Birçok işçinin mesai saatleri arasında verdiği molalar, nefes aldıran uygulamalar. İş baskısı nedeniyle, yoğun çalışmanın beden sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerini çok az da olsa hafifletiyor bu kısa iş paydosları. Molalar, en çok da kadın işçiler için çok önem taşıyor.
Esma Öncü, metal sektöründe çalışıyor. Evde, akşamdan ertesi günün yemeğini pişiriyor işin üzerine sinen yorgunluğuyla… Sabahleyin çocuklarını doyurup, onları okul servisine bindirdikten sonra saat 07.20’de fabrikaya geliyor. Neredeyse hiç dinlenmeden yoğun bir çalışma gününe başlıyor. Ev yükü de üzerinde olan Esma’ya, 10 dakikalık çay araları çok iyi geliyor.
‘İşimi kaybetmeye cesaret edemem’
37 yaşındaki Melek Akbay ise 2017’ten beri metal sektöründe. Çocuğu yok, sağlığı elvermediği için hamile kalamamış. Dizlerinde problem var. İşi ayakta yapıyor. Bu da onun bünyesini daha çok etkiliyor. Baş ağrıları ve baş dönmesi oluyormuş bu şekilde çalışırken. Mola onun için elzem. Genellikle saat 15.00’ten sonra acıktığını ve molalarda bir şeyler atıştırmanın iş performansını etkilediğini söylüyor. Sağlığıyla ilgili işyerinde şefiyle veya amiriyle hiçbir şey paylaşmıyor; “Sağlığım nedeniyle işimi kaybetme korkusuyla herhangi bir sağlık sorunumu dile getirmeye veya şikâyet etmeye cesaret edemiyorum. Çünkü eşim rahatsız, çalışamıyor son iki yıldır. Evin geçimi bana ait” diyor.
Molaya yakın takip
Eylem’in anlattıklarından ise şu genel bilgiyi ediniyoruz: Birçok fabrikada üç vardiya var. İşçilerin büyük bir bölümünün yemek saati haricinde mola hakkı bulunuyor. Ne var ki, hemen her işçinin dile getirdiği gibi bu süre çok kısa. “Sigara içmek, tuvalet ihtiyacını gidermek, ayakta çalışan bir bölüm işçi için oturup dinlenmek, soluklanmak imkânsız bu verilen sürede. İşçi sigara içmek için iki dakika daha molayı uzattığında çok baskı oluyor” diyor metal çalışanı Eylem. Yönetimin çay molalarını yakın takibe aldırdığını anlatıyor. İşyerinde Türk Metal’in örgütlü olduğunu belirtiyor. Sendika temsilcisinden de baskı görüyorlarmış. Sonrası tutanaklar, uyarıcı konuşmalar ve artan mobbing… Sadece çay-sigara için değil, birçok gereksinim için de mola ihtiyaç. Bu ihtiyaçlar yönetim tarafından lüks olarak görülebiliyor.
İşçiler dayanamayıp keki yiyince…
Öyle inanılmaz olaylar oluyor bu molalarda. Sevim Akkoç’un çalıştığı fabrikada moladan dolayı başına gelen vaka oldukça çarpıcı. Evden kek getiren Sevim, çay molasında keki iş arkadaşlarına ikram etti. Bundan dolayı da işten atıldı! Olay iş mahkemesine kadar taşındı. Kendisine mobbing uygulandığını söylüyordu. Yönetim ise “yasak olan yiyecekleri üretim alanında yediklerini” beyan ediyordu. Dava dilekçesinde şöyle diyor: “Evde kek yaptım. Saat 10.00’da molaya çıkıyoruz. Keki molaya beş dakika kala arkadaşlarıma ikram ettim. Yanımdaki bir, iki arkadaşım dayanamadı yedi. Bant şefimiz, ‘Mola geldi mi, niye kek yiyorsun, yasak değil mi?’ diye bağırdı.” Uzayıp gidiyor hâkime verilen beyan. Bu garip ifadeler mahkeme dosyalarına giriyor.
Asıl kadın sorunları dile gelmiyor
İşyerlerinde şiddet ve cinsel taciz gibi sorunlar yaşanırken, kadın işçinin önüne konulan bu tür meseleler baskının düzeyini gözler önüne seriyor. Eşitsizliğe, ayrımcılığa, yoksulluğa, şiddet ve tacize karşı sesini yükseltmeye daha sıra gelmeden, işçiyi “çayı fazla sürede içtin” cenderesine sokuyorlar! Kısıtlanmaktan kurtulamayan işçiler, hakları olan o 10 dakika arada kendilerini güvende hissetmiyorlar. Erkek hâkimiyetindeki işyerlerinde sendikal yetkiler de kadınlarda değil. Baştemsilcilerin ve temsilcilerin neredeyse tümü erkek. Dolayısıyla bu erkek egemen çalışma düzeni, emekçi kadınları daha fazla ve geniş kapsamlı yasaklarla karşı karşıya bırakıyor.
Baskıda baştemsilci önde!
Bazı fabrikalarda yaşanan mobbinglerde, sendika temsilcilerinin de rolü olduğu şeklinde gelen bilgilerin de altını çizmiştik. Örneğin Türk Metal Sendikası’nın örgütlü olduğu Dephi-Aptiv Otomobil Fabrikası işçileri bu türden bir “çay saati” baskısı yaşamışlar. Ne kadar sürede çay içiyorlar, bu süreyi dakikalarla sayıyorlar! Bunu not edenler arasında işyeri temsilcisi de var. “Çay paydosu ve işçi” ilişkisi adeta sıcakta serinlemek gibi. En önemli anlar bu molalar, fabrikalarda. Çayın nasıl sakinleştirdiğini, işin yorgunluğunu az bile olsa nasıl aldığını biliyoruz. Dephi-Aptiv’de bir baştemsilci özellikle kadın emekçilerin çay saatinin süresini hesaplıyor. Yani bir bardak çayın kaç dakikada içilmesi gerektiği önemli bir mesele olmuş.
Sosyal medyada isyan ettiler
Metal işçilerinin oluşturduğu sosyal medya sayfasında da çay mobingine tepki şu cümlelerle yer aldı: “Bir baştemsilci düşünün, aidatını aldığı işçi sayesinde koltuk sahibi olan. Baştemsilci efendi, kadın arkadaşlarımızın çay saatini hesaplıyor, kadın işçiler ile tartışıyor. Yazıklar olsun, işçinin temsilcisi olması gerekirken, beyefendi işveren sendikasının ve işverenin temsilciliğini yapıyor. İşçilerin çay saatinin çetelesini tutuyor. Her türlü mobbing var ortada yoksun ama işçilere baskı konusunda bir numarasın!” Bu paylaşımlar devam ediyor; çünkü baskı da büyük öfke de… Diğer paylaşımlarda metal işçileri, baştemsilcinin daha da ileri gittiğini, kadın işçilere sözlü şiddette bulunduğunu vurguluyor. Sorun yine aynı; çay molasında fazla kalmış kadın emekçiler!
Sendika temsilcisi 15 dakika dinlenmeyi fazla buldu
Şule ise pek çok işyerinde emekçilere yönelik tehdit ve baskının yaşandığını ama kendi işyerinde bunun daha yüksek olduğunu söylüyor. Fabrikanın adını paylaşmak istemiyor:
“Aslında bizim mola süremiz 15 dakikaydı. 10 dakikaya indirdiler. Türk Metal’in sendika temsilcisi bu hakkımızın kırpılmasına ‘makul’ dedi. Dinlenme saati için mücadele, yaşam için de mücadele demek. Ben bantlarda çok yoruluyorum, çay paydosunda kendime geliyorum. Ama bunlar bizim dakikamızı sayarak bizi tam bir robot yaptılar. Robotlukta iyice ileriye gittiler. Şu anda işyerinde birbirimizle konuşmamız yasak. Karşılıklı iki kelime etmeyi yasaklıyorlar. Ben arkadaşıma molada bir derdimi anlatacağım, onu da elimden alıyorlar, çünkü vakit yok. Dakikalarımızı saymaları çayı gerçekten boğazımıza diziyor!”
Yoğurt kovası üzerinde dinlenmek
Başka bir fabrikadaki işçi Gülseren Anbar’ın yaşadığı ise ‘yeter artık’ dedirtiyor. Anlatıyor:
“Molaya çıkıyoruz ama dinlenme alanı yok. İşyeri mutfağına gidip eski yoğurt kovalarını alıp, onu tuvaletin önüne koyup o şekilde dinleniyoruz. Bütün gün ayakta üretim yapan işçi ara verildiği zaman oturmak zorunda ama yer yok. Patronlar bizim 24 saat ayakta kalabilen süper güçte insanlar olduğumuzu düşünüyorlar! Ne demek tuvaletin önünde yoğurt kovasını tabure yapıp çay içmek. Görülmüş mü böylesi? Bizlere neden ‘Şu alan sizin, oturmanız için düzenledik. 10 dakikayı burada geçirin’ demiyorlar? Neden, işçinin hakkı hukuku yok?”
‘Saatin farkında mısın?’
Saime Koncu da metal sektöründe bir beyaz eşya işçisi. İşten çıkarılan bir emekçi. Toplu olarak atılmış işçiler beş ay önce. Buzdolabı üreten fabrikasında yarış atı gibi durumların nasıl yaşandığından söz ediyor. Moladaki işçi koşturmacasını şöyle anlatıyor:
“Bizlere ‘çay molası’ olarak verilen o 10 dakikada tuvalet ihtiyacımızı da gidermek zorundayız. Çay içmeyi, tuvaleti ve dinlenmeyi bu 10 dakikaya sığdırıyoruz. Burada bırakın dakikayı, saniyelerimizi de sayıyorlar. Mola bitip yerimize geçince devamlı sert bir bakışla, çoğu kez de hakaretle, ‘Saatin farkında mısın?’ diyen bir şefle uğraşıyoruz. Süreyi aşan her işçi kadın birçok ağır söze maruz kalıyor.”
Bir dakika bile ücretten kesiliyor
Eda Göktürk ise farklı bir uygulamaya dikkat çekiyor. “Molalarla bizde sıkıntı yok, nasılsa cebimizden ödüyoruz” diyor kinayeli bir ses tonuyla. Ne demek istiyor? Şöyle yanıtlıyor: “İşveren fazla molanın parasını kesiyor saat ücretinden.” İki dakikalık bir gecikme için o iki dakikanın ücretini de alıyor mu? Şöyle açıklıyor:
“Otomatik sistem parmak okumalı. Dakika dakika hesaplıyor. Aynı fabrikaya sabah girişlerimiz nasıl parmak okumalı sistemle belirleniyorsa, mola giriş ve çıkışlarını da bu sisteme bağladılar.”
Eda, bütün gün ayakta çalışanlar için molaların çok önem taşıdığını söylüyor:
“Gerçekten çok yorgun hissediyorsunuz kendinizi. Ayakta çalışmak üç kat yoruyor çünkü. Yedi- sekiz saat sonra kendinizi ağrıyan ayaklarla yürürken, adeta o ayakları hissedemeyecek bir duruma geliyorsunuz. Eve gittiğimde ayaklarımı yüksek bir yere uzatamazsam kendime kolay kolay gelemiyorum. Böyle bir mesai sisteminin içinde yer almamıza ben patron faşizmi diyorum, başka ne denir ki!”
Fotoğraf: Dephi-Aptiv Otomobil Fabrikası