Maria Mies’in ardından… Bir köylü kızın dünyaya yolculuğu

Köyünde ortaokul ve liseyi bitiren ilk kız çocuğuydu; oradan çıktı, dünyaya açıldı. Köln Üniversitesi’nde sosyoloji profesörü oldu. Eylemden doğan ve feminist hareketin politik hedefleriyle uyumlu araştırmayı savundu. Kendisi de yaşamı boyunca feminist eylem içinde yer aldı…
Paylaş:
Necla Akgökçe
Necla Akgökçe
nakgokce@gmail.com

Alman feminist eylemci ve kuramcı Maria Mies, geçen ay Köln’de, 92 yaşında hayata gözlerini kapadı. Feminist camiada Kürt kadın basını ve Evrensel dışında bu ölümle pek ilgilenilmedi. Esasen Almanya’daki durum da buradan farksızdı. Bir zamanlar çalıştığı, içinde olduğu ATTAC(*) grubunda bile onun hakkında kayda değer bir biyografiye rastlayamadım.

Feminist yöntem konusunda çığır açıcı makalelere imza atan Mies, üçüncü dünyacı ve ekofeminist olarak biliniyor. Kadınlar hakkındaki ilk çalışmalarına Hindistan’da başlayan Mies, her türlü feminist eylem içinde de yer alan bir kadındı. Feminist hareketin, döneminde hâkim olan eğilimleri dışında kaldığı için eleştirilen Mies’in hikâyesi, bir dönem Almanya’daki feminist hareketin de tarihçesi esasen.

Mies, 2008’de yazdığı Das Dorf und die Welt (Köy ve Dünya) adlı biyografisini ve feminist yolculuğunu anlattığı kitabında, Kuzey Ren Westfalya eyaletinde Eifelli bir çiftçinin 12 çocuğunun yedincisi olarak, 6 Şubat 1931 tarihinde dünyaya geldiğini yazar. Köyde doğayla iç içe, mutlu, sevgi dolu bir çocukluk ve gençlik geçirir. Evlerinin önünde bir sebze bahçesi, herkesin toplandığı büyük bir köy mutfağı vardır.

Mies, anne ve babasının çocuklarına maddi temeli olan bir özgüven aşıladığını söylüyor. Baba, yaşamak için gereken her şeyi kendisinin üretebileceğine inanan bir adamdır; biraz patriyarktır ama iyi baba ve bir köylü filozofudur. Anne de kendi ayakları üzerinde duran güçlü ve iyimser bir kadındır. “İstersen başarırsın” mottosunun annesinden kendisine aktarıldığını söyleyen Maria, bu durumdan memnuniyetini her fırsatta dile getirir. Anne pek çok çocuğu ve yığınla işi olmasına rağmen iyimser ve mutlu bir kadındır, ona göre. Ailesinin hiçbir zaman çok parası olmamıştır; ama buna rağmen çocuklar her Noel’de hediyelerini alabilmişlerdir.

Romantizmden korunmak

Annesinin aşıladığı cesaret ve yere sağlam basan olma halinin, yaşamının her aşamasında işini kolaylaştırdığını ve onu gerçekçi kıldığını anlatır: “Beni aşırı romantizmden ve dünyevi olmayan bir idealizmden korudu. Yiyeceklerin süpermarketten değil, topraktan geldiğini biliyordum en azından…”

Maria, köyden ortaokula gidip, liseden mezun olan ilk kızdı. Bir dizi “tesadüf” neticesinde oldu bu. Normal şartlar altında fakir köylü kızlarına kapalı olan okullara onu koruyan, kollayan ilkokul öğretmeni sayesinde ulaşabildi. 16 yaşında bitirme sınavını vererek, yetişkin öğretmeni olma yolunda ilk adımını attı. İngilizce, Fransızca öğrendi; zekâ ve yaratıcılığını takdir eden öğretmenleri sayesinde, Köln’e hizmetçi olarak gitmek ve erken yaşta evlenmek istemediğini kavradığını anlatır. Çünkü Eifel’deki kızlar için o dönem fazlaca bir seçenek yoktur.

Küçük yaşlarda sanatçı olmak istediğini, buna yeteneği olduğunu düşünürmüş. Yol arkadaşı Renate Klein, “Belki bir sanatçı olamadı ama yaşam sanatında ustalaştı” diye anlatıyor.

İlk politik eylemi, Alman hükümetinin silahlanmayı artıracağına dair bir karar alması ile “Silahlanmaya ve Savaşa Hayır” protestolarıymış. Gençlik döneminde erkeklerle arası pek iyi değil, onları son derece aptal buluyormuş. Dansa gitmeyi sevmemiş hiç. Sarhoş adamların genç kadınları dansa kaldırması, genç kadınların dansa kaldırılmak için sıraya girmesi, onda erkeklerin hâkim olduğu bu sisteme karşı ciddi bir öfke uyandırıyormuş.

Ama kaderin garip cilvesi; 19 yaşında genç kadının köyden dünyaya açılmasını sağlayan, “hayatımın aşkı” dediği bir erkeğe âşık olmasıydı. Zülfikar Bangladeşliydi ve bir Pakistan gemisinde telsiz operatörü olarak çalışıyordu. Münih’te bir müzede tanıştılar, ilişki ilerledi. Daha sonra Maria köyüne, Zülfikar gemisine döndü. Bir yıl mektuplaştıktan sonra Almanya’da tekrar bir araya geldiler. Maria bu kara kaşlı kara gözlü erkeğe sırılsıklam âşıktı. Zülfikar onunla evlenmek istiyordu. Ama Katolik eğitiminden geçen bir genç kadının Müslüman bir erkekle evlenmesi o zamanki koşullarda imkânsızdı. Üç gün boyunca gece gündüz birlikte olduktan sonra ayrıldılar. Ama mektuplaşmaları uzun süre devam etti.

Maria eğitimini bitirdi. İlkokul öğretmeni oldu. Almanya, Fransa ve Lübnan’daki yaz kamplarında ilkokul öğretmeni olarak görev yaptı. Dünyada olan biteni ve değişimi merak ediyordu; Asya ülkeleri ise özel ilgi alanındaydı. 1962’de Goethe Enstitüsü’nde öğretmenlik yapmak üzere Hindistan’ın Pune şehrine gitti. Dünyaya açılma başlamıştı. Beş yıl Hindistan’da kaldı, hiç yabancılık çekmedi. Hindistan’daki yaşama ve Hint tarihine kendini kaptırmıştı. Daha sonraları burayı ikinci evi olarak benimsediğini anlatır.

Burada 1976 yılında evlendiği ve ömrü boyunca birlikte yaşayacağı solcu bir entelektüel olan Saral Sarkar ile tanıştı. Saral daha sonra ideolojik olarak da Maria ile aynı çizgiyi savunacaktır. Her ikisi de ATTAC üyesidir ve çok taraflı yatırım anlaşmalarına ve küreselleşmeye karşı birlikte mücadele ederler.

“’Neden Almanca’ anketinin sonucu erkekler açısından beklediğim gibiydi: Almanya’ya mühendislik eğitimi için gitmek istiyorlardı. Ancak kadınların çok farklı motivasyonları vardı. Çoğu evliliğini ertelemek, daha geç evlenmek için kursa katılıyordu. Patriyarkanın ne demek olduğunu ilk o zaman anladım...

Maria Mies

Hintli kadınlar niye Almanca öğrenmek ister?

Maria, Pune’de Almanca dersi verirken, erkeklerin Almanca öğrenmek istemesinin ardında yatan nedeni anlamıştı. Peki kadınlar niye Almanca kurslarına geliyordu? Bu soru onun kafasını meşgul ediyordu. “Hindistan’a gittiğimde hâlâ tamamen apolitiktim. Pune’deki Goethe Enstitüsü’nde sadece erkeklerle değil, Almanca öğrenmek isteyen kadınlarla da tanıştım. Kadınlar Almancayla ne yapıyordu, merak ettim” diye anlatıyor.

Hintli bir antropoloji profesörünün yardımıyla ilk araştırma deneyimine girişti. Kursa katılanlar arasında anket çalışması yaptı: “’Neden Almanca’ anketinin sonucu erkekler açısından beklediğim gibiydi: Almanya’ya mühendislik eğitimi için gitmek istiyorlardı. Ancak kadınların çok farklı motivasyonları vardı. Çoğu evliliğini ertelemek, daha geç evlenmek için kursa katılıyordu. Kursa katılanlar orta sınıftan kadınlardı. Lisans derecelerini alana kadar okumalarına izin veriliyor, daha sonra evlenmek zorunda kalıyorlardı. Patriyarkanın ne demek olduğunu ilk o zaman anladım. Teorik çalışmalarla değil, uygulama ve deneyim yoluyla… Ve bu, bugüne kadar benim yöntemim oldu” diye değerlendiriyordu, daha sonraları…

Burada yaşadığı günler, onun için bilinç yükseltme günlerinin yerine geçti. Bir arkadaşının önerisi üzerine, Betty Friedan’ın “Kadınlığın Gizemi” isimli kitabını okudu. Kitap onu kadın özgürlüğü ve eşitliği üzerine düşünmeye, okumaya yöneltti; şöyle yazıyordu: “Almanya ve Hindistan’daki gözlemlerinden hareketle kadın özgürlüğünün artık peşinden gitmem gereken konu olduğunu anladım…”

Almanya’ya döndükten sonra Köln Üniversitesi’ne başladı. Sosyolog Prof. René König ile Hindistan ve Almanya’daki patriyarka üzerine araştırmalar yaptı. 1971 tarihli tezinin başlığı “Eğitimli Hintli Kadınların Rol Çatışmaları” idi. Bu tez 1973’te “Patriyarka ve Eşit Fırsatlar Arasındaki Hintli Kadınlar: Okuyan ve Çalışan Kadınların Rol Çatışmaları” başlığı altında yayımlandı.

Bu arada Almanya’da da dünyada da birtakım değişiklikler oluyordu; 1968 hareketiyle birlikte feminizm de ciddi bir ivme kazanmıştı. Maria, Marx’ı ve Engels’i bu dönemde okudu.   

1971’den itibaren kendisini feminist olarak tanımlayan Maria, Claudia von Werlhof ile birlikte Pakistan örneğinden hareketle emperyalizmin yapısal uyum programlarına karşı mücadele etmeye başladı. Werlhof’la ilişkileri daha sonra üreme alanında gen teknolojilerinin kullanılmasına karşı oluşturdukları platformda da devam etti.

Bu dönemlerde aklında olan çalışmanın, kadın emeğinin değersizleştirilmesi olduğunu belirttikten sonra, “Eleştirimizin özü, ailedeki geleneksel iş bölümüydü: Parayı kazanan ‘evin geçimini sağlayan’ erkekti. Ama ev kadınlarının yaptığı iş neden hesaba katılmıyordu?” diyordu.

Fotoğraf: Cologne Women’s History Association

Köln’de ilk feminist grup kuruluyor

Alman Protestan feminist teolog Dorothee Sölle’nin de aralarında bulunduğu bir kadın grubu kurdular. Kadınların kendini keşfetmeleri için “erkeklerden arınmış” gruplara ihtiyacı olduğunu, yeteri kadar güçlendikten sonra ancak erkeklerle eylem birliği yapılabileceğini savunuyorlardı. Köln’de Halk Yüksek Okulları bünyesinde kadın özgürlüğü konusunda dersler verilmeye başlanmıştı. Dersler yerel feminist hareketleri tetikledi. Ve ikinci dalga feminizmin ilk yerel kadın grubu Frauenforum Köln (Köln Kadın Forumu) kuruldu. Yıl 1972’ydi, forum içindeki sosyalistler kısa süre sonra ayrıldılar ve Sosyalist-Feminist Faaliyet’i (SOFA) kurdular.  

Maria Mies, daha sonra bu iki kadın grubu içinde de yer almadı. Kendini üniversitedeki çalışmalarına adadı. 1974’ten 1977’ye kadar Frankfurt Üniversitesi’nde öğretmenlik görevinin bir parçası olarak, “Uluslararası Kadın Hareketi Tarihi” konulu dersler verdi. Daha sonra Köln Uygulamalı Bilimler Üniversitesi’nde sosyal pedagoji alanında ders vermeye başladı ve giderek daha fazla feminist teoriye yöneldi.

1975’te Meksika’da düzenlenen 1. Uluslararası BM Kadın Konferansı’na katıldı. Dünyanın diğer bölgelerindeki feminist hareketler şöyle dursun, Avrupa’daki ‘eski’ kadın hareketi hakkında çok az şey bildiğini fark etti. Onun için bu durum, yeni bilgi alanlarına ve yeni iletişim biçimlerine ihtiyacı olduğu anlamına geliyordu.

Bu sıralarda Almanya’da genç kadınlar arasında erkek şiddeti en fazla konuşulan konuydu: “Her şeyden önce şiddet deneyimi yaşamışlardı: Bu sıralarda Erin Pizzey, Londra Chiswick’te koca dayağına maruz kalan kadınlar için ilk sığınma evini inşa etmişti. Öğrenciler, Köln’de de şiddet gören kadınlar için bir sığınma evi kurmaya karar verdiler.” Maria Mies, bağımsız kadın hareketinin örgütlediği ilk sığınağın kurucularından biri oldu.

Sığınak deneyiminden hareketle, Türkiye’de çok fazla üzerinde durulmayan ve feminist yöntem üzerine yapılan en iyi araştırmalardan biri olan Feminist Araştırmalar için Bir Metodolojiye Doğru (**) makalesini yayımladı. Bu makalede Mies, bilimsel araştırmalarda pozitivist yönteme karşı çıkıyor, değerlerden arınmış bir araştırma olmadığını ileri sürüyor ve tarafsızlık, nesnellik ilkesini ciddi bir biçimde eleştiriyordu. Feminist araştırmanın bilinçli taraflılık ilkesini savunması gerektiğini, araştırma sürecinde ise araştırılan ile araştıran arasındaki dikey, yukarıdan bakışın yerini, alttan bakışın almasının zorunlu olduğunu söylüyordu. Feminist araştırmada araştırılan ve araştıran arasındaki hiyerarşik ilişkinin kırılmasının önemli olduğunun altını çizerek, hiyerarşinin var olduğu durumlarda doğru bilgiye ulaşmanın imkânsızlığına vurgu yapıyordu.

Mies’in feminist araştırmaya getirdiği bir başka yenilik ise bu araştırmaların “seyirci bilgisi” olmaması, araştırmaların feminist hareketin hedefleriyle uyum içinde eyleme yönelik olmasıydı. Feminist araştırma eylemden çıkar ve eyleme hizmet ederdi.

Narsapur’un dantel işçisi kadınlarını yazdı

Bir derkenar yapalım burada. Dortmund Üniversitesi’nde, Türkiye’nin dünya sistemine entegrasyonunu çalışan çiçeği burnunda bir doktora öğrencisiyken, üniversite kütüphanesi benim için sığınma noktasıydı, aradığım her kitabı buluyordum. Menzada (yemekhane) salata yiyor, aralarda da çayımı kahvemi çok az insan temasıyla içebiliyordum. Kütüphanenin dergiler bölümü bir harikaydı, her dilden dergi vardı burada. Ama benim meramım Almancayı ilerletmekti; feminizme ilgi duyan sosyalist bir kadın olarak, emperyalizm eleştirisi de içeren Peripherie diye bir dergi vardı, ona bayılıyordum.

1983 ya da 1984 yıllarıydı; işte o dergi nüshalarından birinde tanıştım ben Maria Mies’le. Makalesinin adı “Narsapur’un Dantel Yapıcıları. Hintli Ev Hanımları Dünya Pazarı İçin Üretiyor”du. Mies bunu 1982’de yazmış ama benim onu keşfetmem daha sonralarıydı. Almanya’da Türkiye’den gelen bir kadın olarak her alanda ciddi bir ırkçılığa maruz kalıyordum, pek çok yabancı gibi… Batı’daki hemcinslerinin dantelli iç çamaşırı giymeleri için üç kuruşa ağır koşullarda dantel üretmek zorunda olan bu kadınların hikâyesini ve bunun ne tür bir sömürü ilişkisi olduğunu anlatan bu makale, o zaman çok iyi gelmişti. Emperyalizmin Doğu ve Batı’daki kadınların sömürüsünü değil belki ama ezilme biçimini farklılaştırabileceğini, bunun kadın hareketi içinde de farklılıklara yol açabileceğini, dayanışmanın hangi şartlarda mümkün olabileceğini düşünmeye başladım.

Mies’i bu makaleden sonra elimden geldiğince takip etmeye çalıştım. Köln’deydi, bana pek uzak sayılmazdı; ama insan tanımak konusunda çok isteksiz olduğum ya da korktuğum bir döneme denk geldiği için çok istememe rağmen onunla ilişki kuramadım. Bu, daha sonra pişmanlıklarımdan biri oldu.  

Mies’in çalışmalarına geri dönersek… 1986 yılında en önemli eseri diye adlandırılan, Türkçeye bence yanlış bir çeviri ile Ataerki ve Birikim diye çevrilen “Patriyarka ve Dünya Çapında Birikim” kitabını İngilizce olarak yayımladı. Uluslararası işbölümü diye adlandırılan modelde merkez ve periferide yaşayan kadınlar arasındaki ilişki ve çelişkilere de dikkat çeken bu kitabın, onun hâkim eğilimlerden farklı orijinal bir feminist olarak adlandırılmasına yol açtığı iddia edilir.   

“İnsanlık kendini gezegenin, ekosisteminin bir parçası olarak görmelidir. Hayatın restorasyonu için, kendi fizikselliğiniz de dâhil olmak üzere doğanın sınırlarını tanıyın; endüstriyel üretim öncesi gıda üretimine geri dönün; büyüme çılgınlığına son verin, tek kültür yerine bolluk ve çeşitliliği savunun; yerel ekonomiyi, değer müşterekleri koruyun.”

Maria Mies

Kapitalizmin temeli olarak ev içi emek

Mies’e göre kapitalizm yeni eşitsizlikler yaratıyordu. Ücretli emeği temel olarak gören Marx’ın aksine, ev işinin kapitalizmin -küresel kapitalizmin- temeli olduğu tezini ortaya attı. Ekonomik tezlerinde belirli ölçülerde Rosa Lüksemburg’u takip ettiği söylenir; ama ev içi ve yeniden üretim emeğinin değerini ve bunun ne kadar düşük olduğu meselesini gündeme getirerek, Lüksemburg’un tezlerini genişletmiştir. 

1988’de V. Bennholdt-Thomsen ve C. von Werlhof, birlikte Türkçeye “Son Sömürge Kadınlar” olarak çevrilen kitabı yazdılar. Bu kitapta küresel kapitalizm döneminde kadınların evkadınılaştırılması süreçlerine dikkat çekerek, bu kavramı feminist literatüre kazandırmıştır. 

Bu yıllarda araştırmalarının odağı artık merkez ve çevre ülkelerdeki köylü kadınlara, kapitalizm ve geçimlik üretim ve üreme teknolojilerindeki genetik mühendisliğine kaymıştı. Küresel kapitalizmden kurtulmanın alternatifleri üzerine düşünmeye başladı. Ekolojik feminizm, konuları arasında yer alıyordu. Ünlü Hintli feminist Vandana Shiva ile birlikte “Ekofeminizm” kitabını yazdılar.  

Kitabı çıkar çıkmaz edinmiştim. Elimde dolaşa dolaşa fasikülleri ayrılmış, pırlım pırtık hale gelmişti. Bu yazıyı yazarken kütüphanemde kitabı çok aramama rağmen bulamadım. O dönem çevrilsin diye çok çaba sarf etmiştim, belki yayınevlerinden birine verdim, belki hâlâ göremediğim bir yerdedir. Bilemiyorum ama bulamadığım için çok üzüldüm…  

Ekofeminizm kitabında Mies, küçük ve herkesin iyiliğini amaçlayan yaşamın ekolojik temellerini koruyan yeni bir ekonomik sistem kurulması gerektiğine dikkat çektikten sonra, bu konuda kadınlara çok önemli görev düştüğünü anlatıyordu. “Büyüme sonrası bir toplumun ortak değerlerinin farkındalık, dayanışma ve işbirliği olması gerektiğine inanıyoruz. İnsanlık kendini gezegenin, ekosisteminin bir parçası olarak görmelidir. Hayatın restorasyonu için, kendi fizikselliğiniz de dâhil olmak üzere doğanın sınırlarını tanıyın; endüstriyel üretim öncesi gıda üretimine geri dönün; büyüme çılgınlığına son verin, tek kültür yerine bolluk ve çeşitliliği savunun; yerel ekonomiyi, değer müşterekleri koruyun” diyordu. Böylece müşterekler düşüncesinin temellerini atıyordu. 

IMF ve Dünya Bankası’na karşıydı

Mies, çok erken tarihlerde küreselleşme karşıtı hareketin içinde yer almış ve buna uluslararası düzeyde katkıda bulunmuştu. DTÖ, IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası finans ve ticaret kurumlarına karşıydı. MAI’ye (çok taraflı yatırım anlaşmaları) karşı direnmek için bir komite de kurdular.  

1993’te emekli oldu; ancak Maria Mies, feminist ve küreselleşme karşıtı harekette uzun süre eylemci olarak varlığını sürdürdü. ATTAC Köln’de, feminist ATTAC’da çalışmalarını sürdürdü.   

Tüm mirasını Köln Kadın Tarihi Derneği’ne bırakan Mies, 15 Mayıs 2023 tarihinde yaşama gözlerini yumdu.

*ATTAC, Fransa’da ortaya çıkmış bir harekettir; Association pour la Taxe Tobin pour l`Aide aux Citoyens’in kısaltmasıdır. Vatandaşların Lehine Mali Transaksiyonların Vergilendirilmesi İçin Birlik anlamına gelir. Asya krizinden sonra ortaya çıkmıştır. ATTAC, eğitim derneklerinden işsizler hareketine, köylü örgütlerine, sendikalardan Hükümet Dışı Örgütlere (NGO) kadar uzanan geniş yelpazede yer alan 70 örgütten oluşmaktadır; ama öncelikle bireysel üyeliğe dayanmaktadır. Örgütsel yapı bakımından ATTAC, ulusal yönetimden ve çok sayıda yerel seksiyondan oluşmaktadır. Bu seksiyonlar oldukça bağımsız hareket edebilmekteler. Daha sonra dünyaya yayılmıştır.

**Farklı feminizmler açısından Kadın Araştırmalarında Yöntem, içinde, Serpil Çakır, Necla Akgökçe, Sel Yayınları, İstanbul 1996

Kaynakça:

https://www.frauengeschichtsverein.de/start-und-news/frau-des-monats-2021/februar-2021/

https://www.fembio.org/biographie.php/frau/empfehlungen/maria-mies-das-dorf-und-die-welt-lebensgeschichten-zeitgeschichten-2008/

Manşet fotoğrafı: IMAGO

Paylaş:

Benzer İçerikler

Gösterilecek içerik bulunamadı!
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!