6 Şubat’ta yaşanan depremin ilk saatlerinden itibaren birçok feminist grup ve örgüt arama, kurtarma, yardım ve dayanışma çalışmaları yürütmek üzere bölgeye gittiler. Hızlı bir şekilde bölgede dayanışma ağları kuran, diğer illerle koordineli bir şekilde hareket eden feministler, depremin yarattığı yıkımın ağırlığını çok daha derin yaşayan, ihtiyaçları ikincil görülen, şiddetle ve tacizle karşı karşıya kalan depremzede kadınlarla dayanışmaya yönelik birçok faaliyet başlattılar.
Kadın Savunma Ağı da depremin ilk gününden itibaren bölgede çalışma yürüten feminist ağlardan biri. Depremden 1 hafta sonra Hatay Defne’de bulunan Sevgi Parkı’nda Kadın Dayanışma Çadırı kurdular, hemen ardından çadırın bir köşesine kadınların birbirlerine duygusal olarak temas edebilecekleri, sohbet edip dertleşebilecekleri, birbirleriyle “eşya alıp vermenin ötesinde” bir ilişki kurabilecekleri Kadın Kahvesi’ni açtılar.
Kadın Savunma Ağı’ndan Esma Çağlak, Hatay’daki depremzede kadınların durumlarını, bölgede yürüttükleri çalışmaları anlattı ve bu büyük yıkımın ardından “yaşamı nasıl yeniden kurabileceğimize” dair düşüncelerini paylaştı.
Kadınlar bakım yükü ve şiddet kıskacında
Hatay’daki kadınlar devlet güçlerine karşı haklarını savunma noktasında oldukça güçlü tepkiler veriyorlar. Ancak ev içinde patriyarkal kontrol mekanizmaları, baskı ve şiddete karşı savunmasız durumdalar. Erkekler, depremin yarattığı yıkımın öfkesini kadınlardan çıkarıyor. Esma, annesi enkaz altında kalan bir erkeğin evli olduğu kadına yönelttiği öfkeyi ve uyguladığı şiddeti şöyle anlatıyor:
“Örneğin burada eşinden şiddet gören bir kadın vardı. Eşinin annesi enkaz altında kalıyor ve yaşamını yitiriyor. Eşi, annesini enkaz altından kendisi çıkarıyor. Kadının kayınvalidesiyle ilişkisi depremden önce de oldukça çatışmalıymış. Erkek de kadını suçlamaya başlıyor, ‘Senin yüzünden öldü, sen zaten hiç anlaşamazdın onunla’ gibi sözler sarf ediyor. Daha sonra kadının telefonuna ve cüzdanına el koyuyor. Kadın da hızlıca o anda oradan uzaklaşıyor. Kaçarak bizim yanımıza geldi. Onu güvenli bir alana aldık.”
Uzun zamandır sistematik şiddet gören kadınların bu hiddet, nefret ve öfke içerisinde, hane içindeki erkeklerle aynı çadırda kalmak zorunda olmasının şiddete çok açık bir ortam yarattığını vurguluyor Esma. Kadınlar yalnızca aile içinde değil, sokaklarda da güvenli hissetmiyor. Şehirdeki güvenlik güçleri kadınları güvende hissettirmekten ziyade tedirgin ediyor.
“Çünkü mesela bizim çadır alanımızda yaşayan bir kadın gece sokakta yürürken bir anda bir asker ona silah doğrultuyor. Şu anda bölgede ağır tanklarla ve silahlarla yürüyen birçok asker var.”
Kadınlar depremin yüküne ek olarak bir de patriyarkal toplum yapısının kendilerine dayattığı bakım yüküyle mücadele etmek zorunda kalıyorlar. Şehirde birçok kadının deprem öncesinde bakım emeği verdiği kişiler olduğu gibi; depremle birlikte yaralanan, sakat kalan insanların sayısındaki artışı göz önüne aldığımızda, kadınların üzerindeki bakım yükü daha da katmerleniyor.
“Burada çoğu kadının hastası var. Yani ailenin büyüğüne bakan bir kadın var. Eşinin annesi, yengesi, halası falan… Deprem koşullarında bakmak zorunda kalıyorlar. Mesela bir kadınla konuştuk. ‘Ben Hatay’da yaşamak istemiyorum, her an deprem olabilir, binalar yıkılabilir, düzenimiz yok. Başka şehre gidip yeni bir hayat kuralım’ diyor. Böyle bir isteği var. Ama karşısındaki erkek ‘Benim köyde annem yaşıyor, ona bakmak zorundayız, Hatay’da kalacağız’ diyor. Dolayısıyla kadınların bakım yükü, can güvenliklerini tehlikeye atacak bir boyutta.”
Hijyen yokluğu vajinal enfeksiyon ve düşüklere neden oluyor
Deprem bölgelerinde temiz su, tuvalet ve duş ihtiyacı halen çözülebilmiş değil. Kadınlar ped, tampon, iç çamaşır gibi ürünlere ulaşmakta da güçlük çekiyorlar. Hijyen ve sağlık hizmetlerinin yetersizliği, kondom ve doğum kontrol haplarının yokluğu, kadınların cinsel sağlık ve üreme sağlığıyla ilgili ciddi sorunlar yaratıyor. Esma bölgede vajinal mantar sorunu yaşayan kadınların sayısının gittikçe arttığını söylüyor:
“Çadır alanları içerisinde tuvalet, duş imkânı çok çok sınırlı. Bizim bulunduğumuz yerde hâlâ temiz bir tuvalet yok. Yakınlarda okulun tuvaleti var, ona da sadece AFAD görevlileri ve devlet yetkililerini alıyorlar. Onun dışında 400-500 insanın yaşadığı yerde iki tuvalet var. O tuvaletleri temizleyen bir kurum da yok. Hijyen konusunda çok ciddi bir sıkıntı var aslında. Şu anda kadınların vajinal enfeksiyondan kaynaklı mantar oluşumu yaşadığını duyuyoruz çok sık.”
Gebe kadınlar için hem hijyenin yetersizliği hem de depremin yarattığı ağır travmadan dolayı düşük yapma tehlikesi artmış durumda. Durumu daha da kötüleştiren ise kolayca ulaşabilecekleri, tedavi olabilecekleri hastanelerin yokluğu.
“Parkta kadınları tek tek dolaşıyorduk, bir çadıra gittik. Bir gebe kadın düşük yapmaya başlamış. Kanaması başlamış. Hastaneye gitmek istiyoruz ama devletin bir hastane imkânı yok. Şöyle aslında, hastane var ama inşaat halinde. İtalyan Sahra Hastanesi diye bir yer var ve oraya yönlendiriyorlar herkesi.”
Hatay’da devlet yok
Bölgeye giden birçok sosyalist, feminist, LGBTİ+ örgütlerin ve STK’lerin yardım ve dayanışma faaliyetleri devlet tarafından engellenmeye çalışılıyor. Esma’ya böyle bir engelle karşılaşıp karşılaşmadıklarını sorduğumuzda Hatay’ın yalnızlığına, terk edilmişliğine işaret eden şu sözleri söylüyor:
“Bölgede bir engelle karşılaşmadık. Çünkü gerçekten Hatay’da devlet yok. Muhtemelen olsa zorluk da çıkarırlardı. Ama ne giriş çıkışında ne de malların getirilişinde ne de gönüllülerimizin Hatay’a giriş çıkışında bir sorun yaşadık. Çünkü devlet burayı görmüyor, buraya bakmıyor. Kontrolünden bir nevi çıkmış durumda. En kötü tarafı da bu görmeme hali zaten. Binlerce insanın yaşamına mal oldu bu. Depremin başından beri devam eden o ‘bakmama’ hali hâlâ sürüyor. Düşün, kentin en merkezi noktasında AFAD’a dair muhatap alınacak biri yok. Bir yokluk hali var burada.”
Kadın dayanışma çadırı bir kanal işlevi görüyor
Kadın Savunma Ağı, depremin ilk günlerinden beri bölgede. İlk günler diğer gruplar ve örgütler gibi arama ve kurtarma çalışmalarına katılmışlar. Bir haftanın sonunda ise Kadın Dayanışma Çadırı’nı kurmuşlar. Kadın Dayanışma Çadırı, kadınların birçok ihtiyacını karşılayabilecek güvenli bir alan olarak düşünülmüş:
“Birinci haftanın sonunda Defne’de bir Kadın Çadırı açtık. Bu çadır, kadınlar için güvenli bir alan; yani hem şiddet yaşadıklarında hem bir şeye ihtiyaç duyduklarında gelebilecekleri; ağlamak, gülmek istedikleri zaman gelebilecekleri, sosyalleşebilecekleri, psikososyal destek alabilecekleri bir yer aslında.”
Esma kadın çadırının yalnızca deprem bölgelerinde değil, başka kentlerde de var olması gerektiğini söylüyor. Çünkü birçok depremzede İstanbul, Ankara, İzmir, Mersin, Adana gibi illere göç ediyor, oralarda da önemli sorunlarla karşı karşıya kalıyorlar. Kadın çadırı, aynı zamanda başka iller arasındaki bağlantıyı da sağlıyor:
“Kadın çadırımız deprem bölgesi dışındaki kentlerle bu bölge arasında bir kanal işlevi görüyor aslında. Buraya rotasyonlarla, haftada bir ekipler halinde geliyoruz. Aynı zamanda İstanbul, Ankara, İzmir gibi Türkiye’nin birçok yerine ciddi anlamda göçler başladı. Bu göç eden depremzedelerin gittikleri şehirlerde yaşadıkları sorunlar, karşılaştıkları zorluklar var. Bunların çözümü için sadece deprem bölgesinde değil, diğer kentlerde de bir yandan dayanışma örgütleyen diğer yandan bu yıkımın sorumlularından hesap soran bir çalışma yürütmeye çalışıyoruz. Kadın çadırını da bu amaçla kurduk. Bir yandan kentlerde yaşanan barınma krizi, göçmen düşmanlığı, OHAL’in o kentlere yansıması gibi sorunlara dair politikalar üretirken bir yandan da kadın çadırıyla tüm Türkiye’deki kadınların, lubunyaların burayla dayanışma kanalını oluşturmaya çalışıyoruz.”
Feminist mücadelenin katkısı
Birçok feminist grup, ağ ve örgüt şu anda depremin ardından yaşamı yeniden kurabilmek için çabalıyor. Feminist mücadelenin bizzat kendisi bu çabalar ve çalışmalar için yol açıyor.
“Birbirimizden güç alıyoruz, birbirimize sarılıyoruz. Biz bunu zaten feminist mücadeleden çok iyi biliriz, çünkü bir yaşam mücadelesidir aynı zamanda feminist mücadele. Ve şu anda içinde bulunduğumuz durumda da yaşamak ve yaşatmak için mücadele veriyoruz. O yüzden feminist hareketin ilkeleri çok yol açıcı. Nasıl ki bir kadın cinayeti işlendiğinde ‘yasta değil isyandayız’ diye hareket ediyorsak benzer biçimde binlerce insanın katledildiği bu kentleşmeden, rant hırsıyla verilen izinlerden kaynaklı, inşa edilen binaların müteahhitlerinden, şirketlerinden, devlet kurumlarından hesap sormak da o isyanın bir parçası.”
Esma, oldukça güzel geri dönüşler alan Kadın Kahvesi’nin de bir “feminist dokunuş” olduğunu söylüyor:
“O bizim feminist bir dokunuşumuz oldu. Çünkü kadınların sürekli eşya alıp verdiği, bir alma-verme ilişkisinin bulunduğu bir yerden ziyade oturup kendisini ifade edebileceği, kendisini yeniden inşa edebileceği bir alan yaratmaya çalışıyoruz aslında. Bunun dönütünü de alıyoruz. Buradaki depremzede kadınlar şu anda bizim gönüllümüz olarak, bizle beraber malzeme dağıtımı yapıyorlar, çadırları tek tek dolaşıp sorunlara birlikte çözüm arıyoruz. Mesela her akşam bir değerlendirme toplantımız oluyor. Her gün mutlaka yeni bir depremzede kadın katılıyor aramıza. Bu açıdan Kadın Kahvesi, bizim için çok çok kıymetli bir yer.”
Yaşamı yeniden kurmanın yolları
Esma son olarak yıkıntılar altında kalmış bir bölgede yaşamı yeniden kurarken devlete, sivil topluma, feminist ve sosyalist örgütlere düşen payın ne olduğunu söylüyor:
“Burada kentin neredeyse yüzde 60’nın 70’inin yıkıldığı bir durumda hayatın sıfırdan kurulması gerekiyor. Bunun yapılabilmesi için gerçekten çok daha güçlü, koordineli; meslek örgütlerinin, sosyalist ve feminist örgütlerin hepsinin bir arada çalışabileceği bir mekanizmaya ihtiyaç var.
Çadır kentlerde mutlaka kadın dayanışma noktalarının oluşturulmasını sağlamak ve kadınlar için özel alanlar yaratabilmek, onların kendilerini özerk bir biçimde ifade edebilmesini sağlayabilecek alanlar yaratabilmek çok önemli. Kadınların en acil ihtiyaçlarının; tuvalet, duş, su, elektrik gibi temel ihtiyaçların hâlâ daha karşılanmadığı bir alandayız. Bu imkânların sağlanmasını zorlamalıyız. İlla para toplayıp bir tuvalet almaktan bahsetmiyorum. Bunu yapması gereken bir devlet var zaten. Bunu yapmaya onu zorlamaktan bahsediyorum. Çünkü dediğim gibi yıkımın kendisi oldukça büyük olduğu için bunun sonuçlarını da bizim halk olarak kendi cebimizden karşılamamızdan ziyade kamu kurumlarının, kamu kaynaklarının seferber edilmesi lazım. Bunu sağlamaya çalışmalıyız. Ve burada kamulaştırma talebi çok önemli. Yani burada mesela biz neden suya erişemiyoruz, elektriğe erişemiyoruz? Neden mesela pedleri parayla alıp kutu kutu kolileyip gönderiyoruz? İç çamaşırı da aynı şekilde…
Süreçten çıkışın, insanca bir yaşamı inşa edebilecek başka bir hayat tahayyülünün sosyalistlerle, feministlerle olabileceğini çok iyi biliyoruz. Ve buna cüret edebilmemiz gereken bir zamandayız.”
Fotoğraflar: Kadın Savunma Ağı