Bedelini ödediğim hayata kimseyi karıştırmam

Emine Can Deriteks Sendikası’nın örgütlü olduğu Tuzla’daki CPS fabrikasında makine işçisi ama aynı zamanda işyeri temsilcisi. Onunla sendikalaşma sürecini, işyerlerindeki sorunları, temsilci ve kadın olma hallerini konuştuk. 
Paylaş:
Necla Akgökçe
Necla Akgökçe
nakgokce@gmail.com
Necla Akgökçe

Emine Can Deriteks Sendikası’nın örgütlü olduğu Tuzla’daki CPS fabrikasında makine işçisi ama aynı zamanda işyeri temsilcisi. Onunla sendikalaşma sürecini, işyerlerindeki sorunları, temsilci ve kadın olma hallerini konuştuk.   

Deriteks Sendikasında örgütlü CPS Otomotiv ve Tekstil fabrikası İstanbul Tuzla’da bulunuyor. Fabrikada Mercedes, Volkswagen, Audi gibi araba markalarına koruma kılıfı üretiliyor. Dikiş işlerinin olduğu her fabrika gibi burası da kadın ağırlıklı diyebileceğimiz bir iş yeri… Pandemi’de epey sıkıntı yaşandı, sendikanın açıklamalarına göre patronlar arasındaki anlaşmazlıklar, işyerinde gerekli temizlik ve hijyen koşullarını sağlanmaması, üzerine pek çok işçi Corona’ya yakalandı. Anlaşmazlıklar hala sürüyor, işçilerin maaşları,  aksıyor, belirsizlik çalışanları etkiliyor… CPS’de çalışan ve sendikanın örgütlenme sürecinden itibaren aktif görev alan işyeri temsilcisi, Emine Can’la kadın işçi olmayı, temsilci olmayı, sendikal mücadeleyi biraz da, ev hayatını konuştuk.      

Emine Can, 28 yaşında genç bir işçi kadın 8 Yıldır CPS’de çalışıyor, şu anda Deriteks Sendikası’nın işyerindeki üç temsilcisinden biri.  Fabrikada 170 işçi var ve çalışanların 85’i kadın. Sendikayı işyerine sokmak için mücadele edenlerin başında yer alıyor Emine, zaten o nedenle temsilci seçilmiş.  Giresun’dan gelmişler Çayırova’ya epey uzun zamandır orada yaşıyorlar. Bekar ve ailesi ile birlikte kalıyor.  İşyerinde şartlar çok kötüymüş ilk zamanlar. Ağır çalışma koşullarının düzelmesi ve düşük ücretlerin yükselmesini sağlamak için, işyerine sendikayı getirmeye karar vermiş işçiler.  2014 yılında başlayan örgütlenme faaliyetleri sırasında tereddüt etmeden sendikaya üye olmuş Emine.  Üye olmakla kalmamış sendikanın örgütlenme sürecine hemen katılarak kendisi de üye kaydetmeye başlamış. “ Sendika buraya Binali Başkan (Bir önceki şube başkanı) döneminde girdi. İlk zamanlar sendika nedir bilmezdim. O sıralarda İsmaco’da grev vardı, grev nedir, direniş nedir onlardan da haberim yoktu. İsmaco Grevi sırasında, dayanışmalar örgütlendi oralara gittik. Bunlar insana hep deneyim kazandırıyor”  diye anlatıyor.

Sendikanın örgütlenme süreci her yerde olduğu gibi epey sancılı geçmiş. Önlerine epey engel çıkmış, işçileri vazgeçirmeye çalışmışlar, bazı işçilere de, sendikaya üye olmamaları için para teklif etmişler:  “Yine de yılmadık tek tek herkesin yanına gittik, üye yapmaya çalıştık, bunlar arasında patron yanlıları da vardı, biz daha yerimize gitmeden, bu çalışmalar hemen patrona ulaştırılıyordu ama devam ettik. Yüzde 51’lik çoğunluğu sağladık ve yetki aldık.” Evet azmin elinden kim kurtulur.

Beş lira zam aldı

Fakat, yetki almakla iş bitmiyor elbette işveren her zamanki taktiklerine başvurup, yetkiye itiraz ediyor, bu işkoluna girmez, fabrika, filan diyorlar. Mahkeme epey sürüyor, o ara Soma faciası yaşanıyor, dışarıda eylem içeride sendikalaşma mücadelesi… Arkadaşlarının bir kısmı yılarak işten ayrılıyor. Üye sayıları düşüyor.  Ama onlar yeni gelenleri de üye yaparak işin içine katıyorlar. Son itirazlarını da işe yaramıyor patronların. Yetki alınıyor. Sendika patronu toplu sözleşme görüşmelerine çağırıyor, hiçbir çağrıya yanıt vermiyorlar. Mobbing, baskı devam ediyor: “Bu sırada sendikacı yöneticileri sürekli gidip geliyordu işyerine. Bir arkadaşımız, soğuk havada sendikadan gelen arkadaşlarımıza çay verdi diye normal zammını alamadı, hiç unutmuyorum, beş lira zam verdiler ona”.

“Buraya hayatta sendika girmez, girmesine izin vermeyiz” diyor patron, birçok işçiyi işten çıkarıyor. Yılmamak, mücadele etmek, onun en çok kullandığı sözcükler arasında. Yine “Biz yılmadık, direndik” diye devam ediyor Emine… Bu arada işten çıkarılanlar için sendika işe iade davaları açıyor, birkaç tanesini kaybetseler de epey bir davayı kazanıyorlar. Beş kuruşsuz atılan işçiler, tazminatlarını alıyor, ellerine bir miktar para geçiyor. “ Bu arada biz hiç vazgeçmedik, birlikteliğimiz hiç bozulmadı. Sendika bu süreçte bir dakika yanımızdan ayrılmadı. Emeğimizi kimseye gasp ettirmedik”.

Direne direne kazanacağız, diyoruz ya çoğu zaman onlarda da öyle olmuş; kazanmışlar. İlk toplu sözleşme 2018 yılında yapılmış.  2020’de toplu sözleşmenin süresi bitmiş, işverenler yine toplu sözleşme görüşmelerine gelmemişler. Sonrası elbette grev “28 Ağustos 2020’de greve çıktık. Grev beş gün sürdü. Gece gündüz kadınlı, erkekli nöbet tuttuk, görev dağılımını o kadar iyi düzenledik ki; grev yerinde, herkes her işi yaptı.”  Şeytanın avukatlığını yapmak da bize düşüyor… Çayı kim yapıyordu, kim servis ediyordu, diye soruyorum. Ama hiç açık yok, o tam anlamıyla bir sendika elemanı.  Çaylarını çay ocağı işlerinden anlayan bir erkek arkadaşlarının yaptığını söylüyor ve  “Temizliği de güne göre paylaştırdık. Yemek de sandviçti zaten” diye devam ediyor. Grev başarılı oluyor. Beş gün sonunda tekrar toplu sözleşme imzalanıyor.

Toplu sözleşmeden memnunlar mı? Evet, sendika fabrikaya girmeden önce ücretleri bin 700 TL kadarken sendika girdikten sonra bu rakam artmış, şu anda sosyal yardımlarla birlikte yemekti- bayram parasıydı filan ücretler 3500 TL civarında.  Sendikalı olmanın faydalarına inanan Emine,  patronların koşulsuz iktidarına çok kızıyor: “İşçi olmazsa patron bir hiçtir” diyor.

Önceleri pek sindiremediler

Fabrikada işin zorluğuna göre bir ücret farkı varmış, ağır işleri yapanların daha fazla ücret almasında bir sakınca görmüyor.  Bilek gücü üzerinden tanımlanan hakim vasıf anlayışına göre daha “vasıflı işlerde” çalışan erkeklerin ücretleri belli ki daha yüksek. İşyerinde cinsiyete göre tanımlanan bir işbölümünün olduğunu farz edebiliriz.

Nasıl temsilci seçilmiş temsilci olmasının kadınlara yararı var mı,  bunları konuşalım istiyorum. Sendikalaşma sürecindeki çabalarından dolayı ilk toplu sözleşme görüşmeleri için üç temsilci atanmış, onlardan biri de Emineymiş.  Daha sonraki temsilci seçimlerinde ise yine aynı kişiler temsilci seçilmişler. “Bana itiraz eden kimse olmadı, herhalde memnunlar, yoksa değiştirirlerdi”  ee doğruya, doğru… Onun temsilci olması kadınlar açısından epey kolaylık sağlamış elbette  “ Geçen gün kadın işçilerden birinin ciddi bir regl kanaması vardı, idareye kendisi söyleyememiş, bana anlattı, ben de gittim izni aldım geldim. Kadın kadına konuşmak daha rahat oluyor

Bir kadının temsilci olmasını ilk başta erkekler pek iyi karşılamamışlar, “Pek sindiremediler egoları çok güçlü, beni dinlemek istemediler. Kadınız ya erkeğe bir şeyi yap diyemeyiz…” diye durumu özetliyor. Fakat zamanla yola gelmişler, artık herkes kabul etmiş onun temsilciliğini…

Emine fabrika içinde üretimde, makinede ve genellikle de 16- 24.00 gece vardiyasında çalışıyor.  Ama servis olduğu için pek zorluk çekmiyor. Sendikada ayda bir kere olan işyeri temsilcileri toplantılarına da eğitimlerine de düzenli bir biçimde katılıyor.

Sendikaya hayran, dedim ya.  Genç kadınsın ailenle birlikte yaşıyorsun, sana karışıyorlar mı diye soruyorum yanıtı aynen şöyle oluyor. “ Sendika benim evim gibi. Haftanın dört beş günü hep oradayım. Geçen şube başkanı bana kahve yaptı, Musa Bey (Genel Başkan) merkeze gittiğimde bize yemek bile pişiriyor.”  Yani… Öyle işte.

Şu anda işyeri zorda işverenlerin kendi aralarındaki anlaşmazlık nedeniyle 17 gündür çalışmıyorlarmış. Ücretleri bazen gecikmeli olarak aldıklarını anlatıyor. “ Bir belirsizlik huzursuzluk var. Önümüzü göremiyoruz” diyor.

Emeğin sömürmediği bir dünya

Ama ben tekrar eve, kadınlar üzerinde erkek egemen baskı ve sömürünün en yoğun olduğu alana dönmek istiyorum. Bekar, çocuk da yok, anne- baba evinde ev işleri yapıyor mu?
Evet, yapıyor, evdeki bazı işler onun üzerinde. Kadınsanız, dışarıda ücretli çalışıyorsunuz diye ev işlerinden kurtulamıyorsunuz.

Türkiye’de kadın olmanın çok zor olduğunu, yaşam hakkının en doğal haklardan biri olmasına rağmen, kadınların cinayete kurban gittiğini söylüyor: “Her gün üç kadın öldürülüyor. Kadın cinayetlerinin bu kadar fazla olması çok kötü, kadınların öldürülmesine mutlaka bir çözüm bulunmalı” diyerek kadın cinayetlerine tepkisini dile getiriyor.

Kadınlar yeteri kadar özgür değiller ve erkeklerle eşit insanlar olarak görülmüyor: “Kadına akşam şu vakitte evinde ol, denir ama erkeğe bir şey denmez, o istediği gibi gezer. Oysa kadınlar hayatın her alanında eşit olmalı

Kadın işçilerin çoğu zaman, evdeki işler ve kocaların izin vermemeleri nedeniyle sendika toplantılarına katılamadığını, aynı kocaların kadın eve para getirirken, çalışırken, hiç ses çıkarmadığını, bugün yoruldun mu? diye bir soru sormadıklarını bunu hiç de adil bulmadığını söylüyor.

Ona göre, kadın ve erkek eşittir ve eşit haklara sahip olmalıdır.” Ben çalışıyorum, ben yoruluyorum, bedelini kendi ödediğim hayata kimseyi karıştırmam. Bu hayat bizim, birilerine kulluk etmek için gelmedik bu dünyaya. Kimseye kulluk etmek istemem. Emeğin ve insanın sömürülmediği kadınların daha özgür yaşadığı bir dünya istiyorum.”

Paylaş:

Benzer İçerikler

Türk-İş dün 81 ilde “Zordayız, geçinemiyoruz” diyerek eylem çağrısı yaptı. Ancak işçiden habersiz, fabrika ve işyerlerinden uzak bir eylemden beklenileceği üzere zayıf görüntüler ortaya çıktı. İstanbul’daki eylem bunun en sarih örneği oldu.
Bornova’da üretim yapan Kristal Yağ işçilerinin asgari ücrete tepkileri sert oldu. TİS masasından kalkan işçiler bir ayı aşkın süredir grevdeler. Emekçilerin market alışverişlerinde yaşadıkları adeta bir trajedi. Poşetleri neredeyse boş. Kristal Yağ Fabrikası işyeri temsilcisi Gülnaz’la görüştük.
Çalışanların yüzde 60’ını kadınların oluşturduğu fabrikada, işçiler ağır ve işçi sağlığını hiçe sayan çalışma koşulları nedeniyle sendikal örgütlenme mücadelesi yürütüyorlardı. 10 Haziran’da 145 kişinin işten atılması üzerine direnişe geçen ve sendikalarıyla da sorunlar yaşayan Esitaş işçisi kadınlarla konuştuk.
“Ben 19 yaşındaydım, ilk defa işe girmiştim. Çoluk çocuk diyeceğimiz arkadaşlar vardı. En yaşlısı bendim diyebilirim. 13-14 yaşında çalışan kızlar vardı. Kimisi ablasının kimisi annesinin nüfus kağıdıyla işe girmişlerdi. Daha sonra bir hak tanındı. Herkes kendi gerçek kimliğiyle devam etti işe. Böylesi bayanlarla katıldık yürüyüşe. Asıl olarak 15-16 Haziran Yürüyüşü’nden sonra bilinç kazanmaya başladık.”
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!