‘Bizi güçlü kılacak tek şey mücadele’

“Bazen umudumu yitiriyorum tabii” diyor Songül Öğretmen; “Kadın hareketinin gücü, direnci, dayanışması, umudumu canlı tutmamda destek oluyor bana. O nedenle birlikte çok güçlüyüz diyebiliyorum.”
eğitim emekçisi kadınlar anlatıyor:
Paylaş:
Mürüvet Yılmaz
Mürüvet Yılmaz
dramahewi@gmail.com

Okular açılalı beş hafta oldu. Her şey yoluna girmiş, sıkıntı yoktur demek istiyor insan. Ama diyemiyor. İster veli ister eğitim emekçisi olsun, kadınlarla kırtasiyede, okulda, otobüste karşılaştığımızda ilk açılan konular; alınması gereken okul malzemeleri, servis ücretleri, ders programları ve yetmeyen maaşlar oluyor.

Eğitim emekçisi kadınlar açısından psikolojik şiddete dönüşen ders programları söz konusu. Özellikle bazı okullarda neredeyse her hafta program değişiyor. Bu değişim, kadın emekçiler açısından tüm işleri, yaşamı sil baştan düzenlemek anlamına geliyor. Çocuğu okula kim götürecek; evde, okulda   yapılması gereken işler nasıl planlanacak?  Değişen sınıflarla yeniden tanışma… Anlattıkları konuları yeniden anlatmak… Liste uzayıp gidiyor.

Hele tam gün okullarda, eğitim emekçisi kadınlar açısından beslenmek büyük bir sorun. Dışarıdan yemek yemek mümkün değil. Yemeği evden getirmek, özellikle büyük kentlerde neredeyse olanaksız.  Diğer yandan çocukların beslenmesi de büyük sorun. Millî Eğitim Bakanlığı tarafından yayımlanan “Ücretsiz Beslenme/Yemek Programı” konulu genelgeyle 2022-23 yılı eğitim-öğretim yılının ikinci yarıyılında okul öncesi öğrencileri için yaşama geçirilen ücretsiz öğle yemeği uygulamasının kaldırılması, yeni bir ekonomik gider demek.

İki çocuğu okula giden bir kamu emekçisi kadın, sadece çocukların yemek, servis, kırtasiye, okul kıyafeti gibi ihtiyaçlarını karşılamak için ayda yaklaşık 8 bin TL ödemek zorunda kalıyor. Belki iyi bir eğitim-öğretim ödeneği verilir diye bekleyen eğitim emekçilerinin elleri böğründe kalmış durumda. Bu yıl verilen eğitim ödeneği yalnızca bin 400 TL. Bozdur bozdur harca cinsinden!

Bu eğitim-öğretim yılında eğitim emekçisi kadınlar bir de beyaz önlük teşviki (dayatması) ile karşı karşıya. Okul müdürlerinin beden ölçülerini istemeye başlamasıyla bu dayatma, özellikle kadın emekçiler için psikolojik şiddete dönüşüyor. Tüm bunları iki kadın eğitim emekçisi kadınla konuştuk.

“Eskiden tiyatroya ödediğim para beni etkilemiyordu. Gitmek istediğimde rahatlıkla gidebiliyordum. Şu an düşünmek, hesap yapmak, gitmek istediğim oyunlar arasından en çok istediğimi seçmek zorunda kalıyorum.”

H.

Kültürel anlamda beslenmek mümkün değil

Kaç yıldır eğitim emekçisi olarak çalışıyorsun?

H: 19 yıldır öğretmenlik yapıyorum. İlk atandığım yer İstanbul. Hâlâ İstanbul’da çalışıyorum.

19 yıl önceki İstanbul ile şimdiki İstanbul’u karşılaştırsak çalışma koşulları, yaşam şartları açısından ne gibi farklar var?

H: Çok çok fark var. Benim o zaman İstanbul’u seçme nedenim, buranın kültürel olarak beslenebileceğim bir kent olmasıydı. Şu an kültürel anlamda beslenmek mümkün değil. Artık İstanbul’un üretken bir kent olmaktan çıktığını, eskiye oranla daha kısır bir hale geldiğini düşünüyorum. Bu, büyük olasılıkla gelinen süreçle ilgili.

Özellikle ekonomik nedenlerden dolayı bu kültürel ortama ulaşabilmem daha zor hale geldi. Örneğin eskiden tiyatroya ödediğim para beni etkilemiyordu. Gitmek istediğimde rahatlıkla gidebiliyordum. Şu an düşünmek, hesap yapmak, gitmek istediğim oyunlar arasından en çok istediğimi seçmek zorunda kalıyorum. Daha önce gittiğimden çok daha az sayıda oyuna gidebiliyorum. Hatta neredeyse hiç gidemiyorum. İstanbul’un kültürel ortamından yararlanma noktasında bir kısırdöngüye girdiğimi düşünüyorum.

Genel olarak yaşam şartların nasıl etkilendi krizden?

H: Şu an 20 yıllık öğretmen olarak bir bodrum katta, ufacık bir evde yaşıyorum. Barınma sorununu çok daha yakıcı şekilde yaşayan eğitim emekçilerini düşündüğümüzde bir nebze şanslıyım. Konu beslenmeye gelirse… Açıkçası kısıyorum. Eskisi gibi değilim.

Kıyafet alışverişi hiç yapmıyorum. Üstümdekileri soran insanlara, “Bu 15 yıllık giysimdi. Bir kenarda duruyordu. Şu an kullanma ihtiyacı duyuyorum” diyorum.  Şu anki ekonomik koşullar nedeniyle kıyafet alabilmek, kitap alabilmek çok zor.  Eskisi kadar kitap da alamıyorum. Kütüphanelere üye oldum, kitap ihtiyacımı oradan karşılamaya çalışıyorum. Eskiden düzenli dergi alan biriydim. Şimdi kendi kitaplığıma bir kitap, bir dergi koyamıyorum. Durum bu. Giderek daha çok daraldığımı hissediyorum. Bu da bir problem.

Edebiyat öğretmeniyim ben. Beslenmem gerekiyor. Sinemaya, tiyatroya gitmem gerekiyor. Dergileri takip edebilmem gerekiyor. En önemlisi, düzenli olarak kitap alabiliyor olmam gerekiyor.  Şu an olması gereken koşulların çok gerisindeyim. Pek çok açıdan kaygılarım var açıkçası. 

Kaygılarım var derken…

H: Ekonomik kaygılar… Çünkü para biriktirmeliyim diye düşünüyorum. Ama çok komik oluyor. Paranın da bir değer yok. Bu ülkenin ileride yaşlandığımda benim ihtiyaçlarımı karşılayacak bir emekli maaşı ödeyemeyeceği gerçeği var karşımızda. Biriktirebiliyor muyum? Hayır! Üstelik tek yaşamıyorum. Kardeşimle birlikte yaşıyorum. Ona rağmen biriktirmek mümkün olmuyor. Zaten son süreçte, deprem sürecinden sonra elimizde ne varsa doğrudan aileye gidiyor.

“Memleketimi memleket yapan şey kalabalıklardı, sofralardı. Dönen çatal bıçak sesleriydi. Bir araya toplanmalardı. Sokaklarda çınlayan kahkahalardı. Şu an hiçbiri yok!”

H.

Okulların birinde Kaymakamlık, diğerinde Emniyet var

Ailen deprem bölgesinde, Hatay’da yaşıyor. Bir nebze de olsa yaşam koşulları düzeldi mi?

H: Toparlanmak diyemeyeceğim. Korkunç bir travma. Ben şehrime gittiğimde inanamadım. Gerçekten ayakta kalan bir tane bina yoktu. Ben hep şu soruyu sordum kendime: Binayı değerli kılan nedir? Binayı değerli kılan, oradaki anılarımız, ürettiklerimiz, paylaşımlarımızdı. Memleketimi memleket yapan şey kalabalıklardı, sofralardı. Dönen çatal bıçak sesleriydi. Bir araya toplanmalardı. Sokaklarda çınlayan kahkahalardı. Şu an hiçbiri yok.

Haklısın. Yazın sohbet ettiğim birçok kişi, çocukların eğitim koşulları oluşursa, o sofralardaki sesleri sürdürebilmek için geri döneceklerini söylüyorlardı. Devletin çocukların eğitimiyle ilgili bir düzenlemesi var mı?

H: Ailemin yaşadığı ilçedeki en iyi üç lisenin birinde Kaymakamlık, birinde Milli Eğitim, birinde Emniyet bulunuyordu. Memleketine dönüp orada bir yaşam kurmak isteyen için en önemli şeylerden biri çocuklarının eğitimi. Ben gittiğimde ağustosun son haftası olmasına rağmen çocuklara eğitim için gösterilen hiçbir yer yoktu. İki hafta sonra okul açılacak, birinci sınıflar bir hafta sonra başlayacaktı. Durum böyle olunca; burada bilinçli bir devlet politikası var mı diye ister istemez düşünüyor insan. Depremin üzerinden sekiz ay geçti. Sekiz aya rağmen Emniyet’e bir tane bina yapamayan devlet insanlara ne sunabilir?

Hep orada yaşadılar. Hiçbiri başka kentlerde yaşamayı düşünmedi. Şimdi çevremdeki herkes çocuklarının eğitimi için başka kentlere gitmek zorunda kaldı. Çocuklarının eğitimiyle ilgili kaygıları vardı. İş olanağı da yok. Yaşamı sürdürecek bir alanları, bir yerleri yok. Altyapı yok. Asbest denen bir gerçekle karşı karşıyalar. Benim çocukluğumun geçtikleri yerler ağaçlık alanlardı. Babamın bahçesindeki ağaçların neredeyse tamamı kurudu. Bakımsızlık, kuraklık, asbest tozundan… Annemin bahçesi çiçeklenmedi. Bu yıl fesleğenleri yetişmedi. Bunlar insan için kıymetli şeylerdir. Basit, küçük şeyler ama bizim yaşamımızın örgüsü bu. İnsan ısrarla anılarını arıyor. Ama yok!

Koşullar korkunç. İnsanlar hâlâ konteynerde yaşıyorlar. Bir ağaç gölgesine hasretler. Benim açımdan kelimelerin bir değeri kalmıyor. Korkunç bir travma. Tüm bu süreçlerde kadınlar sağlık, hijyen açısından ve ekonomik olarak daha çok etkileniyorlar. Bir kadın olarak İstanbul’da çalışıyorum, ama aklım hep memleketimde.

“Kız-oğlan ayrımının yapılmasının eğitimde gerçekten çok büyük travmaya neden olacağını biliyorum.”

H.

Borsada gezinen öğretmenler

Peki şu an çalıştığın okulda koşullar nasıl?

H: Aslında nasıl sorusunun cevabı, ne beklediğinizle doğrudan orantılı. Yani ben okul ortamından beslenemiyorum. Bu belki benim bulunduğum çevreyle ilgili. Beklentiniz, daha entelektüel birikimi olan, eğitime dair kaygıları olan insanlarla bir arada olmak. Açıkçası böyle bir ortamın içerisinde   değilim. Bu, iletişim kopukluğu yaratıyor diyebilirim.

İktidarın küçük ortaklarından biri karma eğitime karşı oldukları, diğeri ahiret öncelikli nesillerin yetişmesi gerektiği yönünde açıklamalarda bulundular. Bu açıklamaların okul ortamına yansıması oldu mu?

H: Açıkçası nispeten rahatım. Hemen tüm okullardaki okul yönetimleri gibi benim okul yönetimim de yandaş. Ama şu ana kadar okulda bu açıklamaların yansımalarını görmedim. Şu noktada kaygılarım var: Ben meslek lisesinde çalışıyorum. Yoğunluklu olarak erkek öğrenciler var. Sınıfta bir kız öğrencinin aslında ne kadar büyük fark yarattığını yıllardır görebiliyorum. Dolayısıyla kız-oğlan ayrımının yapılmasının eğitimde gerçekten çok büyük travmaya neden olacağını biliyorum. Sadece erkek öğrencilerin olduğu ortamlarda şiddete daha fazla meyil olduğunu görmek mümkün. Kullanılan dil, iletişim, kendini ifade etme şekli çok değişiyor. İletişim ona göre şekilleniyor. Bu anlamda da karma eğitimin çok kıymetli olduğunu düşünüyorum.

Toplumsal cinsiyet eşitliği açısından çalışma ortamını nasıl değerlendirirsin?

H: Meslek liselerinin genelinde erkek egemen bir yapı vardır. Kadın öğretmenlerle erkek öğretmenler arasında hep bir kopukluk vardır.

Müfredat programları, ders kitapları eşitsizliği derinleştiriyor mu?

H: Çok uzun süre DYK (Destekleme ve Hazırlama Kursu) kursları verdim. MEB’in soru şekillerini kullanıyoruz. Sorulardaki öğeler tamamen yeni siyasal bakış açısına göre oluşturuluyor. Metin seçimleri yine aynı bakış açısıyla yapılıyor. Sorulan soruların da bu içerikte olduğunu düşünüyorum. Eğitim alanına sızan politik bir tarafın olduğunu düşünüyorum. Özellikle seçilen metinler açısından…

DYK açmak yerine entelektüel anlamda çalışma yürütmeyi ister miydin?

H: Tabii ki isterdim. Bunu yapabilmem için aldığım maaşın yeterli olması gerekiyor. Yani asıl iyileştirme   maaşlarda olmalı. Bu olmadığı için kurslar ekonomik anlamda destek oluyor. Bir eğitim emekçisinin maaş karşılığı zorunlu çalışma saati, kültür öğretmenleri için 18 saat. Çoğu eğitim emekçisi, aldığı maaş yeterli olmadığı için ek ders almak, kurs açmak, daha uzun süre çalışmak zorunda kalıyor. 

Ekonomik anlamda yetersizlik, eğitim alanının değersizleşmesine neden oluyor.  Şöyle bir algı oluşuyor: Eğitim alan insan değerli değil diye düşünülüyor. Haliyle sizin yaptığınız işin de öğrencinin gözünde bir kıymeti kalmıyor. Bu mesleki deformasyona neden oluyor. Öğretmen eğitime, öğrencilerine odaklanmak yerine bütün gün borsada gezinebiliyor. Böyle bir gerçekliğimiz var.

Bu koşullar nasıl değişir? Özellikle kadın eğitim emekçileri açısından…

H: Zor. Çok umutlu değilim. Yürekler de yorgun. Umutsuzluğu da aşılamak istemem. Bir arkadaşım yazar Birgül Oğuz’a “Neyi yazmam dersin?” diye sormuştu. O da “Umutsuzluğu yazmam” demişti. Ben de aynı düşünüyorum. Yüreklerimiz yorgun da olsa yan yana durmak zorundayız. Bazı şeyleri ancak omuz omuza, sırt sırta vererek aşabiliriz. Küçük anılar biriktirerek, küçük mücadeleler vererek… Bizi güçlü kılacak olan şey, mücadele etmek.

 “Mesleğimi seviyorum. Klişe olacak belki fakat tüm güçlüklerine rağmen severek yapıyorum hâlâ…”

Songül

‘Psikolojik şiddete maruz kaldım’

Kaç yıldır eğitim emekçisi olarak çalışıyorsun? İşini seviyor musun?

Songül: Mesleğe 2012 yılında Şanlıurfa ilimizin, Siverek ilçesine 40 kilometre uzaklıkta, taşıma eğitimin olduğu bir ortaokuluna Beden Eğitimi ve Spor öğretmeni olarak atanmam ile başladım. Mesleğimi seviyorum. Klişe olacak belki fakat tüm güçlüklerine rağmen severek yapıyorum hâlâ.

Şu an çalıştığın okulda ders programları düzenlenirken kadınların özgül sorun ve talepleri ne kadar dikkate alınıyor?

Songül: Şu anda bir Anadolu lisesinde görev yapmaktayım. Ders programlarımız, dilekçelerimiz alınarak düzenleniyor; özel ve istisnai durumların dikkate alındığını gözlemliyorum. Adil bir gözetim elbette her zaman söz konusu değil.

Şiddete maruz kaldın mı, kalıyor musun?

Daha önce çalıştığım kurumlarda psikolojik şiddete maruz kaldım; mücadele etmem, direnç göstermem beni yordu. Bu yaşadığımı tanımlamam zaman aldı, şiddet sarmalından çıkışın fark etmek ile başladığını anlayınca bunun üstesinden gelebildim.

Okulların açılmasıyla birlikte yeni ihtiyaçlar ortaya çıktı. Kırtasiye malzemeleri, ulaşım, yemek, giyim… Ayrıca eğitim emekçilerinin kendi alanlarıyla ilgili gelişmeleri takip etmesi; sinema, tiyatro, konser, bale gibi etkinliklere gidebilmesi gerek. Eğitim emekçisi bir kadın olarak bu ihtiyaçları karşılayabiliyor musun? Aldığın ücret yeterli oluyor mu?

Songül: Kendime ayırabildiğim özel bir alanım neredeyse kalmadı diyebilirim. Ekonomik nedenlerden dolayı herhangi bir sosyal, sanatsal veya sportif etkinliğe katılmakta zorlanıyorum. Salgın da bunu etkiledi elbette; fakat asıl neden geçim kaygısı. Geçinemiyorum; maaşım faturalarıma, ev kirama, mutfak gelirlerime yetmiyor. Borcum var, hep vardı; üstelik bu borçlarım taşınmaz mülk veya yatırım amaçlı değil, tamamen geçim kaynaklıydı. Hâlâ da öyle, üzgünüm.

“Bireysel olarak değil, birlikte mücadele edilmesi gerektiğine inanıyorum.”

Songül

Önlük ‘teşviki’, kadın meslektaşlarımın dış görünüşüyle de ilgili

Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, okullarda eğitim emekçilerinin beyaz önlük giymesine yönelik bir genelge yayımladı. Eğitim Sen Genel Başkanı Nejla Kurul, “Kurumsal teşvik bir süre sonra dayatmaya dönüşür. İktidarın rahatsızlığı, özellikle kadın eğitim emekçilerinin giysileriyle ilgilidir” diye açıklama yaptı. Bu konuda sen ne düşünüyorsun?

Songül: Bakanlığın ’kurumsal teşvik’ söyleminin tek tip kıyafet birliğini sağlamaya dönük ve kadın meslektaşlarımın dış görünüşüyle de ilgili olduğu kanısındayım. Bu ve bunun gibi eğitimin temel sorunlarından uzak uygulamalardan vazgeçilmesini talep ediyorum. Gerçek gündemlerimize odaklanmamız ve sorunlarımıza çözüm üretmemiz gerekiyor diye düşünüyorum.

Tüm bunlar seni nasıl etkiliyor, dur demek için ne yapmak gerekir? Kadınlara, özellikle eğitim emekçisi kadınlara ne söylemek istersin?

Songül: Mesleki itibarımın zedelenmemesi için reaksiyon gösteriyorum. Bireysel olarak değil, birlikte mücadele edilmesi gerektiğine inanıyorum. Kazanım elde edebileceğimize dair bazen umudumu da yitiriyorum tabii. Kadın hareketinin gücü, direnci, dayanışması, umudumu canlı tutmamda destek oluyor bana. O nedenle birlikte çok güçlüyüz diyebiliyorum. Kolay kolay kazanım elde edemiyoruz; ama direniyoruz haklarımız için, mücadele ediyoruz, buradayız diyoruz.

Fotoğraf: Bianet (Temsilidir)

Paylaş:

Benzer İçerikler

Eğitim emekçisi kadınlar, Öğretmenlik Meslek Kanunu’nun daha şimdiden birçok soruna yol açtığını söylüyor. Ev işleri ve çocuk bakımı nedeniyle kasımda yapılacak kariyer sınavına hazırlanmakta zorlanan kadın öğretmenler, aldıkları maaşlarla geçinemediklerini, bu nedenle istemedikleri halde sınava başvurmak zorunda kaldıklarını anlatıyor.
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!