‘Bir sürü şey kaybettim ama inadımı azmimi hiç kaybetmedim’

‘Bir hayalim Bülent Ersoy’u görmek. Onun hayranıyım. Bir de dağ başında küçücük bir odam olsun, kitabım olsun, televizyonum olsun. Üç gün bir odada hiç uyanmadan uyumak istiyorum.’ diyen hurdacı Saniye’yle yaşamı, hurda toplamının zorlukları ve hayalleri üzerine konuştuk.
Paylaş:
Mürüvet Yılmaz
Mürüvet Yılmaz
dramahewi@gmail.com
Mürüvet Yılmaz   dramahewi@gmail.com

‘Bir hayalim Bülent Ersoy’u görmek. Onun hayranıyım. Bir de dağ başında küçücük bir odam olsun, kitabım olsun, televizyonum olsun. Üç gün bir odada hiç uyanmadan uyumak istiyorum.’ diyen hurdacı Saniye’yle yaşamı, hurda toplamının zorlukları ve hayalleri üzerine konuştuk.

Saniye Gümüş kimdir?

Zonguldaklıyım. 23 yıldır İstanbul’dayım. 13 yıldır, hem anne hem babayım. Yedi çocuk annesiyim. Gaziantep’te evli olup şu an burada benim yanımda olan bir kızım ve bir buçuk yaşında bir torunum var. Onlara ben bakıyorum Adı Melek. O benim yaşama tutunma gerekçem. Duygusal biriyim. Okumayı ve karalamayı çok seviyorum. Yazmayı, deyiş dinlemeyi, atasözlerini çok severim. Atasözleriyle kendime yöne vermeye çalışıyorum. Yaşamım boyunca tek başına mücadele verdim. İki kez intihar girişiminde bulundum ama ölemedim. Başaramadım. Hurda toplayarak geçiniyorum. Zaman zaman mekanlara, değişik yerlere gece işine gidiyorum: Bulaşık yıkıyorum, türkü evlerinde meze yapıyorum.

Hurdacılığa ne zaman başladın?

Eşim varken durumumuz iyiydi. Yardıma gerek kalmıyordu. Kimseye boynumu bükmüyordum. Çocuklarımın babası vardı. Babaannemin “ayağa değmedik taş, başa gelmedik dert yoktur .” dediği gibi bir rüzgar esti, savurdu bizi. Ondan sonra her işi yaptım. Bulaşık yıkadım, meze hazırladım. İzmir’de frezecilik yaptım. Ayakkabıcılıkta frezecilik, çok tehlikeli ve ince bir iştir. Ayakkabıların kenarlarını jilet gibi zımpara kesiyor, kenarları düzgün olsun diye sen de bıçak atıyorsun. Elim hiç titremezdi. Bir gün Ayakkabıcılar Derneği Başkanı kapıdan girmiş, ben bilmiyorum tabii ki tanımıyorum. Adam bana o kadar derin bakıyor ki. “Buyrun kime bakmıştınız?” dedim. “ Sizi izliyorum.” dedi. “Dedim ki hayırdır ya! Niye beni izliyorsunuz? Gördüğünüz gibi çalışıyorum. Patronu bekliyorsanız patronu çağırayım. Ona sesleneyim.” “ Yok. Ben bu kadar senedir bu işi yapıyorum. Böyle iyi yapan ilk seni gördüm” dedi. Bazen iyi yapsan da yaşam savurdu mu savuruyor. Şimdi hurdacılık yapıyorum. Sokaklardan hurda topluyorum.

Korkuyu yendim

Bu işi, hurda toplamayı genellikle gece mi yapıyorsun? Tehlikeli olmuyor mu?

Gece gündüz hiç fark etmiyor. Ama sağlık açısından tehlikeli. Hurda paslı olabiliyor, atılanlardan mikrop kapabiliyorsun. Ellerim kesildi, tırnaklarım düştü. Korunmak için tetanoz aşısı oluyorum. Bir de şunu söylemek istiyorum. Ben ırkçı değilim, mezhepçi değilim, ırk, din, dil ayrımı ne kitabımda ne özümde var, biz insan olarak büyüdük insanlığı yaşadık. Korkmuyorum. Ben artık korkuyu yendim. Sadece artık bulamıyorum.

Hurda mı bulamıyorsun?

Evet. Hurda bulamıyorum. Tam hevesleniyorsun, tam konteynerin yanına yaklaşıyorsun. Bakıyorsun biri içine dalıyor. Suriyeliler çift çift geziyorlar. Bu durum benim kanıma dokunuyor. Benim ülkemde, ben neden yürürken, hurda toplarken sıkıntı yaşayayım.

Bu durum güvenlik açısından da sorun yaratıyor mu?

Evet, kesinlikle güvenlik diye bir şey yok… Bak bugün evin yanındaki marketin attığı kartonları alıyorum. Ben alıyorum diye adam az kalsın beni dövecek. Bu kadar cesaretli davranıyorlar. Aç gözlüler. Bunları söylerken Suriyeli ya da Afgan, hepsini bir tutmuyorum. Her millette yanlış insanlar vardır. Hepsi bir değil. Ama bazıları kanı seviyor. Şiddete meyilliler. Kaç kez ben topladım. Onlar çaldı. Çuval çuval toplayııp hazırladığım malımı çaldılar.

Tüm bu zorluklarla nasıl baş ediyorsun?

Zorlukları nasıl yeniyorum biliyor musun? Bir çöp kenarına gittiğim zaman bir bakıyorum, bir kedi var. Çöpte ekmeğini arıyor. Yaa diyorum, yaradan bize o kadar nimet vermiş. Yıkıyoruz, pişiriyoruz, arıtıyoruz, saklıyoruz. Bu hayvanlar ise bir lokma için yaralanmayı, ölümcül yara almayı göze alarak çöpün içine giriyorlar. İnsanlar ise onu katlediyor, öldürüyor. Neyi paylaşamıyoruz ki. Kediyle konuşuyorum, ona su, yiyecek veriyorum. Bir köpek görüyorum, dili dışarda su arıyor. Ona çöpte bulduğum pet şişelerindeki suyu veriyorum. Pet şişelerindeki suyu sokak hayvanları için konulan su kaplarına ya fidan diplerine döküyorum. Elimden su içiriyorum. Onları seviyorum. Zorlukları böyle yeniyorum. Günümüzde toprak ana gerçekten öfkeli. İnsana göğsünü açmış. Ama insanlar doğayı hançerliyor, yakıyor, yıkıyor yok ediyor. Nefes alamıyoruz. Aslında biz öncelikle kendimizi katlediyoruz. Ama bunu fark etmiyoruz. Biz çocukken babaannem yaş ağaç kesmeyelim diye bizi korkuturdu. “ Yerin altında bir camış var. O, kızınca başını sallar. Sallayınca da deprem olur, sel olur. Onu kızdırmayın.” derdi. Biz de korkar, yaş ağaç, bitki koparmazdık. Hurda toplarken çiçeklerle, kedilerle, köpeklerle toprak anayla konuşuyorum. Benim yoldaşlarım onlar.

Ayakta durmaya çalışıyoruz

Sokaklarda senin gibi hurda toplayan kadınlar görüyorum. Onların durumu nasıl? Kadınlar olarak bir birbirinizi kolluyor musunuz?

Korku yok bizde, yorulmak yok, açlık yok, biriktirmek yok; sadece ve sadece elindekiyle yetinmek var. Ayakta durmaya çalışıyoruz. Diğer kadınların da yaşamları tehlikede. Sessiz çığlıkları var. Bizim gibilerin. Neden böyle oluyor? Çöp diye atılanları biz topluyoruz. Kaldırıyoruz. Kendi yiyeceğimizi çıkarmaya çalışıyoruz. Fazlasında gözümüz yok ama buna da izin vermiyorlar. Yardım istediğimizde de sıra bekle deniyor. Neyin sırasını bekleyeceğim? Doğru dürüst evimde eşyam bile yok. Hangi sırayı bekleyeyim. Artık yardım talebinde bulunmuyorum. Gidip boyun bükmüyorum.

Nereden yardım alıyordunuz?

Belediyeden, Sosyal Yardımlaşma Vakfı’ndan, Büyükşehir Belediyesi’nden iki ayda bir 300 TL yardım alıyordum. Yabancılar gelmeden önce gerçekten elimden tuttular. Belediyenin, sosyal hizmetlerin katkısını gördüm. Çocuklarımı iki kez Çocuk Esirgeme Yurduna alacaklardı. Vermedim. Bana maaş verdiler. Ben kendim baktım. Hani, beni çocuklarımdan yoksun bırakmadılar.

Ne değişti peki?

Daha önce düşkün olanlar yardımlardan yaralanabiliyorlardı. Konteynerlerden hurda toplayanların sayısı daha azdı. Bir denge vardı. Şimdi yardımların büyük bölümü yabancılara gidiyor. Kiralar arttı. Benim evimin önünde çöp konteynırı var. Bana “ Sen bunları tapuladın mı” diyor. Ben kendi ülkemdeki konteynerden sorunsuzca çöp- çöp nedir ki- elimi sokup alamayacaksam; o zaman kendi ülkemde mülteciyim, demektir.

Belediye bir fabrika kursa….

Hurda toplama işinin güvenceli ve kayıtlı bir biçimde yürütülmesine yönelik bir çaba var mı? Belki o zaman herkes rahat eder. Ne düşünüyorsun?

Ben bir şey beklemiyorum. Neden, çünkü devlet de, belediyeler de hurdacılık yapıyor. Niye hurda topluyorlar? Benim toplayacağım kartonu; o niye topluyor? Benden fakir mi? Bende korku yok Alacakları bir canım var. Onu da yaradan verdi, yaradana gidecek. Bizim topladıklarımız yıkanıyor paklanıyor işlemden geçirilip yurt dışına gönderiliyor. Göndermesin. Burada toplama alanı kurulsun. Garibanlar oraya satsın. İnsanlar topladıklarını oraya götürsün.

Sizlerin numara ve belgeniz, sigortanız olsa…

Tabii o zaman rahatlıkla getirip götürebiliriz. Örneğin: Benim 1000 liraya verdiğimi başka yere 1500- 2000 liraya veriyorlar. Oysa Belediye bir yere fabrika kursa böyle olmaz. Biz oraya gidip veririz.

Aracılar ortadan kalkmış olur…

Aracı olmazsa, biz de fazla kazanmış oluruz. Çöplere çok ekmek atılıyor. Ekmek yerleri olsun. Taze ekmek bir yana, bayat ekmek bir yana. Hayvanı olan, bayat ekmek almak isteyen bayat ekmek alır, taze ekmek almak isteyen taze. Ben çocukken Almanya’da kaldım. Belediyeden üzerinde tarih bulunan çöp poşeti gelirdi. İnsanlar kullanmadıkları eşyaları, elbiseleri kat kat onun içine bırakırlardı. Sonra görevliler gelir onları alırdı… Üç ayda bir de büyük eşyalar için yapılırdı. Sonra bunlar ihtiyacı olanlara ulaştırılırdı. İnsanlar faydalanabiliyordu. Burada da belediyelerin sokaklara koyduğu kutular var. Bir şeyler toplanıyor ama kim kime ne veriyor karışık. Nereye veriliyor, bilinmiyor. Eski elbiseleri eskiden fabrikalar ipe çeviriyordu. Halı dokunur, eşyalar yapılırdı. Şimdi insanlar belediyenin kapısının önüne gidiyor, sadece üç, dört parça bir şey dağıtıyorlar. Geri kalanını atıyorlar. Atılmasın. Geri dönüşüm yapılsın. Fabrika kurulsa, hem eğitecek hem kazandıracak. Varsın belediye kazansın. Ama işçi yetiştirsin. Benim oğlum boşta. Belediyenin bir eğitim alanı olsa, oğluma ücretsiz eğitim verse. Eğitimden sonra da çalışabileceği bir iş gösterse gençler hem eğitim almış hem iş bulmuş olur.

Hayallerin…

Bu yaşamda keşke yapmasaydım, dediğim ve yeniden fırsat verilse yapmak istediğim çok şey var. Saz çalmaya hastayım. Sazı çalmasam da bir sazım olsun; duvarımda asılı dursun istiyorum. Bir de hemşire olmak isterdim. Bembeyaz önlük içinde. Hep gıpta ettim. Çok çalışkan bir öğrenciydim. Birinci sınıfı on üç gün okudum. Sonra ikinci sınıfa kaydımı yaptılar. Aslında okumak istiyorum. Diplomamı bulmam gerekliymiş. Adını şimdi anımsamıyorum 47 yaşında üniversiteli olan birinden cesaret aldım. Onu örnek aldım. Bir de şiir okumasını ve yazmasını çok seviyorum. Şiir gibi şeyler yazıp kitap yapmayı istiyorum. Şiir olmasa da bir kitap gibi toparlamak istiyorum.

Bir hayalim de Bülent Ersoy’u görmek. Onun muhteşem hayranıyım. Bir dağ başında küçücük bir odam olsun, ev artık alamam, kitabım olsun, televizyonum olsun. Üç gün bir odada uyumak istiyorum..

Yaşamım boyunca bir sürü şeyi kaybettim. Ama inadımı azmimi kaybetmedim. Yaşıyorum, mücadele ediyorum. Sadece ekmek davası değil, hayvanları, doğayı seviyorum. Kadınlar için kadınlar matinesi gibi bir yer olsun istiyorum. Kadınlar oralarda sohbet etsin, örgü örsün, eğlensin, onların dilleri olan türküler, oyalar, nakışlar yapsınlar..

Paylaş:

Benzer İçerikler

Gösterilecek içerik bulunamadı!
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!