sivil toplum kuruluşları ya da daha doğru bir ifadeyle hükümet dışı örgütler kavramı ilk kez ikinci dünya savaşı’nın ertesinde birleşmiş milletler metinlerinde kullanılsa da, neoliberalizm döneminde, sosyal devletin çözünüp onun işlevlerinin “sivil toplum”a aktarılmasıyla yaygınlaştı. ama bugün stk’ları bundan ibaret görmek yetersiz kalır. artık çok daha geniş bir alanda hareket ediyorlar.
stk’ları demokratik kitle örgütleriyle aynı kapsamda görmemek gerek. demokratik kitle örgütleri belli bir alanda bulunan/çalışan herkesi temsil etmeyi hedefler. stk’lar ise, belli bir işi yapmak üzere bir araya gelmiş bir topluluk tarafından kurulan ve kâr amacı gütmeyen kurumlar. bir sığınmaevini işletmekten, göçmenlere destek vermeye, iklim konusunda bilinç oluşturmaya kadar onlarca işlevi olabilir stk’ların. ama altını çizeyim, temsil işlevleri yok.
demokratik kitle örgütleri de zaman zaman kamu fonlarından yararlansa da, esas olarak üyelerinin aidatlarıyla ayakta kalır. stk’lar ise neredeyse her durumda kamu fonlarına bağlı. bunun, zaman zaman politik anlamda bağımsız olmayı zorlaştıracağı açık. aynı zamanda, örneğin bir kadın danışma merkezi işletirken mevcut hükümetten bağımsız olmanın yararları var. ayrıca bütün fon kaynaklarının devletlere bağlı olmadığını da unutmamak gerek.
kâr amacı gütmeyen kuruluşlar olarak stk’ların işleyişi, en az fon kaynakları kadar önemli, bence. bunu iki maddede anlamaya çalışabiliriz.
-karar mekanizmalarının kolektifliği.
-iktisadi şeffaflık.
karar mekanizmalarının kolektif olması o yapıda bulunan herkesin her konuda kararlara katılması anlamına gelmez, bu gerçekçi de değil zaten. ama herkesin toplam işin yaptığı parçasıyla ilgili gelişmelerden düzenli biçimde haberdar olması, tecrübesi ve bilgisi oranında kararlarda söz sahibi olması, tecrübesinin ve bilgisinin artacağı koşulların oluşması (“el vermek” denebilecek bir süreç) ve işleyişte söz sahibi olmanın tek kriterinin tecrübe ve bilgi olması gerekir.
iktisadi şeffaflık, herkesin, kuruluşun gelirinden, gelir kaynaklarından, harcama önceliklerinden, birbirinin ücretinden, masraflardan haberdar olmasını gerektirir. herkesin, ücretlerin ödenmesi gecikecekse, yaklaşan zamanlarda gelirin kesilmesi ihtimali varsa, bunlardan ve sebeplerinden önceden haberdar olması anlamına gelir.
bunlar, fonlanmak ve bundan geçim sağlamak için kurulmuş olanlar dışında tüm stk’lar için geçerli olan iki nokta.
bunu belki söylemeye bile gerek yok ama, feminist stk’lar kadınlar için, kadınlar tarafından, cinsiyet eşitliği ve kadınların özgürleşmesi vizyonunu göz gönünde bulundurarak yürütülmeli. yani kadınlara yardımcı olan her faaliyeti feminist sayamayacağımız gibi işin kadınlar tarafından örgütlenmesi de önemli.
bu kadınlar kimler olmalı?
herhangi bir politik toplumsal faaliyetin belli bir maliyeti var. aynı şekilde herhangi bir politik toplumsal faaliyet belli bir emek gerektiriyor. birçoğumuz çeşitli alanlarda, bağışlarla ufak bir bütçe yaratarak ve gönüllü emeğimizle çeşitli faaliyetler yürütüyoruz. bazen de faaliyeti finanse etmek için etkinlikler örgütlüyoruz; ilk aklıma gelen, onur haftası boyunca düzenlenen çeşitli partiler. partilerin dışındaki muhalif siyaset büyük ölçüde böyle yürüyor.
düzenli hale gelmiş bir faaliyet –örneğin deprem dayanışmaları- kurumsallaşmaya ihtiyaç duyduğunda fon alan bir stk’ya dönüşebilir. bütün mesaisini bu stk’ya verenler ister istemez buranın ücretli çalışanları olur. ama sizin de görebileceğiniz gibi bu, bir kurumun cv’leri değerlendirerek uygun kişileri işe almasına dayanan istihdam ilişkisinden farklı.
bir biçimde o alanla ilişkilenmiş, o işe inanan, zaman zaman gönüllü emek de veren insanlar yoksa orada gerçek bir faaliyet alanı olup olmadığını da sorgulamak gerek, bence. faaliyet süresi boyunca, herhangi bir feminist stk’nın çalışmalarına katılanlar sadece ücretli çalışanlarsa bunun feminist bir faaliyet olduğunu söylemek zor. çünkü en azından o faaliyetin ulaştığı kadınların çalışmanın çevresinde olması beklenir. yani orada ücretli çalışanların, ücret almasa da o faaliyeti benimseyen, o faaliyete inanan kadınlar olması gerekir. böyle bir durumda, işlerin geç bitmesi yani “mesaiye kalmak” bir feminist toplantının uzaması kadar sıkıntıya sebep olur.
kapitalist işletmeler gibi mi
kapitalizmi kârla açıklamayı doğru buluyorum ama kapitalist kurumların, işletmelerin işleyişi patrondan ibaret değil, müdür de o işleyişin parçası. içimizde patronu hiç görmediği işlerde, müdürlerle boğuşarak çalışmış olanlar vardır. stk’lar kâr etmiyor, bu anlamda kapitalist işletmelere dönüşmeleri mümkün değil bence. “müdür”ler belki diğer çalışanlardan daha fazla para kazanıyor olabilir ama burada temel sorun bu fark değil, müdürlerin olması yani karar mekanizmalarının kolektif olmaması. aynı işi yapan insanlar arasındaki uyumu ve ortaklığı sağlayacak olan da, işin koordinasyonunu sağlayanları diğerlerini huzursuz edebilecekleri bir yetkiden muaf kılacak olan da o kolektivite. çok kolay bir şey olduğunu söylemiyorum, içinde insan olan hiçbir şey kolay değil zaten. ama bir tür idari otorite olmaksızın birlikte çalışmanın yolunu bulmamız gerek, bunun için çabalamaya değer.
yazıyı bitirirken kader’le ilgili birkaç şey söylemek istiyorum. kader, kabul edilemez ilişkilerin yaşandığı tek yer değil belki ama ayyuka çıktığı yer oldu. bunun için çabalayan arkadaşlarımıza bize bunları tartışma imkânı sağladıkları için teşekkür borçluyuz. bu konunun daha ayrıntılı ve daha kolektif konuşulabilmesinin kapısı da açılır diye umuyorum.
ta en başından beri kader’in doğru bir proje olmadığını düşündüm çünkü kadınların temsilinin sadece daha fazla kadının daha fazla mevkide yer almasıyla olmayacağını, kadından yana politikaların temsilini içermesi gerektiğini düşünüyordum.
kader kurulduğundan beri kadınların siyasette, mecliste ve karar mekanizmalarındaki temsili arttı, kadınlardan yana politikalar hem şekillendi hem de çeşitli alanlarda temsil edildi. ama bunda kader’in faaliyetlerinin katkısı çok sınırlı. zaten siyaset gibi geniş bir alana ancak kitlesel bir hareketle müdahale edilebilir, bir stk ile değil. feminizmin güçlenmesi, politik sözünün derinleşmesi, etkili bir sokak hareketi ve farklı alanlarda öneriler geliştirmesi, geniş kadın kitlelerinin siyasette de kadınları görmeyi arzulamasını sağladı. böylece birçok parti, vitrine koymak amacıyla da olsa, kadınları öne çıkartmaya başladı. ama aynı süreçte kader adım adım hareketten uzaklaştı.
Fotoğraf: Serra Akcan / csgorselarsiv.org