istedikleri şeyleri söyleyip onların gündelik çıkarlarının aleyhine politikaları hayata geçirmekse, bir diğeri nefret edecekleri düşmanlar sunmak. bu gösteri bunların ikisini de sağlıyor.

yıllardır inşa edilen despotik emek rejiminin, servetin el değiştirmesine dayanan ekonomi yönetimiyle bir araya gelerek ezdiği geniş emekçi kitleler oy tercihlerini değiştirmeye yüz tuttu. akp’nin bu muhafazakâr kesimi kontrol etmeye devam etmesi gerekiyor ve bunun için onların adına, kendilerinden saymadıkları birilerinin ezilmesi, kendilerine bu insanlara karşı şiddet uygulama ruhsatı verilmesi çok iyi bir yöntem. buna, geleneksel seçmeni konsolide etmek de deniyor.

evet seçmen kararsız. mecburen, kimi parti kürtleri kriminalize ediyor, kimisi göçmenleri, kimisi hepsini; ama yetmiyor. iktidarın kendine bir “yahudi” daha bulması gerekiyor.

ama hepsi bu değil

yahudi benzetmesine laf olsun diye başvurmadım. naziler, sadece yahudileri kapatmamıştı toplama kamplarına, komünistler, muhalifler, çingeneler ve eşcinseller de oradaydı; yahudilerin yakalarına, altı köşeli yıldızını temsil eden biri düz biri ters iki üçgen üst üste takılırken[2], eşcinsellere pembe bir üçgen takılıyordu. faşist ideoloji, azınlıkların baskı altına alınması üzerine kuruldu tarih boyunca.[3]

insanların, “ahlakını” beğenmedikleri komşuya, akrabaya, evlada “ceza” verebilmesini meşrulaştırdığınızda, “siyasetini” beğenmediklerini cezalandırmalarının da yolu açılır ki böyle bir meşruiyete iktidarın ihtiyacı olabileceğini hepimiz akıl edebiliyoruz.

yani bu gösteri namlusunu lgbti+’lere yöneltmiş ve en kısa vadede onlara zarar verecek olsa da hedefin çok daha geniş olduğu açık. öte yandan, köktendincilik dünyanın her yerinde kadınların özgürlüğünü ve lgbti+’ların varoluşunu hedefliyor.

bütün bunları göz önüne aldığımda, pazar günkü yürüyüşe çok daha güçlü bir karşılık verilmesini beklerdim. bu emek hareketi için önemliydi; hem emekçiler arasında da lgbti+’lar bulunduğu için hem de bu gösteri, yukarıda anlatmaya çalıştığım gibi, emekçileri kandırmaya yönelik olduğu için. bu, kürt halkı için önemliydi çünkü onlar da yandaki hedef tahtasında! bu, kadın hareketi için önemliydi; sadece lgbti+ düşmanlığı cinsiyet, cinsel yönelim ve cinsel kimlikle ilintili olduğu için değil, aynı zamanda erkeklerden romantik/erotik olarak da vazgeçebilme şansına sahip olan lezbiyenler dünyanın her yerinde kadın kurtuluş hareketinin en kararlı militanları olduğu için. bu solun tamamı için önemliydi; hatta devrimci şiddet ve lgbti+’ların birlikte geçeceği cümle bu gösteriyle ilgili olmalıydı. son gün yapılan açıklamalarla da pek bir şey sağlanmıyor.

bu gösteri karşısında ölü taklidi yapanların bir kısmının telaffuz etmeseler bile akıllarından geçirdikleri “böyle şeyler kitlemize ters gelir” kafası, iktidarın plağını çalar ancak.

ben senin harekete geçme ihtimalini…

çok önemli bir nokta daha var: solun bugünkü düşünce biçimi, herhangi bir toplumsal meseleyi ya da kategoriyi, harekete geçme ihtimali çerçevesinde değerlendiriyor.[4] bu noktadan bakıldığında, lgbti+’ler, çoğulculuk, gökkuşağı bayrağı, sokakları dolduran kararlı “aktivistler” olarak anlamlanıyor. oysa barınma sorunundan işsizliğe, açık ve vahşi şiddetten gündelik aşağılanmalara kadar uzanan baskılarla karşı karşıya olan, can güvenlikleri bulunmayan ve taleplerini kristalize etmiş bir toplumsal kategori söz konusu.[5] o yüzden demokrasi talebinin sınırları içindeki gösteri ve ifade özgürlüğü mücadelesini aşan, daha geniş bir alanı düşünmek gerek. ayrıca onur yürüyüşü vb. gösterileri ele alırken renklilik, farklılık, neşe gibi, hareket etme biçimine dair unsurlara vurgu yapmak içeriğini boşaltıyor ve talepleri silikleştiriyor. 

şuna değinmemek olmaz; kendini solcu addeden birçok kişinin dahi, en azından sosyal medyada, lgbti+ varoluşu, çocuk istismarıyla kıyaslaması bir felaket; lgbti+ düşmanlığıyla aynı bakış açısının ürünü. cinsel şiddet, istismarcının ve istismar edilen kişinin cinsiyetinden bağımsız olarak suç ve bu suç insanların gönüllü beraberliğiyle karşılaştırılamaz!

şunu da unutmamalı; mesele ya da meseleleri, eşcinsellerin ya da transların cinsel pratiği değil, eşcinsel ve transların toplum içinde kimliklerini gizlemeden, eşit haklarla, onurlu bir biçimde varlıklarını sürdürmesi. bu, “teşvik” sayılıyor. kimliğinin adını koymayan, telaffuz edemeyen, telaffuz ettirmedikleri zeki mürenleri istiyorlar hâlâ. oysa artık hareket var, varoluşunu açıkça yaşayan, herhangi bir açıklama yapma gereği de duymayan lgbti+’ların zamanındayız! 

iğneyi kendimize

lgbti+ hareketin dünyanın her yerinde başvurduğu, sokak eyleminden lobiciliğe uzanan bir yelpazede onlarca mücadele aracı, taktiği var. türkiye’de de hareket bunların hepsini maharetle kullandı, kullanıyor. bugün anadolu’nun herhangi bir yerinde eşcinsel ya da trans olduğunu fark eden bir çocuk kendini yalnız, yanlış ve çaresiz hissetmiyorsa bu hareketin başarısı, çok değerli ve çok önemli bir zafer. diğer yandan stk’laşmanın hareket üzerinde bazı etkileri var, bu benim altından kalkamayacağım, uzun bir konu ama bir politik faaliyet olarak propagandanın gözden düşmesine etkisi olduğunu gözlemliyorum. oysa toplumun sis-hetero kesimlerini de ikna etmeden ilerlemek güç. nefret söylemi, nefret suçu gibi ifadeler uluslararası hukuk ya da genel olarak hukuk tartışırken işlevli olabilir ama kendileri de bizzat açıklanmaya muhtaç olduğu için çevrelerinde bir propaganda faaliyeti örmek güç. ayrıca, homofobi ve transfobi, konunun yabancısı olmayanların aşina olduğu kavramlar ama “eşcinseller ya da translar tedavi edilsin, edilemezlerse asılsınlar” diyebilen bir düşmanlığı fobi gibi psikolojiye dayanan bir kavramla tanımlamanın –açıklayıcı olup olmaması bir yana- doğruluğundan emin değilim ve batıda böyle yapılıyor olması bunun illa doğru olduğu anlamına gelmez.  akademik çalışmalar için soyutlamalar gerekli ve yararlı olabilir ama propaganda somut, anlaşılır ve gerçek olmak zorunda. akademinin ve stk’ların dilinin siyasete sızmasının, propaganda gücümüzü zayıflattığını gözlemliyorum.

yazıya son verirken lgbti+ hareketin çok sevdiğim iki sloganını hatırlatmak istiyorum.

“ne yalnız ne de yanlışız.”

“gettoları değil kentin tamamını istiyoruz.”

şüphe yok; yaşayacağız, yaşatacağız, eşitleneceğiz, özgürleşeceğiz, bu sahtekâr zalimlerin elebaşlarını defedecek, diğerlerini değiştireceğiz. o saraçhane meydanı’ndan bir gün onur yürüyüşü de geçecek. çünkü onur’a ilelebet karşı koymak mümkün değil.


[1] duhul olmayan cinsel ilişki mi olur(!)

[2] ebeveyninden biri Yahudi olana da tek sarı üçgen takılıyordu.

[3] ama faşizm bu ideolojiden ibaret değil, bir devlet yönetim biçimi.

[4] nitekim kadın hareketi de, lgbti+ hareket de bu anlamda sol nezdinde “rüştlerini” ispat ederek solun gündemine girdi.

[5] saraçhane gösterisi işin boyutunu çok açık biçimde ortaya koydu.

Paylaş:

Benzer İçerikler

“ona sadece bazı makalelerde ve sohbetlerde rastlıyorum.  kim o, nerede, dediğimde kaybolup gitmiş oluyor.  onu teşhir eden yazılarda yaşıyor “burjuva feministi”; o kadar çok şeyden sorumlu ki…  neyse ki vereceği zarar, sınıf perspektifi olanlar tarafından engelleniyor. bende de az buçuk sınıf perspektifi olduğu için bir miktar rahatlıyor içim ama keşke tanışabilseydik, belki benim de iki çift lafım olurdu kendisine.”
“bu ülkede ‘ibne’liği hırsızlıktan daha vahim gören, hatta hırsızlığı beceriklilik sayan, ahlakı, değerleri çarpıtılmış, kendi aleyhine olacak şekilde şekillendirilmiş milyonlar yaşıyor. o milyonların bilinci de bizim derdimiz. ama o milyonların bilincine teslim olmamak da görevimiz.”
hedep kongresinde, hdp tüzüğünde geniş yer verilen lgbti+ hakları ve mücadelesi, “cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim farklılıklarının eşitliği” ifadesiyle sınırlandı. adı defalarca değişmiş de olsa “parti”nin kimseyi geride bırakmaya hakkı yok. partinin yöneticilerinin, üyelerinin ve seçmeninin, toplumu da etkileyecek bir bilinç değişimi geçirmesi gerekiyor. 
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!