bir ücretsiz sömürü alanı olarak sol örgüt

'yolu kurtuluştan geçen kadınlar' kitabında, kadınların örgüt içinde erkeklerden daha zor kabul gördüklerini, bunun onları daha fazla fedakârlık yapmaya ittiğini çok açık biçimde görüyoruz. ama daha önemli bir şey var: bu örgüt, kadınların ücretsiz emeğiyle örülmüş.
Paylaş:
ayşe düzkan
ayşe düzkan
ayseduzkan@hotmail.com

yolu kurtuluştan geçen kadınlar[1], “kurtuluş kendini anlatıyor” dizisinin bir parçası olarak yayımlanmış. türkiye solunun tarihine azıcık aşina olanların bildiği üzere, kurtuluş örgütünden bahsediliyor bu dizide. türkiye solunun özeleştiri alışkanlığının bulunmamasına hayret etmeyi, tepki duymayı bıraktığımız bir zamandayız. bu tür bir sözlü tarih çalışması –ki büyük emeğe dayanıyor- değerli ama dönemlerin ve kadroların kurumsal değerlendirilmesinin yerini tutmayacağını düşünüyorum.

ben hiç kurtuluşçu olmadım, o yüzden ykgk kitabının hacmi gözümde büyüse de belli bir mesafeyle okuyabileceğimi düşünmüştüm. öyle olmadı. o yüzden bu yazının girişi, belki haddinden fazla öznel.

bu kitap için konuşan kadınların çoğunu, konuşmamış olup adı anılan kadınlardan birkaçını tanıyorum. kitapla birlikte onları daha yakından tanımak beni mutlu etti, yaşadıkları baskıları, çektikleri meşakkati görmek içimi acıttı, ne kadar değerli insanlar olduklarını bir kere daha fark ettim. yaşadıkları birçok şeyle özdeşleştim, kendi geçmişime döndüm, onlarınkine benzer travmalarım tetiklendi, daha önce duymadığım kimi olgular şaşırttı; o zamanları, o duyguları ve en önemlisi, beni sıradan bir solcu kızdan kararlı bir feminist militana evrilten şeyleri hatırladım. kitabı okumak başlı başına zor bir iş halini aldı.

bu kadınlar, başta gençlik olmak üzere türkiye halklarının sola adeta aktığı yıllarda, o selle birlikte yol almış, suyuna karıştıkları ırmak kurtuluş hareketi olmuş, davaları ve örgütleri için kendilerini, hayatlarını hiçe saymış, ömürlerinin önemli bir kısmını kahramanlıklar, fedakârlıklarla örmüşler. kimisi bu muazzam maceranın içinde, mutlu olmayı da başarmış. ama çoğunda derin yaralar var; bunların hepsini devlet baskısı açmamış.

kurtuluş, kadınların özgürlüğü ve feminizmle ilgili tartışmaları en önce yürüten örgütlerden biri, muhtemelen ilkidir. feminizmin türkiye’de ortaya çıktığı ilk günlerden itibaren, kurtuluşçu kadınlar arasında feministler oldu.

tıpkı kitapta konuşan kadınları tanıdığım gibi, anılan bazı erkeklerle de tanışmıştım. kitabı okuduğumda, birçoğuyla ilgili olumsuz değerlendirmelerimin haksızlık olmadığını gördüm. insanın değişebilirliğine inanıyorum, bu insanların o yıllardan bu yana hiç değişmeden yaşlanmış olmalarını olağan kabul etmiyorum, onları değişmeye itecek koşulların sağlanmadığını düşünüyorum; kadınların, özellikle de feminist kadınların yürüttüğü tartışmaların ve vizyonun, tek tek erkekleri değiştirmeye yetmediğini çünkü erkeklerin devrimci oldukları gerekçesiyle korunduğunu, yani bahsettiğim durumdan en başta erkek dayanışmasının sorumlu olduğunu kitapta gördüm.

tarih, berbat insanların olağanüstü işler yapabildiğini gösteriyor bize. insanlığa katkıları, yakınlarına, çevrelerindekilere karşı suçlarını affettirir mi, hayır. ama tarihin onları affettiği vakidir, onların da kendilerini bu şekilde affetmeleri mümkündür. bu kitapta anılan erkeklerin hayatlarını devrimciliğe adadığına, bundan başka şey düşünmeyip bundan başka bir işle meşgul olmadıklarına şahit ve kefilim. ama bu devrimciliğin devrimle ilişkisi tartışmalı bence. herhangi bir devrimin gerçekleşmesi iradi değil, tarihsel koşullara bağlı. ama devrimci kadroların başarılı olup olmadığını anlamak için kıstaslar var; kitleselleşmiş, etkili bir hareket oluşturmak, mesela. yönetici kadroların çoğunluğunu oluşturan, bir kısmı 1968, çoğu da 1978 kuşağından erkeklerin yapıp ettiklerinin sınırları, ortaya çıkarttıkları şeyin egemen erkekliklerini bağışlatacak kadar önemli olup olmadığı, bırakın tarihi, kendilerinin dahi kendilerini affedecekleri kadarını gerçekleştirip gerçekleştirmedikleri üzerinde düşünmeye değer.

şunun altını çizeyim, bu anlatılanlar kurtuluş örgütüne mahsus değil, başka birçok örgütte de benzer hatta daha ağır sömürü ilişkilerinin var olduğunu gördüm. norm buydu, dışına çıkan olmuştur tabii.

“… sarı mutfak bezini, elimuze verdiler”

volkan konak’ın cerrahpaşa[2] adlı şarkısının sözlerine dayanan şu deyişi bilenleriniz vardır: “inandık solculara, oyle böyle dediler, sarı mutfak bezini, elimuze verdiler.” bu kelime oyununu ilk yapan kadın kimdir, bunu dedirtecek şeyleri hangi örgütte yaşamıştır bilmiyorum ama karadeniz’in, kurtuluş örgütünün güçlü olduğu bölgelerden biri olduğunu bildiğim için kitabı okurken bu sözler sık sık aklıma geldi.

devrim, mücadele, örgüt için fedakârlık her devrimcinin sırtlamaya çalıştığı şeyler. kitapta, kadınların örgüt içinde erkeklerden daha zor kabul gördüklerini, bunun onları daha fazla fedakârlık yapmaya ittiğini çok açık biçimde görüyoruz. ama daha önemli bir şey var: bu örgüt, kadınların ücretsiz emeğiyle örülmüş.

geleneksel patriyarkal iş bölümünden yani erkeğin kamusal alanda ücretli, kadının özel alanda ücretsiz çalışmasından söz etmiyorum. yani erkeklerin, ailenin ekmeğini sağlayan ücretli işinden döndükten sonra, eşlerinin bütün işini yaptığı evlerine gelip yemeğin hazırlanmasını bekledikleri, “geleneksel” ilişki yok burada. kadınlar, hem ücretli çalışıyor hem evin ve varsa çocukların bütün işini yükleniyor, çoğu örgütün lojistiğini de sağlıyor. yani geleneksel olan tahrip edilmiş ama erkeklerin hayatını daha da kolaylaştıracak şekilde! üstelik bu kadınlar politik olarak eşlerinin bir uzantısı sayılıyorlar! eşlerinin faaliyetlerini güvende sürdürebilmeleri için siyasal faaliyetlerinden vazgeçiyorlar, bilgilendirmeler eşlerine yapılıyor, kadınların eşlerinden bilgi alacağı varsayılıyor. bitmedi. tek tek kadınlar örgütlenmeyi ilmek ilmek örerken erkekler kararları alıyor.

bu durumun örgütsel siyasetin niteliğini de etkileyen sonuçları var; o kararları, hayatında hiçbir pratik işle ilgisi olmayan, saklanmayı, gizliliği ve teoriyi bilen ama ücretli/ücretsiz emekten, emekçi hayatından bütünüyle uzak insanlar alıyor!

şunun altını çizeyim, bu anlatılanlar kurtuluş örgütüne mahsus değil, başka birçok örgütte de benzer hatta daha ağır sömürü ilişkilerinin var olduğunu gördüm. norm buydu, dışına çıkan olmuştur tabii.

benim de dahil olduğum ilk feminist kuşaklar, sol hareketlerden geliyordu ve kafalarındaki tartışmaların çoğu sollaydı. ben solu dönüştürmeye çalışmanın feminizm için doğru ya da en azından birincil bir hedef olmadığını düşündüm hep. bunun bir hareket inşa etmek için çok zayıf bir temel olduğunu, bütün toplumu dönüştürme mücadelesi içinde solun da zaten dönüşeceğini savundum. bu kitapta hayatlarının çok önemli bir kısmını bizimle paylaşma cesaretini göstermiş olan kadınların önemli bir kısmı, kurtuluş hareketi içinde feministleşmiş, bir kısmı feministleşirken bunun adını koymamış ki feminizmin bir lanet, bir damga sayıldığı yıllarda bu çok yaygın bir eğilimdi. “ben feminist değilim ama…” diyen aslında feministlerle, “ben feminizme karşı değilim ama…” diyen bal gibi feminizm düşmanlarının tartışmaları yürürdü.

bugün kurtuluş örgütünden arta kalan hiçbir kurumda bu kadar pervasızca kadın emeğinin sömürülmesi, kadınların yok sayılması mümkün değil. her şey çözüldü mü, hayır. ama çözümün araçları olgunlaştı.

ykgk hem içeriği hem de hacmiyle zor bir kitap ama nereden geldiğimizi görmek, o kadınların deneyimini sarmalamak ve erkek cüretini görmek için bile okunmaya değer.


[1] https://www.dipnotkitap.com/kitap/yolu-kurtulustan-gecen-kadinlar/389, yazının devamında kitabı ykgk olarak anacağım.

[2] https://www.youtube.com/watch?v=qo0Og4zkRv0

Paylaş:

Benzer İçerikler

Gösterilecek içerik bulunamadı!
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!