“Biz durursak dünya durur” sloganı şimdi gerçekleşmeye daha yakın

8 Mart’a doğru giderken kadın emeği ve kadın işçilerin durumu ile ilgili kadın örgütleri, feministler ne düşünüyor; son dönemde yaşanan grev, direnişleri nasıl değerlendiriyor ve politika önerileri neler, sorularının peşine düştük. Bağımsız feminist Hülya Osmanağaoğlu ve Mor Dayanışma’dan İrem Kayıkçı yaşadığımız ekonomik krizin kadın emeğine nasıl yansıdığına, kadınları nasıl etkilediğine dair izlenimlerini paylaştılar, önerilerde bulundular.
Paylaş:
Sare Öztürk
Sare Öztürk
ozturksare48@gmail.com
Sare Öztürk ozturksare48@gmail.com

8 Mart’a doğru giderken kadın emeği ve kadın işçilerin durumu ile ilgili kadın örgütleri, feministler ne düşünüyor; son dönemde yaşanan grev, direnişleri nasıl değerlendiriyor ve politika önerileri neler, sorularının peşine düştük. Bağımsız feminist Hülya Osmanağaoğlu ve Mor Dayanışma’dan İrem Kayıkçı yaşadığımız ekonomik krizin kadın emeğine nasıl yansıdığına, kadınları nasıl etkilediğine dair izlenimlerini paylaştılar, önerilerde bulundular.

8 Mart’a doğru giderken kadın emeği ve kadın işçilerin durumu ile ilgili kadın örgütleri, feministler ne düşünüyor; son dönemde yaşanan grev, direnişleri nasıl değerlendiriyor ve politika önerileri neler, sorularının peşine düştük. Bağımsız feminist Hülya Osmanağaoğlu ve Mor Dayanışma’dan İrem Kayıkçı yaşadığımız ekonomik krizin kadın emeğine nasıl yansıdığına, kadınları nasıl etkilediğine dair izlenimlerini paylaştılar, önerilerde bulundular.

2022 yılının 8 Mart’ında feministlerin ve kadın örgütlerinin gündemi işsizlik, yoksulluk ve güvencesizlik. Bağımsız feminist Hülya Osmanağaoğlu pandeminin kadınların yoksullaştırdığını, bu süreçte hem ev içi karşılıksız emek yükünü hem de ücretli emek gücü içindeki koşulları ağırlaştırdığını belirtiyor. Özellikle güvencesiz işlerde çalışan kadınlar işsiz kalırken işsizliğin ve yoksulluğun kadın hayatlarına doğrudan ev içindeki sıkıntıların artması olarak yansıdığını söylüyor. Pandemide evden çalışmanın da artığına dikkat çekerek görece güvenceli işlerde çalışan kadınların bir yandan ücretli işin sorumluluklarını yerine getirirken bir yandan da evdeki çocuk ve erkeklerin bakım sorumluluğunu üstlenmek zorunda kaldıklarını belirtiyor. Ekonomik krizin derinleşmesine bağlı kadınların yaşadıklarının ne kadar ağırlaştığını şu sözlerle dile getiriyor: “Henüz pandeminin ortaya çıkardığı işsizlik atlatılmamışken 2021 sonundan itibaren büyüyen ekonomik kriz kadınlar için işsizlik, gelir kaybı ve daha ağır bir yoksulluk olarak yaşanmaya başlandı. Kadınların ev içindeki bakım yükümlülükleri nedeniyle ev dışında ücretli emek gücüne katılımları önünde ciddi engeller zaten vardı. Sermaye patriyarka ile tam uyum içinde ve evlere hapsolmak durumunda kalan kadınların yaptıkları parça başı, süreksiz, güvencesiz işlerdeki sömürü oranı da bu süreçte artıkça arttı.”

Hülya, pandemi ve ekonomik krizi feminist siyaset açısından yaşanan süreci şu sözlerle özetliyor: “Tüm bunlar yaşanırken feminist hareket olarak tüm kadınlar olarak canımızı kurtarmak için İstanbul Sözleşmesi’nden imza çekilmesine karşı mücadele etmeye çalışıyorduk. Sözleşme’den imza çekilmesinin hemen ardından gündeme gelen nafaka gaspı girişimi artık AKP’de cisimleşen patriyarkanın ev içindeki erkek egemenliğini güçlendirmek için tüm yasal kazanımları gasp etmeye çalışacağını gösterdi. Kadınları aileye hapsetmek erkek şiddetine rağmen açlık ve yoksullukla tehdit ederek boşanmayı engellemek AKP’nin kadınlar açısından bugünkü en belirgin siyasal hedefi. Bu aileyi yani aslında ev içindeki erkekleri güçlendirme, erkek şiddetini meşrulaştırma hedefinin tabir yerindeyse bir ekonomi politiği var. Kadınların ev içindeki karşılıksız emek yükünün artması, yoksulluğun kadınları aileye hapsetmenin bir manivelası haline getirilmesi ve kapitalist patriyarkanın tüm bu adımlarının da ücretli emek gücünde kadınların sermaye tarafından daha fazla sömürülmesinin önünü açmak olarak tezahür ediyor. Feminist hareket de bu çok yönlü saldırı üzerinden ücretli ücretsiz emek kıskacını AKP’nin/patriyarkanın aile ve erkek şiddeti politikalarıyla birlikte değerlendirerek siyaset yapıyor.”

Mücadele gidişata dur diyecek deneyimleri bilfiil biriktiriyor

.

Mor Dayanışma’dan İrem de heteropatriyarkal kapitalizmin pandemi ve ekonomik kriz ile birlikte derinleştiğini, buna bağlı olarak da kadın emeği tartışmasının da başka bir boyutta yeniden gündeme geldiğini düşünüyor. Kriz dönemlerinde kadınların çok daha düşük ücretlere istihdam edilmesine dikkat çeken İrem, şu an içinde olduğumuz ekonomik krizin insanca yaşam koşullarının çok uzağında olan asgari ücrete ulaşabilen kadın oranında dahi ciddi bir düşüş yaşandığını söylüyor. Piyasadaki kadın emeğinin bu durumunu kadınların sırtına yüklenen ev ve bakım emeğinin değersiz görülmesi ile doğrudan bağlantılı olduğunu savunuyor. İrem, ev içi işlerin ve bakım emeğinin değersiz görülmeye devam etmesinden hem patriyarkanın hem de sermayenin faydalandığını ifade ediyor ve ekliyor: “Bu emek biçimleri ne kadar değersiz görülürse, annelik, kadınlık ne kadar çok ‘kutsallaştırılırsa’, ‘ailenin bekası’ için Diyanet’ten Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na kadar ne kadar çok muhafazakâr söylem ve politika üretilirse bir o kadar daha sermayeye kar sağlanıyor, patriyarka ile kapitalizm arasındaki bağ güçlendiriliyor. Bu yüzden; kadınların emeğini, bedenini türlü biçimlerde sömüren hem patriyarkaya hem de kapitalizme karşı topyekûn bir kurtuluş mücadelesi vermek, ayrıca ülkedeki ekonomik krizle eş zamanlı ilerleyen faşist gidişatı örgütlü bir birliktelik ile geri püskürtmek daha çok gündemimizde diye düşünüyorum. Çünkü iktidar koalisyonun devlet yönetiminden ekonomik krize kadar birçok alanda yaşadığı çoklu krizleri çözememesi hayatımıza günlük faşizm olarak yansıyor.” İrem, kadın hareketinin ve feminist mücadelenin bu gidişata dur diyecek, süreci örgütleyecek ve ayrıca dönüştürecek deneyimleri her gün bilfiil biriktirdiğini vurguluyor. Şu ana kadar biriktirilen güç ve öfkenin programatik bir feminist politikaya ihtiyaç duyduğunu belirtiyor.

Sınıf örgütleri kadın işçileri sınıfın geçici bileşeni olarak görüyor

Çalışma koşullarının ağırlığının getirdiği mücadele bilincinin kadın işçileri direniş ve grevlerde daha kararlı kıldığını belirten Hülya, kadınların tam da kadın oldukları için patronlar tarafından daha çok sömürüldüklerini ve daha kötü koşullarda çalışmaya zorlandıklarını ifade ediyor. Sınıf örgütlerine ve erkek egemen sendikalara yönelik eleştirilerini ise şu şekilde sıralıyor: “Patriyarkal kapitalizm diye adlandırabileceğimiz sistemin kadınların ev içindeki karşılıksız emeğine erkeklerce el konulmasının bir uzantısı olarak cinsiyete dayalı iş/meslek ayrımını temelinde inşa olduğunu görerek kadınların ücretli emek gücünde neden işçi sınıfının erkeklerle eşit bileşeni olarak görülmediğini de anlayabiliriz. Sınıf örgütleri de maalesef kadın işçileri sınıfın geçici bileşeni olarak görme eğilimini her daim taşıyor, kadın işçilerin mücadele tarihi hep direnişlerin gücüyle yazılsa da erkek sendika bürokrasileri kadın işçileri ve kadın işçilerin yoğun olduğu işyerlerinde, iş kollarında örgütlenmeyi düşünmüyor ya da geri plana itiyor.”

Feminist hareket ne yapabilir?

Feministlerin grev ve direnişlerdeki kadınlarla yan yana gelmesinin önemli olduğunu ifade eden Hülya, erkek egemen sendika yapısı içinde kadınların güçlenmelerini sağlamak gerektiğini savunuyor. Feminist hareket ne yapabilir sorusunu ise şöyle yanıtlanıyor: “Feminist hareket sadece direnişleri ziyaret etme, dayanışma ve kampanya örgütlemenin ötesinde sınıf hareketi/sendikalar içinde aktif, özellikle yönetici konumundaki arkadaşlarla daha güçlü bir ilişki kurmaya çalışmalı. Sınıf hareketi içindeki kadınların ihtiyaçları dışarıdan dayanışmaysa bunu sağlamalı, erkek sendika yapıları içinde güçlenmelerini sağlamalıyız. Ancak kadın işçi sınıfının içinde bulunduğu koşullara bigâne kalan kadın arkadaşları kuşkusuz eleştirel bir yaklaşımla özellikle sendikalar içindeki erkek egemenliğine karşı harekete geçmeye teşvik etmeliyiz. Diğer yandan elbette feminist hareketin de ücretli ve ücretsiz emek kıskacına ilişkin daha sistematik, derinlemesine bir siyaset yapmaya ihtiyaç duyduğunu da kendimize itiraf etmeliyiz.”

Feminist politika olmadan olmaz

Sendika ve meslek örgütlerinin yönetimlerinde kadın çoğunluğunun sağlanmasının önemine dikkat çeken İrem, kadınların patriyarkal kapitalizme karşı sınıf mücadelesinde “feminist politika olmadan olmaz” diyerek örgütlü mücadeleyi büyütmesi gerektiğini vurguluyor. Dönüşümün sağlanması için kadınların örgütlü mücadeleye katılacağı, özneleşecekleri stratejik dönüşümleri nasıl sağlanacağına ilişkin daha fazla düşünmek gerektiğinin altını çiziyor. Erkek egemen, hiyerarşik, hegemonik örgütlenmeye karşı kadınların birbirine güç verdiği, dayanışmacı bir örgütlenme tarzını sendikalara, meslek örgütlerine dayatılması gerektiğini savunuyor. Önerilerini ise şu şekilde sıralıyor: “Patronların, sarı sendikaların çıkarlarını gözettiklerinin, işçi kadınları daha çok sömürerek zenginliklerini ikiye katladıklarının tespitini yapmak yetmez. ILO 190 Sayılı Sözleşme’nin acilen onaylanması, eksiksiz uygulanması ve kadın örgütleri, feministler tarafından takip edilmesi, kadınların sendikalaşma hakkını engellemeye çalışan işyerlerinin ifşa edilmesi ve dava süreçlerinin takibi, regl ve doğum izinlerinin, işyerlerine kreş açılmasının, ev ve bakım emeğinin toplumsallaşmasının acilen fiili meşru bir hatta savunulması, grevlerle, direnişlerle güçlendirilmesi gerekiyor. Yerellerde örgütlü ve ısrarlı bir sosyalist feminist örgütlenme pratiği ile kadınların “biz durursak dünya durur “ sloganı gerçeğe, gerçekleşmeye her zamankinden daha çok yakın.”

Son olarak İrem kadınların Farplas direnişini ziyaret etmesini hatırlatıyor. Bu buluşmanın sınıf mücadelesi ile feminist hareketin yan yana gelmesinin pratik göstergesi olduğunu ve güçlü bir motivasyon sağladığını dile getiriyor. Şu sözlerle bitiriyor: “Birbirinden, birbiri ile güçlenen anti-patriyarkal kapitalist mücadele dinamiklerinin ‘ya hep beraber ya hiç birimiz’ sözü şimdi; sokaklardan fabrikalara, direnişlerden 8 Mart 2022’ye daha çok cesaret ve güç veriyor.”

Feminist Gece Yürüyüşündeyiz

8 Mart’ta kadınların, feministlerin gündemi pandemi, ekonomik kriz ve beraberinde gelen kadın yoksulluğu… Bu yükü taşıyan, taşımak zorunda kalan kadınların isyanını 19 yıldır olduğu gibi 20. yılda da yine sokaklara taşıyoruz. Değiştirecek gücümüz var biliyoruz tam da bu nedenle feminist isyan diyoruz. Bugün saat 19:30’da aynı yerde 8 Mart Gece Yürüyüşünde buluşuyoruz.

Paylaş:

Benzer İçerikler

70 gündür fabrika önünde direnen Polonez işçileri kadın örgütlerini ve feministleri dayanışmaya çağırıyor. Bu çağrıyı ilettiğimiz ve iletimize cevap veren kadın örgütleri “boykot ve dayanışma eylemleri yapalım” fikrinde ortaklaşıyor. O halde gelin Polonez’de kadın işçilerin taleplerini yaygınlaştırıp, seslerine ses katalım…
Türk-İş dün 81 ilde “Zordayız, geçinemiyoruz” diyerek eylem çağrısı yaptı. Ancak işçiden habersiz, fabrika ve işyerlerinden uzak bir eylemden beklenileceği üzere zayıf görüntüler ortaya çıktı. İstanbul’daki eylem bunun en sarih örneği oldu.
CarrefourSA Esenyurt depo direnişinin ikinci gününde kadın işçiler Gülşah, Emel, Perizade ve Esra ile konuştuk. Esra “Bugün onlara olanın bize de olacağını biliyoruz,” Gülşah “İçeride can güvenliğimiz yok” Emel “Bir beyaz yakalı bir kadın çalışanı taciz edebilir mi?” Perizade ise “Biz illallah ettik buradan, sesimizi duymaları gerekiyor” diyor.
Bizlerin bütçesine daha ‘uygun’ market raflarında sıkça gördüğümüz, işlenmiş et ürünleri markası olan Polonez, bir süredir işçi ve sendika düşmanlığıyla anılıyor. Fazla mesai dayatmasıyla ev yüzü görmeden çalışan kadın işçilerin sendikalaşma mücadelesini tanımayan Polonez’de kadınlar, düşük ücretlerle ağır işlerde hakarete maruz kalarak çalışıyor.
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!