BEN GÜLTEN

Birazdan anlatacaklarım pek çok kadının hayatından farklı olmayan kısa bir yaşam öyküsü. Yüzlercesinden sadece bir tanesi. Asla yalnız değiliz aksine çokuz biliyorum bunun için anlatmak istiyorum. Bu, benim hikayem.
Paylaş:
Sare Öztürk
Sare Öztürk
ozturksare48@gmail.com
Sare Öztürk

Birazdan anlatacaklarım pek çok kadının hayatından farklı olmayan kısa bir yaşam öyküsü. Yüzlercesinden sadece bir tanesi. Asla yalnız değiliz aksine çokuz biliyorum bunun için anlatmak istiyorum. Bu, benim hikayem.

Merhaba, ben Gülten. Aslında adım bu değil benim, ama siz öyle bilin beni. Ruhum da bedenim de çok yandı, çok yara aldı. İnsanın teni üzülür mü hiç benim üzüldü işte. O yüzden ben de Gülten deyiverdim kendime. Tenim de yüzüm de ruhum da gülsün istedim. Gülten dedim kendime.

Ben 9 yaşımdaydım çeltik tarlalarını bırakıp geldiğimizde iki yakalı büyük şehre. Köy gibi değildi, başkaydı buralar. Tarlalar yoktu, evler kat kattı. Biz de evin içinden kafanı yukarı kaldırdım mı sokağı anca görebildiğimiz bir kapıcı dairesinde yaşamaya başlamıştık ana-baba, 5 de kardeş. Babam apartmanın kapıcısı olmuş, okuması yazması olmayan annemse yazmasının iki ucunu boynunun altından sıkıca bağlayıp bir eline naylon torbasını diğer eline de beni alıp evlere temizliğe gitmeye başlamıştık. Ne değişik gelirdi yılan gibi uzanan yollar ve ne çok insan vardı. İlk o zaman binmiştim vapura, biraz da korktuydum aslında. Denizin ortasında öyle neme lazım… Hele gittiğimiz evler daha bir başkaydı. Kocaman, ışıl ışıl avizeleri vardı hatırlıyorum. Bir de bizim evden yukarı bakınca sokağı görüyorduk, bu evlerin camından aşağı bakmak gerekiyordu sokağı görebilmek için. Ben dolanırdım evin içinde annem beni “Aman bir yere dokunma!” diye tembihleye tembihleye her yeri pirüpak ederdi. Akşam yine yazmasını boynunun altından sıkıca bağlar, aynı sıkılıkta elimi tutar, telaşla evin yolunu tutardık. Bugün aklıma geldikçe hala şaşarım. Yol bilmez iz bilmez okuma yazma da bilmez kadın nasıl olur da koca kentte yolunu bulurdu?

O kadar çok ev temizledim ki

Ana mesleğini de baba mesleğini de yaptım ben. Annemle gündeliğe gide gele epey deneyim elde ettim. Yaşım da ilerleyince ben de başladım gündeliğe gitmeye. Okula gitmedin mi demeyin gittim elbet ama beş kardeşiz okul okumak ne mümkün. İlkokula zor gittik. Sonrası; ev temizliği… Uzun yıllar evlere temizliğe gittim. Öyle her yere yollamazlardı malum genç kızsın her yere emanet etmezlerdi. Yanımda güvenilir biri olurdu ya da onun önerdiği güvenli bir ev.  O kadar çok ev temizledim ki! Sildim süpürdüm pakladım. Bir sonraki hafta yine aynı evi sildim süpürdüm pakladım.

Bir ara babam düzenli iş olsun diye bir tanıdığının ofisine işe gönderdiydi. Yaşım daha on altıydı ama yaşıtlarıma göre büyük görünürdüm. Neyse babamın tanıdığı avukatın ofisinde sekreter olarak çalışacaktım. İkinci gündü ben avukattan bir işkillendim. İçime sinmeyen bir şey vardı. Sürekli yanımdan geçiyordu. Bir gün beni yanına çağırdı öyle sıradan bir çağırma değildi bu hissettim, bana yaklaşmaya çalıştı. Çantamı kaptığım gibi kaçtım oradan. Olanın ne olduğunu bilmiyordum ama kötü bir şey olduğunu hissediyordum. Taciz olduğunu çok sonra öğrendim. Babama diyemedim tabii korkumdan. İşi yapamadım. Orda çalışmak istemiyorum, dedim. Üstüme gelmedi o da. Evlere temizliğe gittim yine oralarda da ne yazık ki tacizle karşılaştım hep kaçmayı başardım. Başka da bir şey yapamadım. Bugün bakınca neden ses çıkarmadım diyorum. Korkuyordum. Çok korkuyordum.

Sonra Kadıköy’de Fenerbahçe taraflarında güvenilir evde yatılı bakıcı olarak çalışmaya başladım. Çok zengin bir aileydi. Çocuklarına bakıyordum. Orda ilk kez kendime ait bir odam oldu. Küçücük bir odaydı akşamları yatağımda oturur öyle odayı seyrederdim, severdim orda olmayı, hayal kurardım hep. İyi de bir aileydi çalıştığım yerdekiler. Mesela yemeklerde asla ayırmazlardı. Onlar ne yerse ben de aynısını yerdim. Hafta sonu izin alıp annemlerin yanına da gidebiliyordum. Üstelik de izine gideceğim zaman harçlık verirlerdi. Maaşımı annemlere verip harçlıklarımı da biriktiriyordum. O dönem evi ben geçindiriyordum desem yalan olmaz. Evlenince ayrıldım o evden.

Evlendim dayak başladı

Âşık oldum, bizim memleketten biriydi. Gençtik, yoksulduk yine de evlendik. Yine az ışık alan bir evde yaşamaya başladık. Ben âşık oldum diyorum ama nesine oldum acaba, diye soruyorum şimdi. Evlendikten sonra gördüm kocamın kollarındaki jilet izlerini. Meğer madde bağımlısıymış, saklamış hep benden. Fark etmedim. İlk başlarda utandı yanımda yapmadı. Dışarda içti eve öyle geldi geldiğinde de hep şiddet uyguladı bana. Gel zaman git zaman işler çığırından çıkınca iyice utanmaz oldu, yanımda çekmeye başladı bir şey diyemedim. Tak edince artık yapma dedim. Desem ne olacak cevap şiddetti yine. Daha fazla anlatmayayım bu kısır döngü epey devam etti. Hamile kaldım, son ayım. Kocam eve 2-3 haftada bir gelmeye başladı. Bir gün haberi geldi. Tren kazasında kaybetti hayatını. Çok üzüldüm. Cenazeden iki gün sonra doğum yaptım. Zaten alt üst olan hayatım daha da çıkmaz bir hal aldı. Bu kez de kucağımda bebekle dul kadın olarak kaldım ortada. Ailem, akrabalarım, komşularım hepsi ama hepsi aynı şeyi söylemeye başladı: “Dul kadınsın onu yapma, dul kadınsın bunu yapma, böyle giyinme, falanca yere gitme…” Kimse de demedi bu kadın nasıl geçinecek! Sigorta yok, maaş yok. Yalan yok ailem destek oldu ama onun da gücü bir yere kadar.

Peki ya senin isteklerin

Bebeği anneme bırakıp ev temizliğine gitmeye başladım yine. Dul kadındım aman gitmemeliydim. Gittim mecburdum. Onlar dul kadın dedikçe ben küçüldüm sanki. Sokakta hep duvar kenarlarından tedirgin tedirgin yürüdüm. Memeleri çıkınca utanan genç kızlar gibi göğsümü içime çekip, hızlı ve telaşlı adımlarla işten çıkıp eve dönüyordum. Sanki alnımda yazıyordu dul kadın diye, sanki herkes biliyordu, öyle hissediyordum. Bir gün dedim: “Kız Gülten bu işin sonu yok. Sen hep bunlar ne der diye mi yaşayacaksın? Peki, dedim senin isteklerin nerde, sen nerdesin?” Bunu dedim ya, bir rahat ettim. El alem ne der demeyi bırakınca sokakta daha rahat yürümeye başladım, nefes aldım. O gün bugündür de kimseyi umursadığım yok, kim ne derse desin.

Ekonomik sorunlarım hep oldu. Bir gün bile sigortam olmadan çocuk büyüttüm. Çocuğun işitme kaybı vardı doğuştan. Bir cihaz ne kadar siz düşünün! Kira vermek başlı başına dertti. Dedim ya ana mesleği de baba mesleği de yaptım diye. Bir apartmanın kapıcı dairesinde kalmaya başladım. Hem apartmanın işlerine baktım merdiven sildim hem gündelik ev işi çıktıkça temizliğe gittim. Düzenli gittiğim evler oldu. Arada yeni evlere de gittim. Gün geldi hiç çıkmadı. Olsun, dedim. O yıllardan bana karpal tünel (sinir sıkışması) hastalığı armağan kaldı. Meslek hastalığıymış, bez sıkmaktan oluyormuş öyle dedi doktor.

Tenimiz gülsün istiyorum

Bugün 40 yaşındayım. Benim çocuk büyüdü boyu beni geçti. Hâlâ az ışıklı bir kapıcı dairesinde oturuyoruz oğlumla. Oğlumun en büyük hayallerinden biri yüksek kattaki bir evde oturmak. Ne yapsın çocuk hiç göremedi ki! Altı yıldır bir ofis işinde çalışıyorum. Çay servisine ve temizliğine bakıyorum. İlk kez sigortam burada yapıldı. Asgariden yatırıyorlarmış aman olsun da dedim. Emeklilik hayal zaten. Burada da zorluklar var ama olsun en azından her gün geldiğin yer belli. Başka da ne yaparım, ne yapabilirim bilmiyorum. Gündeliğe gidilmez bu yaştan sonra, yaşı geçtim o ağır işi bedenim kaldırmaz. Bıktım da zaten temizlikten, ömrüm silmekle geçti.

Son bir şey söyleyeyim de bitireyim. Kitaplarla tanıştım ben sonradan. Epey de okudum yalan yok. Bir gün Sıfır Noktasındaki Kadın diye bir kitap okudum, çok çok etkilendim. Onlar onlar, diye bahsediliyordu kitabın başında. Neden bahsettiğini anlamamıştım ilk başta. Meğerse erkeklerden bahsediyormuş. İşte ben o zaman aydınlanma yaşadım. Sonradan da düşündüm de biz kadınların başına ne geliyorsa erkekler yüzünden geliyor dedim. Bakıyorum da hep öyle oldu. Şiddeti ilk gördüğüm günden beri kadın sığınma evi açma hayalim var benim. Nasıl olur bilmiyorum ama param olursa bir gün kadınların yaralarını saracağı bir yer olsun istiyorum. Çocukların sesleriyle, kadınların kahkahalarıyla dolsun istiyorum. Bugün soruyorum kendime kocam ölmeseydi o şiddet döngüsünden çıkabilir miydim? diye. Galiba bir başıma yapamam diye korkar, çıkamazdım o girdaptan. Ama oluyormuş insan bir başına kalınca da yaşayabiliyormuş. Bir de o şiddet bitecek zannediyor insan, bir yerde son bulacak diye düşünüyor. Öyle olmayacağını çok sonra anladım ben. O döngü başlayınca bitmiyor aksine daha çok artıyor. Yaşamak için oradan çıkmak gerekiyormuş, ses çıkarmak gerekiyormuş, bağırmak gerekiyormuş. Bu yüzden yazıyorum bunları. Biz kadınlar yalnız değiliz biliyorum. Herkes de bilsin, kadınların teni gülsün istiyorum.

Görsel: Anna Cunha

Paylaş:

Benzer İçerikler

Berivan, kendisine şiddet uygulayan erkekten yıllardır boşanmaya çalışıyor. Yedi çocuğuyla Diyarbakır’da yeni bir yaşam kurmuş ama hâlâ tedirgin. Hep kayıtdışı işlerde çalışan Berivan, “İşçi olarak zaten hiç güvencem olmadı, kadın olarak ise tek güvencemiz 6284 sayılı kanun. Ama şimdi o da tartışılıyormuş” diyor.
Bu yıl 8 Mart’ta kadınlar olarak yas, isyan ve mücadele azmiyle sokaklardayız. Depremde on binlerce insan yaşamını yitirdi. Bunun bir doğa olayı değil, insan eliyle işlenen cinayet olduğunun farkındayız. Birbirimizin aklına, duruşuna, mücadele azmine ve bunların birleştirilmesine; feminist politikaya her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var…
Çorumlu Fatma, hayatında ilk defa Mor Mekan’a gitti. Eşi işten atılmıştı, ona desteğe geldi İstanbul’a. Sonrası hep ilk… Denizi ilk kez gördü, vapura ilk kez bindi. Peki, hayatında ilk kez duyduğu Mor Mekan’ı ziyareti sonrası Fatma’nın hayatında nasıl değişimler oldu?
Ortada bir feminist/kadın hareketi olmasaydı da AKP’nin kutuplaştırıcı politikaları arasındaki büyük projesi yine kadın düşmanlığı olurdu. Çünkü AKP’nin fıtratı bu! Hayatlarından ve onurlarından taviz vermemekte ısrarlı olan kadınlar, tüm saldırılara karşı bir arada yürümeye devam edecek.
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!