Aslında, burada işsizliğin ne olduğunu anlatmaya gerek olmayabilir. Çünkü çoğumuz yaşamımızın bir döneminde ya işsiz kalmışızdır ya da ailemizden/çevremizden birinin işsiz kalmasına şahit olmuşuzdur. Yani işsizlik, farklı koşullarda tecrübe etsek de, bilmediğimiz bir sorun değil. Aynı zamanda, işsizliğin, diğer ekonomik meseleler gibi, sadece erkeklere özgü bir sorunmuş gibi görüldüğünü de biliyoruz. Erkekler evin esas gelir getireni, kadınlar ise evin erkeğinden daha çok kazandıkları durumda bile, evin bütçesine katkıda bulunanlar olarak kabul gördüğünden, kadınların işsiz kalmaları pek de önemsenmez. Patriyarkal normlar gereği kadınların esas işleri ailenin bakımını üstlenmek ve ev işlerini yapmak olarak görüldüğünden, işsiz olmaları sorun olmaktan ziyade normal işlerine dönme gibi düşünülür. İşsizlik deneyimleri de görmezden gelinir. Oysa işsizlik, hepimizin yaşamını derinden etkiler ve bu nedenle de, medyanın ve siyasetçilerin gündeminde sıklıkla yer alır. Yandaş medya ve iktidar yanlısı siyasetçiler, işsizliğin önemli bir düzeyde olmadığını iddia ederken, muhalif medya ve siyasetçiler de iktidarın ekonomi politikalarını eleştirirken işsizliğin yüksekliğini ve yıkıcılığını dile getirirler. İşverene sorulduğunda ise işsizlik zaten yoktur. Kendi aradığı becerilere sahip ve takdir ettiği ücret ve çalışma koşulları ile çalışmak istemeyen kişiler vardır; yani işsiz olanın kendisindedir problem, iş bulamıyorsa ya çalışmak istemiyordur ya da iş koşullarını beğenmiyordur.
İşsiz sayısı ve işsizlik oranı nasıl ölçülür?
Sizleri sayılara boğup sıkmak istemiyoruz, ama sık sık duyduğumuz sayıların tam da neyi ifade ettiğini bilmezsek, aldatılmamız da kolaylaşır. İstatistikleri kötü kullanarak insanları yanıltmak mümkündür maalesef. O nedenle, işsizlik sayılarının ne anlama geldiğini anlamanın önemli olduğunu düşünüyoruz. Pandemi döneminde işsizlik daha da akut bir sorun haline gelince, resmi işsizlik rakamlarının gerçeği yansıtıp yansıtmadığı üzerine tartışmalar epey alevlendi. TÜİK, işsizliği düşük gösterdiği yolunda yapılan eleştirileri göz önünde bulundurarak işsizlik hesaplama yöntemlerine yenilerini kattı. Şu anda 4 farklı işsizlik tanımı yapmakta ve yayınlamakta. TÜİK’e göre, istatistiği topladığı dönemde işi olmayan ve son dört hafta içinde eşe, dosta ricada bulunma, online cv paylaşma dahil aktif olarak iş arayan 15 yaş üstü tüm kişiler işsiz olarak nitelendirilir. Bu tanım en dar, yani en az sayıda işsiz sayısı çıkan tanımdır.
TÜİK rakamlarına göre, Mart 2021 itibariyle, 15 yaşın üzerindeki nüfusumuz 63 milyon 401 bin kişi ve yaklaşık yarısını kadınlar diğer yarısını da erkekler oluşturuyor. Çalışabilir yaştaki bu nüfusun hepsi işgücünü oluşturmuyor. İşgücü, bir ülkenin çalışan ve çalışmak istediği halde iş bulamayan kişi sayısını ifade ediyor. Türkiye’de işgücü 32 milyon 100 bin kişi (10 milyon 56 bini kadın, 22 milyon 44 bini erkek). Erkeklere göre kadın sayısının bu denli düşük olması yukarıda bahsettiğimiz gibi kadınların bakım ve ev işlerini üstlenmesi nedeniyle işgücüne girmemesinden kaynaklanıyor. Bu işgücü içinde 4 milyon 193 bini (1 milyon 593 bin kadın, 2 milyon 600 bin erkek) iş aradığı halde bulamamakta, yani işsiz.
İşsizlik oranı da şöyle hesaplanır: işsiz kişi sayısının işgücü içindeki oranıdır. Mart 2021 verilerine göre çalışan ve işsizlerin toplamından oluşan işgücünün %13,1’i işsizdir. Kadınlarda bu oran (%15,8) erkeklere (%11,8) göre daha yüksektir, gençlerde çok daha yüksektir. 15-24 yaş arası genç kadınlarda %30 erkeklerde %22 düzeyindedir. Bu rakamlardan görüleceği gibi, kadın işsiz sayısı kişi olarak erkeklerden daha düşük olmasına rağmen, oran olarak daha yüksektir. Bunun nedeni, kadınların erkeklere göre işgücüne katılımlarının düşüklüğüdür. TÜİK’in atıl işgücü oranı olarak adlandırdığı en geniş kapsamlı işsizlik oranı hesabına göre kadın erkek farkının ne kadar yüksek olduğu daha açık görülmekte. 2021 Mart ayı itibariyle atıl işgücü oranı kadınlarda %33,6 erkeklerde ise % 21,9 seviyesinde. Yani, çalışma yaşındaki her üç kadından biri işsiz.
Neden?
Kapitalist sistemin işleyiş tarzını benimseyenler, işsizliğin genelde ücretlerin yeteri kadar düşük olmamasından kaynaklandığını iddia eder. İktisatta herhangi bir mal veya hizmetin piyasası gibi bir işgücü piyasası olduğu varsayılır. Bu piyasada işsizlik bir arz ve talep meselesidir. Çalışanlar kendi emeklerini arz ederler, işverenler de bu emeği talep ederler. Ücretlerin düşük olması üretim maliyetini düşüreceğinden işverenin kârı yükselecektir. Bu durum işverene üretimi artırma motivasyonu sağlar. Bunu da daha fazla işçi işe alarak yapabileceğinden işgücü talebi artacaktır. Öte yandan düşük ücret düzeyine razı olan işsizler artık iş sahibi olduğundan yavaş yavaş işsizlik ortadan kalkacaktır. Ama kimse işsizliği ortadan kaldıracak ücretin ne kadar düşük olacağını söylemez. İşçi sınıfının tarih içinde uzun soluklu mücadelesi sonucu oluşturulan asgari ücret de bunun için vardır. İnsanları geçinemeyecekleri ücretlere mahkûm etmemek için. Öte yandan, kapitalist sistem işleyişi içinde asgari ücret o kadar budanmıştır ki, örneğin bugün Türkiye’de dört kişilik bir ailede, iki yetişkinin asgari ücretle çalışıyor olması yoksulluktan kurtulmalarına yetmemektedir. Asgari ücretin işsizliğin nedeni olduğunu savunmak modern köleliği savunmak anlamına gelir. Hele bir de o hanede sadece bir kişi asgari ücretle çalışıyorsa, ortalama dört kişilik bir ailenin geçinmesini beklemek insanlık dışıdır.
Kâr için her yola başvurulur
Kapitalizm, sürekli büyüme ve sermaye birikimi üzerine kurulu bir sistemdir. Bu sistemin sürdürülebilmesi için daha çok kâr getiren her yola başvurulur ve bunun sadece işverenin değil emekçinin de iyiliği için olduğu söylenir. Sadece söylenmekle kalınmaz, bu iddianın herkes tarafından benimsenmesi ve bazen zor kullanılarak, bazen de havuç gösterilerek bu yolda yapılan değişikliklere karşı çıkılmaması istenir. Tam da bu nedenle, birçok işyerinde bir tabelanın üzerinde Biz bir Aileyiz yazar. Oysa, bu yapılan değişiklikler kârı artırmaya, yani üretimi daha düşük maliyetle yapmaya yönelik olduğu için çoğunlukla emekçi kesimin zararınadır. Bu zararlardan biri de işsizlik yaratan değişikliklerdir. Bu değişikliklere genellikle teknoloji bahane edilir. Tabii ki, daha kolay, daha çok ve kaliteli üretime yönelik yeni teknolojilere karşı değiliz. Ama bu teknolojiler her zaman masum değildir. O nedenle, sorgulamakta yarar vardır: Yeni teknolojilerin, kapitalist sistem ve işveren açısından değil emekçiler ve halk açısından artıları ve eksileri nelerdir? Geri dönülmez biçimde çevremizi yok ediyorsa ya da daha verimli olmak adına sayısız emekçiyi işinden ediyorsa bu yeniliği teknolojik ilerleme diye hemen kabul etmek mi gerekir?
Bir işsizlik nedeni de kapitalist ekonominin dalgalı hareket tarzıdır. Yani, bazen hızlı büyüme, bazen yavaş büyüme göstermesi. Bu hızlı ve yavaş büyümeler farklı sınıflar için farklı anlamlar taşıyabiliyor. Pandemi döneminde Türkiye ekonomisi yavaş büyüdü, ama bazı sermayedarlar kârlarına kâr katarken bazıları zarar etti. Emekçilerin ise büyük bölümü işsiz kaldı ya da kısa çalışma ödeneğine, düşük ücretlere mahkûm oldu.
Kadınları nasıl etkiliyor?
Yukarıda verdiğimiz rakamların da gösterdiği gibi kadınlar daha çok işsiz kalıyor. Bunun birçok nedeni mevcut. En baştaki neden, kadın ve erkeklere toplumda biçilen roller ve kadınlara karşı yapılan ayrımcılıkla ilgili. Patriyarkal toplumsal yapının kadınların öncelikli görevini aileye bakmak olarak düzenlenmesi nedeniyle, kadınlar ya hiç gelir getirici bir işe giremiyorlar ya da çocuk, yaşlı, engelli bakımını üstlendikleri sürelerde işten ayrılmak zorunda kalıyorlar. Sık sık işe giriş ve çıkışlar da kadınlarda işsizlik oranının daha yüksek olmasına sebep oluyor. İşe alımlarda ve çıkarmalarda karşılaşılan ayrımcılıkla birlikte bu durum kadınların daha uzun süreli işsiz kalmalarına neden oluyor (işsizlerin içinde bir yıldan uzun zaman işsiz kalmış olanların oranı kadınlarda %33 erkeklerde %20). Kadınların üstlendiği bakım hizmetlerinin birçoğunu kamusal hizmet olarak sunan birçok ülkede bu sorun kısmen de olsa aşılmış durumda. Ancak, Türkiye’de AK Parti iktidarı kadınların bu yüklerini kamu hizmetleri, sosyal politika ve iş piyasası düzenlemeleri yoluyla hafifleteceği yerde bakım hizmetlerini aileye bırakıp, ailenin içinde de yükü “eş ve anne” olarak nitelendirdiği kadınlara yıkmakta.
Ekonomik kriz dönemlerinde işsizlik artmakta ama kadın ve erkek işsizliği farklılıklar gösterebilmekte. Ekonomik krizin en kötü yaşandığı sektörlerde hangi cins daha yoğun çalışıyorsa o cinsin işsizliği daha çok artmakta. Diğer yandan ise işverenler, işçi çıkarımlarında tercih yapmaları gerektiğinde esas evi geçindiren erkeklerdir anlayışından hareketle ilk önce kadın işçileri işten çıkarmakta. Bu da işverenlerin patriyarkal zihniyetinin, kâr arttırma tercihlerinin önüne geçtiği durumlardan biridir. Genelde kadınların ücretleri erkeklere göre daha düşük olmasına karşın önce onlar işten atılır. Halbuki kârı yükseltmek için bir işverenden ucuz işgücünü tutup, daha yüksek ücret alanı atması beklenir.
Kadınlar arasında işsizliğin daha yüksek olmasının nedenlerinden biri de, kadın emekçiler arasında kayıt dışı çalışmanın daha fazla olmasıdır. Pandemi döneminde işsizliğin kayıt dışı çalışanlar arasında kadınlarda daha çok artması da bu duruma bir örnektir. Kayıt dışı çalışanları işten atmak her zaman daha kolay ve külfetsizdir.
Daha önce de belirttiğimiz gibi bir kişinin işsiz olması gelir getiren bir işinin olmaması anlamına gelmekte. Kadınların bakım emeği ve yaptıkları ev işleri, iş olarak kabul edilmediği için iş ve işsizlik tanımları içinde değerlendirilmez. Zaten bakım emeği ve ev işleri hiç bitmez, kadınlardan zaman içinde farklı ölçülerde de olsa hayatlarının sonuna kadar bu işleri yapmaları beklenir, yani bu işlerden işsiz kalınmaz. Oysa, hepimiz biliyoruz ki, pandemi döneminde bakım emeği ve ev işleri daha da arttı. Ama, bu işler için ne fazla mesai vardır, ne işsizlik sigortası, ne de emeklilik.
Ne yapılmalı?
İşsizliğin önlenmesi için tabii ki çalışmak isteyen herkes için iş olanaklarının yaratılması gerekir ve asıl sorunumuz da zaten bunun nasıl yapılabileceği? Farklı görüşler ve yanıtlar verilebilir bu soruya, ancak pandemi gibi derin krizler yaşanmadan önce pek de akla gelmeyen birkaç çözüm alternatifini tartışmaya açalım isteriz.
Hep birlikte eşitlikçi bir bakım gündemi ve mücadele stratejisi oluşturmakla başlayabiliriz. Sağlık hizmetleri, eğitim hizmetleri, çocuk, yaşlı, engelli bakım hizmetleri gibi temel yaşamsal ihtiyaçlarımızı önceleyen, cinsiyet eşitlikçi bir temel üzerine inşa edeceğimiz farklı ihtiyaçlarımızı gözeten bir bakım gündemi.
Çalışma koşulları eşitlikçi bir toplumsal yaşamı sürdürebilmemiz için nasıl olmalı? Çalışma koşullarının aile ve özel yaşamı destekleyecek biçimde değiştirilmesi mücadele alanlarının başında gelmeli. En başta da elbette asgari ücret düzeyinin geçim sağlayacak düzeye çıkarılması için güçlü bir mücadele gerekli. Varolan yasaların uygulanması, denetlenmesi ve geliştirilmesi de işsizlikle mücadele için çok önemli. Asgari ücret sadece işverene maliyeti açısından konuşulur. Halbuki, o ücreti kazananların harcamalarıyla ekonomide talep artışı gerçekleşir. Varsayılanın aksine asgari ücret artışlarının işsizliği yükseltmediği, tersine, yarattığı talep sayesinde işsizliği azalttığını ispatlayan çalışmalar mevcut.
1840’larda çalışma saatinin günde 10 saate düşürülmesi için tüm işçi örgütlerinin birlikte hareket ederek büyük bir mücadele verdiğini ve bu mücadele sonucunda yasal değişiklikleri kabul ettirdiklerini biliyoruz. Bugün yine uzun çalışma saatlerinin düşürülmesi işsizliğin azaltılmasında önemli bir rol oynayabilir. İşsiz kalma tehlikesi ile karşı karşıya iken sürekli uzayan mesailere karşı mücadelenin oldukça zor olduğunu biliyoruz. Bu konuda, sendikalar ve işçi örgütlenmeleri daha aktif ve yol gösterici olabilir. Çalışma saatlerinin düşürülmesi yeni iş olanakları yaratmanın dışında, ev hayatına ve özel yaşama ayrılacak zamanın artması nedeniyle, bakım hizmetlerinin kadın ve erkekler arasında eşitlikçi paylaşımı için de bir olanak sunuyor.
Pandemi döneminde dahi çalışma saatlerinin düşürülmesini başaran ülke örnekleri var. Örneğin, İspanya Ocak 2021’de yeni bir yasal değişikliği yürürlüğe soktu. Tüm işyerleri yasal maksimum saat olan haftalık 40 saatlik çalışmanın uygulandığını her çalışan için işe başlama ve bitiş saatlerini tutmak ve raporlamak zorunda. Böylelikle uzayan ve belirsizleşen mesai saatlerinin önüne geçilmesi amaçlanıyor. Haftalık çalışma saatlerinin 60 saatin üzerine çıktığı Güney Kore’de 2020 yılında uygulanmaya başlayan yeni yasa ile çalışma saatlerine önce 52 saat sınırı daha sonra 40 saat sınırı getirildi.
Kamu politikalarının da işsizliğin ortadan kaldırılması amacıyla yeniden tasarlanması gerekir. Devletlerin herkesin çalışma hakkını yerine getirme yükümlülüğü bulunduğunu belirtelim. İstihdam politikaları buna göre oluşturulmalı, kamu yatırımları inşaat ve güvenlik sektöründen ziyade sağlık, eğitim hizmetleri gibi istihdam yaratacak sektörlere yönlendirilmeli.