‘Bu nakışlar hem geçim hem sosyalleşme hem de Filistin hasreti için…’

Türkiye’de yaşayan, çalışma izni olmadığı ve Türkçe bilmediği için sigortalı işlerde çalışamayan Filistinli kadınlar, nakış işleyerek geçimlerini sağlamaya çalışıyorlar. Bu nakışlara da Filistin’i işliyorlar. "Kardeşlerimizi öldürüyorlar, dünya sessiz kalıyor" derken gözyaşlarını tutamıyorlar.
Paylaş:

Filistin’in sokakları, caddeleri, hastaneleri, evleri bombalanıp binlerce insan bu saldırılarla katledilirken yüz binlercesi de göç etmek zorunda kaldı. Son yıllarda savaşlardan, çatışmalardan, siyasi çalkantılardan, yoksulluktan kaynaklı dünyayı sarsacak nitelikte yaşanan göç dalgasının en yeni, acılı evresi oldu bugünlerde yaşananlar…

Filistin için hem bu savaş hali hem de göç dalgaları yeni değil. Peki, daha önce topraklarından göç eden kadınlar geldikleri ülkelerde neler yaşıyor? Nasıl yaşıyor? Filistin’deki savaş ile ilgili ne düşünüyorlar? Bu konuda konuşmak için Filistinli kadınlarla İstanbul Esenyurt’ta buluştuk.

Topluluk Araştırma ve Geliştirme Derneği’nin iki yıldır sürdürdüğü nakış projesiyle bir araya gelen Afganistanlı, Suriyeli ve Filistinli kadınlar, haftada bir gün Esenyurt’ta bulunan bir vakfın salonunu kullanıyorlar. Salona girdiğimde, uzunca bir masanın etrafında on civarında kadından kimi nakış işliyor kimi de dikiş makinesini kullanıyordu. Kadınlar burada bir süredir el işi yapıyor, bunları satarak geçim sağlamaya çalışıyorlardı.

‘Tüm gün el işi yapıyorum, Filistin’i işliyorum’

İlk olarak Rola Sawwan ile konuşuyoruz. Rola’nın üzerinde, daha savaştan hemen önce kendisine oradan tanıdıkları tarafından gönderilen kırmızı nakışlı bir elbise var. Bu söyleşi için özel olarak giydiğini söylüyor. Konuşmak, sohbet etmek için heyecanlı olduğunu dile getiriyor.

Rola’nın dedeleri, İsrail işgali nedeniyle ilk dönemlerde Filistin’den göç edenlerden. Oradan Suriye’ye yerleşen ailesi, Suriye iç savaşının başlamasından sonra bu kez Türkiye’ye göç etmek zorunda kalmış. Burada çalışma izni olmadığı için işe giremese de çeşitli derneklerin sosyalleşme, Filistin kültürünü tanıtma çalışmalarında yer almış. Son olarak da burada el işi yapmaya başlamış. İki senedir yaptığı el işlerini sergilere götürüyor ve gelir elde etmeye çalışıyor.

“Evde babam ve annemle yaşıyorum. İki ablam ve üç de abim vardı ama onlar Almanya’ya gitti” diyen Rola, gündelik yaşamını sorduğumda, “Tüm gün el işi yapıyorum; çanta, harita, örtü… Filistin’i nakış olarak işlemeyi çok seviyorum. Çünkü böylece Filistin’i, kültürümüzü anlattığımı düşünüyorum” yanıtını veriyor.

Konu savaşa gelince Rola çok öfkeli olduğunu belirtiyor:

“Filistin’de yaşanan savaştan kaynaklı günlerdir ağlıyoruz. Siyonist işgal Filistin’de yeni değil, orada savaş ve tahkimat on yıllardır var. Umarım hızla biter. Çünkü ölenler çocuklar. Bu suç, bu terörizm! Çocuklardan intikam alınıyor, ama bu savaş çocukların savaşı değil. Dünya sessiz kalıyor. Bu toprak Filistin toprağı, öyle olmaya devam ediyor. Onu terk etmeyeceğiz. İstiyorum ki bu işgalin ortadan kalkması için İsrail’e uluslararası bir yanıt verilsin.”

“Giysiler de çok pahalı ve biz çocuklarımıza alamıyoruz. Çocuklar kendi aralarında değiş-tokuş yapmak zorundalar ve başka bir çaremiz yok. Bizim çalışma iznimiz yok.”

Reem

‘Buraya alıştım ama okullarda ırkçılık çok’

Reem de ilk işgal döneminden sonra dedelerinin Suriye’ye gelmesi ile orada doğan bir Filistinli. 2018’de de Türkiye’ye geliyor. Dedelerimiz işgalden sonra Filistin’den Suriye’nin Khalqana kentine yerleşti. Biz Suriye’de olsak da burada olsak da Gazze halkıyla biriz, Filistinliyiz. Çok yorgun ve üzgünüz. Gazzeliler şimdi orada evlerini terk ediyor, yakınları ölüyor, hastaneler bombalanıyor. Bunlar insanlıktan sıyrılmış; insanlığa, çocuklara evrendeki her şeye karşı suç işliyorlar. Allah Filistinlilere zaferi bağışlasın” diye başlıyor konuşmasına.

Konuşmanın kendisine iyi geldiğini söylüyor Reem: “Ruhum, size ve M.’ye teşekkür ediyorum.” Bu arada M., Reem’in kızı, henüz 10 yaşında. Hem Türkçe hem Arapça bildiği için ara ara çeviri için bize yardımcı oluyor.

M. ile molalarda sohbet ediyoruz. Okula gidiyor, üçüncü sınıfta başarılı bir öğrenci. Ama sürekli öğretmeni tarafından tahtaya kaldırıldığını söylüyor üzülerek. “Ceza olarak mı?” diye soruyorum, “Evet” diyor M.; “Bizim sınıfta üç Arap öğrenci var. Öğretmen hep üçümüzü tahtaya çıkarıyor. Bizi hiç sevmiyor. Eskiden on arkadaşım vardı. Şimdi onlar başka ülkeye gittiler. Üç kişi kaldık sınıfta.”

Hafta içi olmasına rağmen neden okulda olmadığını merak ediyorum. “Bizden 350 lira istediler. Ben veremedim. Öğretmen para getirenleri deniz kenarına götürdü bugün.”

M. gördüğü muamelenin mülteci olmasından kaynaklı olduğunun farkında; çünkü daha önce de ablası okulda benzer sorunlar yaşamış. Reem de buna ek yapıyor:

Türkiye’ye alıştım ama bizim sorunumuz, öğretmenlerin ya da öğrencilerin okuldaki çocuklara birçok yönden ırkçılık yapması. İnsanlardan, öğrencilerden gördüğümüz çok fazla ırkçılık var. Biri dokuzuncu, biri üçüncü sınıfta iki kızım var. Büyük kızım çok acı çekti bundan. Ve onları okula gönderdiğim için, orada ırkçılık gördükleri için ben de çok acı çektim. Böyle olacaksa ülkenizde eğitim görmemize gerek yok. Okullarınızı bize açmayın.

Bana gelince, tam tersine, komşularımla iyiyim, onlara alıştım ve beni seviyorlar. Ama okullarda ırkçılık sınırlandırılmıyor. Bazen komşular arasında da oluyor. Ama inşallah biz, Suriye’ye, Filistin’e geri döneceğiz. Kendi ülkemize, üniversitelerimize geri döneceğiz.  Bizi ağırladığınız için teşekkür ederiz ve Allah sizi korusu. Ama bu, kızlarıma ırkçılık yapan öğrenciler, öğretmenler, hatta komşularla olanlar, bize karşı ırkçılığı sınırlamadığınız anlamına geliyor. İşte Türkiye’deki sorunumuz bu.”

İki kızı ve bekâr akrabalarıyla kalan Reem, kirada oturuyor. Yaşanan ekonomik kriz, hem kiralarını ödeme hem de yeterli ve sağlıklı besin bulma konusunda zorlanmalarına neden oluyor:

“Giysiler de çok pahalı ve biz çocuklarımıza alamıyoruz. Çocuklar kendi aralarında değiş-tokuş yapmak zorundalar ve başka bir çaremiz yok. Bizim çalışma iznimiz yok. Evimizde sadece bir kişi çalışıyor. Nakış yapmakla kendimizi meşgul ediyoruz, buna izin verilmesi bizi mutlu ediyor. Buradaki atölyeler az. Bu atölyedeki insanlar bizim için çalışıyor, bizi nakış yapmak için buluşturuyor, bize yardım ediyorlar. Kiralarımız hakkında da çalışıyorlar. Bunlar bizi güçlendiriyor.”

Kiralarımız çok yüksek’

Henüz 35 yaşında olan Najat, Filistin’in Hayfa kentinde büyümüş. Biri 17, biri 10 yaşında iki çocuğunun geleceğinden endişe duyduğu için İsrail işgalinden iki valizle kaçarak önce Lübnan’a, kısa bir süre sonra da Türkiye’ye gelmiş. Najat da en çok çocuklarına yönelik okullardaki ırkçılıktan dert yanıyor:

“Çocuklarım eğitimine devam etsin diye çok uğraştım. Ama çok kez gitmeme rağmen bizi çok engellediler. Okulda bana hakaret ettiler. Sadece küçük oğlum okula başlayabildi. Büyük oğlum amcasıyla dikiş dikmek için çalışmaya başladı.”

Çocuklarımın geleceği güvende olsun istedim. Bunun için uğraştım. Filistin’den geldim. Ama burada her şey çok pahalı. Kiralarımız çok yüksek” diyor Najat ve bu konuda çok dertli. Şöyle devam ediyor:

“Türkiye’ye alışkınım. Halkı çok tatlı ve alçakgönüllü ama ırkçı da. İnsanlarla tanışmak, uğraşmak zaten zor bir şey. Biz burada bir ev tuttuk. Dört sene o evde kaldık. Ev sahibi, bulunduğumuz evdeki odaları bize söylemeden birilerine kiralamaya başladı. Biz de evden ayrıldık.”

İsrail’in Filistin’e dönük savaşına konu geldiğinde Najat, “Kardeşlerimizi öldürüyorlar” diyor, gözyaşlarını tutamıyor.

“En büyük sorunumuz kadınların kendisine ait banka kartlarının olmaması. Kayıtsız-kimliksiz kadınlar da çok fazla. Onun için sosyal medyadan satış yapamıyorlar.”

Şaziye Gülte

‘Özellikle gıdaya erişimde ciddi sıkıntı yaşanıyor’

Kadın mültecilerin el işi ürünlerini birlikte üretmelerini ve satış yapmalarını sağlayan projenin sahibi, Topluluk Araştırma ve Geliştirme Derneği. Bu derneğin hem kurucusu hem de genel sekreteri olan Şaziye Gülte, 29 yıl Marmara Üniversitesi’nde çalışmasının ardından emekli olunca, ikamet ettiği Esenyurt’ta yaşadığı yere katkı sağlamak isteğiyle toplum yararına çalışmaya başladığını anlatıyor. Derneğin sürecini ve amaçlarını da şöyle anlatıyor Şaziye:

“Afganistanlı bir arkadaşım vardı. Şimdi dernek başkanı olan arkadaşımızla beraber 2021 yılında bu derneği kurduk. Türkiyeli, Filistinli, Suriyeli bütün kadınlarla çalışmalar yapıyoruz. Kadınların sosyal hayatın içinde olmasını istiyoruz. Kadınlar dil bilmediği için ilk başlarda çocukları olmadan dışarı çıkamıyorlardı. Hastaneye randevu almak istediklerinde sorunlar yaşıyorlardı. Bu ve benzer sorunlarla hep karşılaştık. Biz de önce topluluklara ulaştık. Çünkü yaşadığımız şehirde sadece buralılar değil, göçmenler de yaşıyor. Kadınların sosyalleşmesini destekleyen çalışmalar yaptık, kadınlar birbirlerini daha yakından tanıdılar. El iş etkinlikleri yaptık. Birlikte oturdular, sohbet ettiler, birbirlerini yakından tanımak için. Çünkü önce tanımaları gerekiyor ki insanlar birbirlerini sevebilsin.”

Şaziye, kadın mültecilerin çoğunun eşlerinin Türkiye’ye gelemediğini ve kadınların bu yüzden tek başlarına kaldığını, ekonomik sorunlarla baş etmekte çok zorlandıklarını anlatıyor. Özellikle gıdaya erişimde ciddi sıkıntılar yaşandığını, kendilerinin bunun için çok çaba sarf ettiğini ama bu soruna asla yetişemediklerini söylüyor. Bu yüzden kadınların kendilerinin gelir getirici işler yapmasını sağlamaya çalıştıklarını, onları bu yönde desteklediklerini de ekliyor.

‘Amacımız kadınların kendileri için gelir oluşturması’

Dernek, mülteci kadınlarla yaptığı bu çalışma sırasında kira meselesinin kadınları nasıl etkilediğini görüyor ve çeşitli kurumlardan hukuk desteği alarak, ev sahibi ve kiracı hakları konusunda mültecileri bilgilendiriyor, hukuki yardımlar veren bir proje geliştiriyorlar. Ardından 6 Şubat depremi sonrası deprem bölgelerinden Esenyurt’a gelen mülteci kadınlarla ilişki kuruyor, onlara psikolog desteği sağlıyor, ayrıca dernekle ilişkide olan mülteci kadınlara genel olarak deprem konulu eğitim veriyorlar. Çocuklar için de proje geliştiriyorlar; ancak dernek bütçeleri sınırlı olduğundan istedikleri sayıda mülteciye ulaşamıyorlar.

Şu an kadınlarla yürüttükleri projede tek amaçlarının kadınların sosyalleşmesi değil, aynı zamanda üretimlerini sosyal medya aracılığıyla satmaları ve kendileri için gelir oluşturmaları olduğunu söylüyor Şaziye. “Kadınlarla bu eğitimleri yapıyoruz; fakat bunların sonunda kadınlara sosyal medya eğitimi vermeyi planladık. Dersler bittikten sonra sosyal medya eğitimi vereceğiz. Fakat bu konuda en büyük sorunumuz, kadınların kendisine ait banka kartlarının olmaması. Kayıtsız-kimliksiz kadınlar da çok fazla. Onun için sosyal medyadan satış yapamıyorlar. Çok zor oluyor. Biz derneklerin de satış yapma yetkisi yok. Bu konuda en büyük sorunumuz pazar alanı bulmak. Çünkü mülteci kadınların bunu tek başına bulma şansları neredeyse yok” diyor.

Fotoğraflar: Rahime Karvar

Paylaş:

Benzer İçerikler

Gösterilecek içerik bulunamadı!
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!