Geçtiğimiz günlerde Adana’da bir erkek işkence ederek bir kadını öldürdü. Buna kamuoyunda; “namus cinayetleri” deniyordu. Bir adam, kendi içinde bir “mahkeme” kurdu, kadını yargıladı ve vahşice öldürdü. 25 yaşındaki Ezgi Deler, “imam nikahlı” eşi tarafından demir çubuklarla dövüle dövüle öldürüldü. Nedeni kıskançlıktı. Kadını alt kattaki komşusundan kıskanmış ve katletmişti. Haber gazetelerde yer aldı. Yine katilin gözü bantlıydı ve soyadı yoktu! “Dini nikah ile yaşayan kadın”, “birlikte yaşadığı kişi tarafından öldürülen kadın” ifadelerini kullanıyorlardı. Sanki cinayeti Ezgi işlemişti! Katil zanlısının adı, Rasıl S.. Soyadı yazılmadan geçti her yerde. Haberin çatısı da “Dini nikah ile yaşayan kadın” sıfatı üzerinden kurulmuştu.
Yasaların tutarlı bir şekilde uygulanmaması
Namus cinayetleri ve kadın katliamları artık herkesçe duyuluyor. Yürek burkan ve öfke uyandıran vakaların görüntüleri artık bir köyde de yaşansa tüm ülkeye anında ulaşıyor. Yaşayan kadınların büyük bir bölümü gizlese de son yıllarda bu konu sık sık gündeme geliyor. Fakat yine de “damgalanma korkusu” ile çok az kadın yaşadığı şiddeti ifşa edebiliyor. Katillerin sığındığı neden hep aynı; Namus, kıskançlık. Oysa Frida Kahlo der ki; “Ahlak ve namus deyince sadece kadından konuşmaya başlayan herkes,ahlaksız ve namussuzdur!” Daha derine inilmesi ve herkesin ciddileşmesi gereken bir konu. Çünkü aile içi şiddette yasalar tek başına yeterli değil. Bu yasaların tutarlı bir şekilde uygulanmaması sorun.
Namus ve aldatma fobisi
Bu vakaların artışı katilin ailelerinin gizli veya açık desteğinden de kaynaklanıyor. Erkek egemenliğinden kaynaklanan “Namus” ve “aldatma” fobisi yok etmeyle sonlanıyor çünkü. Ülkede her yıl onlarca kadın öldürülüyor. Bunları gazeteler sayı olarak veriyor. Ne var ki arkasında aslında onlarca hikaye var. Fakat sanki bir kasedeki elma sayısından bahsediyormuş gibi, “şu kadar kadın öldü” şeklinde bu cinayetleri sayılara indirgiyor medya. Her insan hayatı değerli oysa. “Haydi bunu yazdık, savuşturduk. Yeni bir cinayete kadar işimize bakalım” anlayışı hakim! Geçtiğimiz yıllarda bu cinayetlerle ilgili tanık olduğumuz tek fark ise kamuoyundaki farkındalık ve toplumsal tepkiler. Bu tepkiler feminist kadınlardan yükseliyor genellikle.
‘Kadın olmak günah mı?’
Ezgi Deler’in nasıl bir hayatı vardı? Bunu öğrenmek için sormak istedik. Fakat Komşularından iki kişi “Ezgi ile fazla samimiyetim yok” diyerek konuşmadı. Demir sopalarla canı alınan birinin arkasından tek bir laf eden kimse çıkmamıştı Muradiye mahallesinde. Bu bakıştan dolayı Ezgi’nin cenazesine çok fazla kadın katılmadı. Ailesi ve akrabaları defnettiler. Acı onları tabutun başında konuşturdu sadece. Yengesi Fazilet Ataş da, “Kadın olmak günah mı? Kadın anadır ana. Elin erkeğinin öldürmesini kabul etmiyoruz. O adamın içeride olmasını kabul etmiyoruz bize versinler onu. Yeter artık kadın cinayeti olmasın, yeter” diye bağırıyordu. Anne Binnaz Deler, dizlerini dövüp çığlık atarken, genç kadının kız kardeşleri ağlayarak birbirlerine sarılıyordu. Annenin Kürtçe ağıtları yankılanıyordu cami avlusunda..
İlk eşten de şiddet görmüştü
Sonunda Ezgi’yi anlatacak biri çıktı. Alışveriş ettiği bir esnaftı bu. Ezgi o kadar acılar çekmişti ki… Hep birilerine sığınma, dertleşme ihtiyacı duymuştu. Esnaf da bunlardan biriydi. Beş kız kardeştiler. Annesi Binnaz, çok zor şartlar altında büyütmüştü kızlarını…”Kuru ekmekle” derler ya öyle. Esnaf adını verdi ama ben, bu korku içindeki sokağın sakinlerinden emin değildim. O nedenle yazmayacağım. Anlatıyor; “Bu Rasıl aslında Ezgi’nin 2. eşiydi. İlk eşinden de sürekli şiddet görünce ayrılmak zorunda kalmıştı kızcağız. Genç kadın nihayetinde. Yalnız olmak istemedi. Çocuğu ile ailesinin yanında sığıntı gibi kalmak da canını yaktı. O nedenle bu adama ‘evet’ dedi… Dul olduğu için ve çocuğundan dolayı adam nikah kıymadı. Ezgi, Hoca nikahına da razıydı. Öylece (imam nikahlı) evlenip Muradiye’deki o iki katlı evin üst katına taşındılar.”
Sigortalı iş aramış
Genç kadın bakım emekçisiymiş, çalışıyormuş. “Hergün bir eve gidiyor ve orada yaşlı bir kadına bakıyordu” diyor esnaf. Ama farklı iş arayışı içindeymiş. Bir talebi olmuş bu konuda. “Ben bir okulda temizlik işi arıyorum. duyarsan bana haber et. Sigortam yok, hiç olmazsa orada SGK yaparlar” demiş. Evin ihtiyaçlarını alır ama ay çekirdeğini de ihmal etmezmiş. Sözlerine şöyle devam ediyor; “İyi olaylar yaşamadığı belliydi bu ikinci evliğinde de. Aslında çok cana yakın bir insandı. Ufak şeylerden mutlu olurdu. Evden çıkar alışverişe gelirdi ama hemen gitmezdi. Benimle sohbet etmek isterdi”. Kocasının uyuşturucu kullandığını duymuş. Ama Ezgi bunu söylememiş. Oturdukları mahallede konuşuluyormuş. “Kızcağızı eminim ki o zamanlar daha çok dövüyordu” diyor.
Yüzündeki morluklar
Peki şiddet gördüğünü, Ezgi hiç mi söylemiyordu? Evdeki durumları anlatıp yardım istememiş miydi? Aslında konuyu oraya getirmesine de gerek yokmuş! “Bir şey anlatmasa da her şey anlaşılıyordu. Yüzüne, gözüne bakınca adamın neler yaptığı ortadaydı. Buraya her alışverişe gelişinde mutlaka elinde, kolunda ya da bir yerinde koyu morluklar olurdu. Bazen yanağındaki kimi zaman da ağzında, darbe belirtilerini sadece ben değil, mahalledeki herkes görüyordu. Bir keresinde bir gözü yuvasından fırlayacakçasına şişmiş bir vaziyette geldi!”
Feminist avukat Diren Cevahir Şen’den, Ezgi Deler cinayetini değerlendirmesini istediğimizde ilk cümlesi; “Erkek şiddeti bizzat ülkeyi yönetenlerce ödüllendiriliyor” oldu. Feminist Hukukçu Şen yorumunu şöyle sürdürdü; “Ezgi, erkeklerce öldürülen kadınlardan sadece biri. Kadınları korumakla, şiddeti önlemekle görevli kurumlar Ezgi’yi korumadığı için o bugün aramızda değil. Devlet kadınları korumuyor. Kadınların hayat güvencesi olan ‘İstanbul Sözleşmesi’ bir gece ansızın bir kişi tarafından feshediliyor ve erkekler daha da cesaretlenip kadınlara türlü eziyetler yapıp onları öldürüyor. Bu, erkeklere yol verilmesinin bir sonucu.”
“Kıskançlık, onlarca muhafazakâr dayatmadan sadece biri”
“Erkeğin karısını kıskandığı için dövdüğü” düşüncesi çok yerde normalize edilebiliyor! Bu zihniyet her gün en az beş kadının canını alıyor. Avukat Diren Cevahir Şen, “Kıskançlık, onlarca muhafazakâr dayatmadan sadece biri” diyordu. Ve şu ifadelerle devam ediyordu; “Kadınları öldüren, döven erkeklerin klasik ezberi kıskançlık. Kıskanıyor ve dövüyor. Kıskanıyor ve öldürüyor. Kadını kendi mülkiyetinin bir nesnesi olarak görüyor. Dinci ve milliyetçi muhafazakarlık da kadınların hayatlarını hapsediyor. Gelenekselci dayatmalarla köle ediliyorlar. Boyun eğmiyorsa da öldürülüyorlar. Her yargılamada sanık sandalyesindeki erkeğin, ‘seviyordum kıskandım’, ‘beni kıskandırdı’ gibi ezberlere sırtını yaslaması tesadüf değil. Birbirlerinden de öğreniyorlar ve kadınlara işkence ediyorlar. Muhafazakar anlayışa göre kadın zaten erkeğin hizmetkârı. O nedenle muhafazakarlık kadın düşmanlığının ta kendisi.”
Cesareti nereden alıyorlar?
Şiddete itiraz eden kadın, toplumsal cinsiyet rollerine uyumlanmadığı için sosyal bir reddedilmeyle karşı karşıya kalıyor. (Erkektir döver de sever de!) Kadınları katleden adamlara bu cesareti veren sistem hakkında ne söylemek isterdi Avukat Şen; Yanıtı şöyleydi; “Onları korumak ve erkek şiddetini önlemekle görevli kurumlar, muhafazakar ve kadın düşmanı resmi söylemin kurumları. O söylemin uygulayacıları. Polis karakollarından geri döndürülen kadınları çok duyuyoruz. Örneğin geçtiğimiz günlerde Bartın’da Arzu Ar, boşanmak istediği kocası tarafından iş yeri yakınında, yanında çocuğu da varken onlarca bıçak darbesiyle öldürüldü. Arzu, bir gün önce savcılığa gitmiş ve tehdit edildiği için koruma istemişti. Savcılığın işlem yapmayıp onu geri gönderdiği tüm şehirde biliniyor. Şimdi bu adamlar cesareti nereden alıyor?”
Çok gülünç cezalar veriliyor
Bu konuda bütün ülkeyi kapsayan bir “kadın koruma ağı” neden oluşturulamıyor peki? Şen şöyle diyor; “Bu tip ağlar, ülkenin başka başka yerlerinde kolektif hareketlerle yapılmaya çalışılıyor. Ancak devletin kendisi bu ağların önüne engel koyuyor. Kadınları korumakla ve erkek şiddetini önlemekle görevli kurumlar kendi görevlerini yapmıyorlar. Yapsalar bu cinayetler olmaz. Devletin kurumları kadınları kendilerine başvurduklarında geri gönderiyor, yargılamalar sonucunda da çok gülünç cezalar çıkıyor.”
Yaptırım gücü daha yüksek önlemler
KADES, kadınların ve çocukların maruz kaldığı şiddet eylemlerini engellemek adına devlet tarafından hayata geçirilen bir uygulama. Bunca cinayet KADES varken nasıl işleniyor. Bunların çözüm olamadığını söylüyor Şen ve şu yanıtı veriyor; “Devlet erkek şiddetine karşı topyekûn bir önlem almadıkça bu uygulamaların çözüm getireceğini düşünmüyorum. Kadınlar lehine var olan yasaları bile tartışmaya açıyor iktidarın kendisi. Şiddetin failine yönelik kadını koruyucu ve yaptırım gücü daha yüksek önlemler alınsaydı bütün bunlara gerek kalmazdı kanımca.”
Tek çare kadın dayanışması
Kadınlara yönelik ev içindeki şiddetin bu kadar tırmanmasının, “erkek şiddetinin teşvik edilmesine” bağlı olduğunun özellikle altını çiziyor Av. Diren Cevahir Şen. Şiddetin faillerinin cezalandırılmaması, önleyici tedbirlerin uygulanmaması bu “teşvik”lerden sadece ikisi ona göre; Peki çözüm çerçevesinde bir feminist avukat olarak neleri hayata geçirmek mümkün? Bu soruya yanıt veriyor; “Maalesef kadınların yaşamaları bu ülkede çok büyük çaba gerektiriyor’ Erkek şiddeti ile mücadele eden pek çok kadın örgütü var. Örneğin Mor Çatı, KADAV… Kadınlarla dayanışmak için bu örgütler ve pek çok başka danışma, dayanışma merkezi canla başla çalışıyor. Teker teker hepimizin, mahallemizdeki, işyerimizdeki kadınlarla temas kurmamız gerekiyor. Ülkeyi yönetenler kadınlara sahip çıkmıyor, onları korumuyorlar. O nedenle ben, bizim o dayanışmayı çeşitli yollarla kurmamızdan başka çare göremiyorum.”