eğer magazinle azıcık haşır neşirseniz cümlenin devamını tahmin edebilirsiniz.
fakat şunun altını çizmek isterim, saklama kabı gerçekten bir kültür. artmış zeytinyağlıları saklama kabına koyarak başlıyorsun, sonra misafirliğe dışarıdan bir şey alıp götürmek yerine, hadi kendim yapayım diyorsun, sonra bir bakıyorsun mutfak dolaplarından biri saklama kaplarıyla dolmuş.
klasik müzik dinlemeye rodrigo’nun gitar konçertosu gibi popüler parçalarla başlayıp şostakoviç’e falan varanlar gibi kimimiz de dondurma kaplarıyla yola çıkıp işi tupperware’e kadar götürmüşüzdür. bu markanın asla sızdırmayan, fiyatı da az buz olmayan saklama kapları, sağa sola yiyecek taşıyanlara göre. malum, birçok kadın sadece kendi evinde yaşayanlar için yemek yapmıyor; anne-babaya, zaman zaman kendi evinde yaşayan evlada yemek taşıyor ya da öğlen yemeğine dışarıda masraf etmemek için işyerine. tupperware’le sevgilisinin evine yemek götürenler olduğunu duysak da duymamazlıktan gelelim.
ama kabın içine konacak yiyecek herhangi bir yolculuk yapmayacaksa bunlara gerek yok. üç harfli marketlerde satılan saklama kapları iş görüyor. gerçi azıcık yan yattıklarında illa dışarı sızdıracak bir miktar sıvı buluyorlar, haşlanmış patatesin üzerine biraz limon suyu gezdirmiştim, onu mu sızdırdı dedirtiyor ama olsun.
aramızda mikroplastik kavramını duymuş olanlar da var tabii. bunların önemli bir kısmı kavanoz kadını. ama her kavanoz kadını bir değil, bunların içinde mikroplastiği falan takmayanlar da var, onlar turşu gibi daha geniş kapsamlı işlere girişenler. ayrıca yoğurt plastik kapta mayalanmaz. probiyotik lafını kimse duymamışken bile evde probiyotik üretenler. yalnız, kavanozların, ağzı genişçe, yüksekliği üç parmağı geçmeyen tipine dikkat çekmek istiyorum. bu tip kavanozlar boş olarak satılmıyor ve bunlarda reçel, hazır sos ve meze satılıyor! meze hadi neyse, bazıları gerçekten evde yapılamayacak kadar zor ama hazır sos ve reçel alanları saklama kabı kadını saymamız zor. nedenini aşağıda açıklayacağım.
şakayı bir yana bırakırsak, geçmişin -biraz da kırsala mahsus sayılan- turşuları, patlıcan, biber kuruları, salçaları çok mütevazı kaldı. bugün onları aşan bir, daha doğrusu iki olguyla karşı karşıyayız. bunlardan ilki tabii ki tasarruf. birçok şey evde daha ucuza mal ediliyor. ancak fabrikada üretilen yemekler satan en ucuz lokantalar evde yemek pişirmeyle benzer fiyatlarda satış yapıyor; o da belki. oralara da akşam vakti çoluğu çocuğu götürmek olacak iş değil. diğer yandan, artık niyeyse puding demeye başladığımız muhallebiden makarna sosuna kadar birçok şey evde katbekat kat ucuza mal ediliyor.
nice kadın termos edindi, dışarıda zaman geçirmek istediğinde çayını yanına alıp parklara gidiyor. kendi yaptığı keki de saklama kabında götürüyor.
dışarıda içine ne koydukları…
ama örneğin reçel, turşu, özellikle ucuz markalardan seçerseniz, evde asla mal edemeyeceğiniz kadar düşük fiyatlara satılıyor. bisküvi konusuna girmiyorum bile. bir paket fiyatına evde en fazla üç kurabiye pişirebilirsiniz.
ama reçellerde glikoz şurubu, turşularda limon tuzu, bisküvilerde hem glikoz şurubu hem de çeşit çeşit kimyasal var.
neyin zararlı, neyin zehirli olup olmadığını, sirkenin pestisitleri temizlemek bir yana aktive ettiğini, karbonatlı suda bekletmenin en etkili yöntem olduğunu falan öğrenme işi de kadınların sırtında. yoğurt mayalayan, turşu kuran, domates sosu yapan erkeklere instagram dışında rastlamadım. bütün bunları hesaba katarak, tıpkı yaşlı ve hasta bakımı gibi, bu işin hallini de devletten biz talep etmeliyiz, bence.
her gıdanın denetlenmesi, sağlığa zararlı gıdaların yasaklanması, hiçbir gıdada insan sağlığına zarar verecek maddelerin kullanılmaması gerekiyor. eğer uyuşturucu uyarıcı maddeler yasaksa, transyağda kızarmış cipsin de bu kadar rahat satılmaması gerekiyor değil mi?
hastaneleri, yoğun bakım servislerini, yenidoğan servislerini denetlemeyenler turşu mu denetler, diyeceksiniz. haklısınız.
sağlıklı beslenme konusu, bir trend olarak başlayıp bir kısmımız için bir takıntıya dönüştü. şişmanlama korkusuyla el ele, sofralarımızı işgal ediyor. ama bir yandan, kadınların erkeklerden daha uzun yaşamasının bir sebebi de bedenleriyle ilgili bilince sahip olmaları. bir parantez açayım burada, ilahi adalet gibi görünse de erkeklerin daha kısa yaşamasının esas önemli sebebi daha fazla kavgaya girmeleri, başta araba kullanırken olmak üzere daha fazla risk almaları.
gıda sanayiinin gelişmesinin kadınların evdeki işini kolaylaştırdığı iddia edilir hep; bu biraz çamaşır makinesi çıktıktan sonra çamaşır diye bir iş kalmadığı iddiasına benziyor ama gerçekten de asırlar boyunca evde üretilen gıdaların bir aşamada fabrikalarda üretilir olması evde yapılan üretimin sınırlarını daralttı, evdeki işi kolaylaştırdı. ama özellikle de sağlıklı beslenme bilinci geliştikçe ve fiyatların artmasıyla birlikte o sınırlar tekrar genişledi. enflasyonun, kıyafetlerin onarılarak tekrar kullanılması gibi yeni ev işleri çıkarttığını da hatırlatayım.
başlıktaki cümle doğru, ben saklama kadınıyım, buzluktaki domates sosları, mutfağın ışık almayan köşesindeki dizi dizi kavanozlar bana güven veriyor açıkçası. ama bu yetmiyor. içimizin tamamen rahat etmesi için, biz de nefes alabilelim diye, erkekler mutfağa, devlet denetime!