“Vallahi bu erkekler her şeye karışıyor: Evdeki eve tarladaki tarlaya karışıyor!”

Tarım işçisi kadınlar, seyyar tuvaletler olmadığı ve tarla sahipleri tuvalete gitmelerini istemediği için eve gidene dek ihtiyaçlarını göremiyor; bu yüzden de böbrek ve idrar yolu hastalıklarına yakalanıyorlar. Tarla işinin yanı sıra ev ve bakım işlerini yüklenen kadınlar, beraber yaşadıkları erkeklerden de şikayetçi.
Siverekli tarım işçisi kadınlar anlatıyor 2
Paylaş:

Siverek’te Seher ile birlikte kapı kapı gezip kadınlarla yaptığımız sohbetleri sürdürüyoruz.

Helin 21 yaşında ve iki senedir evli. “Kaç yaşından beri çalışıyorsun?” sorusuna “Doğduğumdan beri çalışıyorum. Tarla işindeyiz hep. Küçükken Siverek’te uzun süre çalışmadık, hep dışarıya gittik, diğer illere çadır kurduk” şeklinde cevap veriyor. Konya’ya pancara, İzmir’e, Muğla’ya pırasa işine gitmiş küçüklüğünde. Pırasa işi kışın yapıldığından, yağmurun soğuğun altında yağmurluk giyerek çalışmış. “İş için erken kalkıp geç bırakıyorduk. İş bırakma saatimiz belirsizdi. Orada yevmiye değildi, kabalaydı. Yani yaptığın işe bağlıydı.”

Başka illerde mevsimlik işçilik ise kadınlar için ekstra yük anlamına geliyor. Çünkü burada iş sonu gidip dinlenebilecekleri ve belli bir düzeni olan evler yok. Düzensiz, sağlıksız ve tüm yükü kadınların sırtına bırakılan çadır yaşamları var. “Çadırda su olmuyordu. Suyu uzaktan taşıyorduk. Yemek için su taşı, banyo için su taşı, bulaşık için su taşı… Uzaktan su taşıya taşıya bel fıtığı çıktı bende küçük yaşta” diyor Helin. Devam ediyor: “Ama ben taşımasam da kimse su taşımıyor çadıra. Tamam, hepimiz çalışıyoruz, erkekler de çalışıyor, yoruluyor. Ama iş bitince erkekler hemen dinlenmeye gidiyor, başka bir işe dokunmuyor. Bir de yemek hazır olmasa bağırır çağırırlar.”

Akrabası ile istemeyerek, baba zoruyla evlendirilmiş Helin, “Allah pişmanlık vermesin” diyor. Ama evlendikten sonra, eşinin babasının altınlarına el koyması, geri vermemesi üzerine ortada kalıyor ve bu yüzden yeniden tarlalarda çalışmaya başlıyor. “Evdeki halıyı bile tarladan kazandığım parayla serebildim. Eşim, eşimin ailesi, kimse bize eşya yapmadı. Koltuklarımı bile kendim aldım. Ev dedim ama geldiğimde perdem bile yoktu” diyor.

Kadınların su ve tuvalete erişimini engelliyor

Perihan’ın yaşamını yitirdiği kaza sırasında o arabadakilerden biri olabilirmiş Helin. Ancak elçisiz, bir yakınlarının aracılığıyla, tarla işi olunca oraya gitmeyi tercih etmiş ve kazadan öyle kurtulmuş. Bu aralar Antep fıstığı işinde çalışıyor. Akraba, tanış ya da tanışık olmayan biri de olsa Helin de tarla ve bahçe sahiplerinin kadınlara davranışlarından rahatsız. “Sürekli bizi acele ettiriyorlar. Kendimizi sürekli yoruyoruz zaten bu yüzden. Buna rağmen hala bize ‘yavaş çalışıyorsunuz’ diyorlar. Geçenlerde telefonla konuştum, 15 dakika bile olmamış, gelmiş elimdeki telefonu alıyor. Diyor, ‘sabahtandır telefonla konuşuyorsun!’ Sana ne seni ne ilgilendirir benim telefon konuşmam? Tartışma çıktı orada, akrabalar araya girdi. Ben dedim, artık bunun işine gelmem.”

Tuvalet en büyük sorunlardan biri. Tarla ve bahçede çalışan kadınlar için zaten seyyar tuvaletler kurulmuyor. Kadınlardan tuvalet ihtiyaçlarını, dağlık ve bahçelik alanda “uygun yerlerde” gidermeleri isteniyor. Buralara tek gitmekten çekinen kadınlar, birbirlerini bekliyor, birlikte gitmeye çalışıyorlar. Ancak onları sürekli gözetim altında tutan tarla ve bahçe sahipleri, birlikte gitmelerine de engel oluyor.

“Günde iki defa tuvalete mi çıktın? Hemen gelip ‘sabahtandır tuvaletteyim diye bizi kandırıyorsun’ diyorlar. Biz o yüzden utanıp tuvalete gidemiyoruz. Kendimizi eve gidene kadar tutmaya çalışıyoruz. Birçok kadın tarla sahipleri yüzünden çekiniyor, utanıyor tuvalete gitmeye. Namaz kılana bile karışıyorlar, ‘git evinde kazasını kıl’ diyorlar. Bir kadın, dindar ve namazını kılıyor diye bir daha işe gelmesini istemediler. Valla bu erkekler her şeye karışıyorlar. Evdeki eve karışıyor. Tarladaki orada sana karışıyor. Her yerde eziliyoruz biz” diyor Helin. Ama ekliyor ardından: “Ama ne olursa olsun senin kendinin çalışması, kendine ait bir bütçen olması bambaşka. Hep erkeğe muhtaç olmak istemiyorum. Aslında kadınların hepsi böyle.”

Su ve tuvalet konusunun aslında ne kadar önemli olduğunu konuşuyoruz aramızda. Kadınların çoğunun bu nedenle böbrek ağrısı çektiğini, idrar yollarıyla ilgili hastalıklarla uğraşmak zorunda kaldıklarını anlatıyorlar. Ayrıca tek başına dağlık ve bahçelik alanda tuvalete gitmenin kadınlarda taciz korkusuna neden olduğunu, neredeyse tamamı erkek olan tarla ve bahçe sahiplerinin kadınların tuvaleti ile ilgili konuşmasının onlarda utanma duygusu yarattığını da ekliyorlar.

Kadınlar için bayılmak bile “ayıp” sayılıyor

Sohbet ettiğimiz kadınlardan biri olan Makbule, 56 yaşında ve elleri nasırdan paramparça olup beli de tutmayıncaya dek tarlalarda çalışmış. Şimdi evde torunlara bakıyor ve peksimet gibi ev yapımı ürünler yapıp bunları satarak geçiniyor. O da çocuk yaşında başlamış çalışmaya. Erkekler genelde çalışmadığı ya da sürekli çalışmadığı için, Makbule tarlada kazandığı para ile hem ev geçindirmiş hem de çocuklarını büyütmüş. Tarlada çalıştığı yıllarda sara hastalığına yakalanmış. Bayılmaları “ayıp” kabul edip vücudu da direncini yitirince tarla işlerini bırakmış. Şimdi sigortasız ve yine kendi emeğine bağlı bir şekilde yaşıyor. Diğer kadınların konuşmalarını sürekli başıyla onaylıyor. Çok konuşmak istemiyor.

Güvenceli işler erkeklerin

Siverek’te tarla ve bahçe işlerinin neredeyse yüzde 95’i kadınlar tarafından yapılıyor. Diğer işler, örneğin tezgahtarlık, kadınlar için “ayıp” olarak görülüyor ve kadınların sigortalı, aylıklı, yani güvenceli bir işte çalışması engelleniyor. Ayrıca Siverek’te sınırlı olan sigortalı, güvenceli işler, belediye işleri genelde erkekler tarafından yapılıyor; kadınlar en fazla İŞKUR’un yönlendirdiği geçici işlere girebiliyorlar. Okul ve resmi binalarda 6-7 aylık temizlik ve çaycılık işi için kadınlar sıraya giriyor ama o sıra bile torpille ilerleyebiliyor.

Bu arada dikkatimizi çeken bir konu da Siverek’teki erkeklerin tarla işlerine bakışı oldu. Hem kadınlarla görüştükten sonra sohbet ettiğimiz erkeklerin hem de eşlerinin bu işe bakışını anlatan kadınların anlatımı ortak. Erkekler tarla ve bahçe işlerini küçümsüyor, parayı az buldukları için gitmek istemiyor ve bu para için işe giderlerse “milletin kendilerini ayıplayacaklarını” düşünüyorlar.

Seher ile kapısını çaldığımız kadınlardan biri olan Sultan’ın anlatımları da bu yöndeydi. Eşi, Siverek’te tarlada çalışmayı ayıp bulduğu için, Sultan gibi tarla işlerine gitmiyor. Başka bir iş de olmadığı için geçim sıkıntısı yaşıyorlar. Bunun üzerine eşi ile mevsimlik işlere gitmeye karar veriyor Sultan. Çünkü eşi, Siverek’te olmadığı müddetçe tarla işinde çalışabileceğini söylüyor. 12 yıldır her sene, ağırlıklı Bursa olmak üzere mevsimlik işlere gidiyor ve burada domates-biber işi yapıyorlar. Peki neler yaşıyorlar orada?

“Kürtleri hiç sevmiyorlar, işleri düştüğü için idare ediyorlar”

“Orada, bizi, yani Kürtleri aslında hiç sevmiyorlar. Ama işleri düştüğü için mecburlar bize. İdare ediyorlar ama ne zaman işleri bitiyor, yine başlıyorlar kötü davranmaya. Verdikleri parayı da burnumuzdan fitil fitil getiriyorlar. Zaten onlar bizim için uğraşmıyorlar hiç. Çadırımızı biz kuruyoruz. Elektrik çekiyoruz, parasını bizden alıyor. Su getiriyoruz, parasını bizden alıyor. Odun getiriyorlar, parasını bizden alıyor. Normalde işçiler, hani hangi işe gitse, hangi mevsimlik işe gitseler, gidiş parası sözde onlara aittir. Dönüş parası da işçiye aittir. Ama Bursa’da öyle değil. Yol parasının her iki tarafı da bize ait. Biz mesela 4 kişiyiz çalışan, bu sene gidiş-geliş 16 bin lira yol parası verdik.”

Devam ediyor Sultan: “Yemeği içmeyi, hiç sorma! Zaten biz, elimizde avucumuzda para yok diye ta oralara gidiyoruz. Olanı da yola vermişiz. Orada yetişen ve bizim topladığımız domates ve biberden yemeklik aldığımızı bile neredeyse bize parayla satacaklar! Oradaki tarla ve bahçe sahipleri çok cimriler. Demek ki öyle kazanıyorlar. Gözümüz yok paralarında. Ama biz de çalışıyoruz kan ter içinde. Tek istediğimiz, bizim hakkımızı da yemesinler. Bu sene mesela en az 15 günlük yevmiyemizi yediler, vermediler. Tarla sahibi ile çavuş, kendi aralarında anlaşıyor ve yevmiyelerimizin üzerine yatıyorlar.”

Sultan, patron ve çavuşların asla vicdanlı olmadıklarını anlatıyor. “İnsan biraz merhametli olur. Ya bunlar, ta nerelerden buraya kadar gelmişler. Çoluk çocuk çadırda yaşıyorlar. İnsan der en azından sabah bir ekmek götüreyim, bari bununla uğraşmasınlar. O yok. Ama çoğu zaman gelip ‘ya sizin yufka ekmekler çok güzel oluyor’ deyip bizim ekmeğimizden istiyorlar utanmadan. Ya sen önce bir saygı göster çalışmak için gelen insana, değer ver. Tam tersine her fırsatta azarlıyorlar işçiyi. Biz insan değil miyiz? Ben olmasam, senin o işin olmaz ki, zaten sen bir şey de ekemezsin, ektiğini de kaldıramazsın. Biz gelmezsek, onların tarlalarına başka işçi gelmiyor ki.”

“İşimiz hiç bitmiyor”

Mevsimlik işlerde, işçilerin çalışma koşullarının ne denli ağır olduğunu herkes az çok bilir aslında. Ancak küçük de olsa düzenin olmadığı, barınmanın bile seyyar olduğu bu alanda kadınlar için asla iş bitmez. Daha önce konuştuğumuz Helin de anlatmıştı bunları. Sultan da kendi deneyimlerini şu şekilde anlatıyor: “Zaten sabahın köründe, daha hava aydınlanmadan kalkıyordum. Önce kahvaltıyı hazırlıyordum. Bir şeyler yiyip daha güneş doğmadan tarlaya gidiyoruz. Akşama, hava kararana kadar orada çalışıyoruz. O çocuklarımız, sabahın köründe, daha böyle sersem gibi, kendilerine bile gelemeden, gözlerini tarlada açıyordu. Ama dönünce dinlenmek mümkün mü? Her gün banyo yapmamız lazım, çadırdayız, banyo sıkıntısı var. Oranın bir deli rüzgârı var, zaten ne ateş oluyor ne ekmek yapabiliyorsun ne yemek pişirebiliyorsun. Hepsi benim üzerimde. Orada çayımızı bile ateşte yapıyoruz. Elektrik paralı olduğu için, mecbur. Tüp de dolduramıyoruz, çok pahalı her şey.”

“Yemek bende, ekmek bende, çamaşır bende, banyoyu hazırlamak ve çocukları yıkamak bende. Yemin ederim, tarladan gelip çadırda işleri yaparken saat gecenin biri oluyordu, herkes yatmış, ben hala çadırın etrafında dönüyordum işleri bitireyim diye. Bazı çadırlar kalabalık, daha fazla kadın var, onlar daha hızlı yapıyorlar ama ben tekim. Sonra yine sabah namazında kalkıyordum.”

“Topladığımız o domatesleri, o biberleri gidip satın alamıyoruz”

Çadırların aslında kadınlar için güvenli alanlar olmadığını konuşuyoruz. “Her şey oluyor inan ki. Her yerde hem kötüsü hem iyisi var insanın. Gidiyorsun, belki 50 tane çadır var. Herkesi tanımıyorsun. Kimin ne olduğunu bilmiyorsun. Her biri, bir yerden gelmiş. Sen ancak evini, kendi aileni ya da akrabanı bilirsin ama dışarıdakini bilemezsin. Mesela ben çadırın etrafında gece yarısına kadar uğraşıyorum. O sıra tabi her şey olabilir, o korkuyu duyuyor insan. Bir de tarla sahiplerinin köpekleri vardı. Köpekleri serbest bırakıyorlar, onlar da çadırlarımızın içine kadar geliyordu. Biz işe gidiyoruz, geldiğimizde, bakmışız köpekler yemeklerimizi yemiş, eşyalarımızı götürmüş. Çünkü çadırım kapısı güvenli değil. Şikâyet ediyorsun, diyor ki, ‘Burası bizim ülkemizdir, bizim yerimizdir. Siz buraya gelmişsiniz.’ Ee? Biz gelmişsek mecburi gelmişiz, çalışmaya gelmişiz, keyif yapmaya değil ki! Bizi insan yerine koymuyorlar.”

Son olarak koşulların iyileşmesi için nelerin gerekli olduğunu soruyoruz. Sultan, kendi düşüncelerini anlatıyor: “Bence öncelikle bize çadır yerine konteyner vermeleri lazım. Yani küçük olsun ama temiz olsun. Tozun, toprağın içinde kalmayalım. Bu mevsimlik işlerde o toz, o kum, o rüzgâr yüzünden gözüm kaç kez enfeksiyon kaptı. Onun dışında bize insan gibi davranmaları lazım. Tarlada sürekli ‘hadi hadi hadi’, öldüresiye çalıştırmalarına gerek yok. Biz biliyoruz ne kadar iş yapmamız gerektiğini. Bunun için denetleme olması lazım. Bu tarla sahipleri, bu çavuşlar işçilere nasıl davranıyor, haklarını yiyor mu, yevmiyelerini veriyor mu? Gelip bunları denetlemesi lazım devletin. Sorması lazım, ‘bu işçiler kaç liraya çalışıyor’ diye. Bizim topladığımız o domatesleri, o biberleri biz gidip satın alamıyoruz.”

Fotoğraflar: Rahime Karvar

Paylaş:

Benzer İçerikler

İşe gelirken yanlarına iki adet iş kıyafeti getiriyorlar, sıcaktan dolayı. Çünkü çalışmaktan sırılsıklam olan kıyafetlerini değiştirmek zorunda kalıyorlar. Yedek olanı giyip iyice ıslanmış giysiyi çamaşır sıkar gibi iyice sıkıyorlar. Şakır şakır su (ter) akıyor. Sonra kurusun diye çevredeki çalılara asıyorlar.
Kadın kabin memurlarının yaşadıkları sorunların dışarıya çok fazla yansıtılmadığını biliyoruz. Sektörde işçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirleri yetersiz. Kabin memuru kadınlar her türlü taciz, şiddete karşı korumasız halde çalışıyorlar. Bunun dışında yaşanan cinsiyetçi sendikal baskılar da yüzlerinde asılı o gülümsemeyi çoğu kez etkiliyor. Gökyüzü işçisi kadınlar anlattı…
Siverek’te erkekler, “Bu paraya, bu rezillik çekilmez” diye düşünüyor. Dolayısıyla tarım işçiliğini, bile isteye “kadın işi” diye kodluyor ve “ek gelir” olarak gördükleri için kadınlara bırakıyorlar.
Siverek’te, insan taşımanın yasak olduğu açık kasa kamyonlarla hiçbir güvenlik önlemi olmaksızın taşınan, iş yolundaki kazalarda sakatlanan tarım işçisi kadınlar ve yakınları ile konuştuk.
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!