“Bu sistem her şeyimizi aldı bizden”

Savaş, göç, çocuk işçilik, zorla evlendirilme, boşanma, geçim sıkıntısı, aile baskısı, ırkçılık… Ve son olarak deprem… Suriyeli Rehaf’ın 22 yıllık yaşamına sığmış tüm bunlar. Şimdi Adıyaman’da bir çadır kentte kalıyor. “Bu sistem her şeyimizi aldı ama ben kararlıyım, okuyup avukat olacağım” diyor.
Savaş, deprem, kriz sarmalında göçmen kadın olmak:
Paylaş:

Rehaf 22 yaşında, Suriye Halep doğumlu. Savaştan sonra ailesiyle Türkiye’ye sığınan genç kadın, 10 yıldır Adıyaman’da yaşıyor.

Türkiye’ye geldikten sonra abisiyle birlikte çok küçük yaşlarda çalışmaya başlamış Rehaf. Buraya alışma sürecinin hiç kolay olmadığını, çok ağır koşullarda çalıştırıldığını, sürekli geçim sıkıntısı çektiklerini söylüyor.

Bin bir zorlukla kurdukları yaşamın 6 Şubat’taki depremlerle bir kez daha yıkıldığını dile getiren Rehaf, savaş-deprem-ekonomik kriz üçgeninde göçmen bir kadın olmanın ne demek olduğunu tek bir cümleyle anlatıyor:

“Bu sistem her şeyimizi aldı bizden.”

Evden bir boğaz eksilsin diye…

Rehaf, Türkiye’ye taşındıktan sonra okumayı çok istediğini, bunun için çok mücadele ettiğini söylüyor. Ancak sonrasında abisine destek olmak için okulu bırakıp, ücretli işe giriyor.

Binlerce göçmen kadın gibi o da ağır sömürüye maruz kalıyor işyerlerinde. Her türlü haktan yoksun, sigortasız ve asgari ücretin çok altında ücretlerle, ekstra mesailerle çalıştırılıyor.

Sonrasında ailesinin baskısıyla küçük yaşta evlendiriliyor Rehaf. Evlendiği erkekle İzmir’e taşınıyor. Bir yıl süren evliliğini şöyle anlatıyor:

“Ben zaten isteyerek evlenmedim; ailem evden bir boğaz eksilsin diye beni evlendirdi. Onun ailesi ise beni hiç sevmedi, istemedi. Bir yıl evli kaldım, sonra dayanamayıp eve döndüm. Eve döndükten bir süre sonra hamile olduğumu fark ettim. Çocuğu aldırmayı çok istedim; çünkü benim gibi perişan olacaktı. Ama ailem izin vermedi.”

Hamile olduğunu öğrendikten sonra eski eşine haber veriyor; ama adam “Allah bilir kimden” diyor ve bir daha da aramıyor. Çocuk doğduktan sonra yine Adıyaman’da çalışmaya başlıyor Rehaf. Halen kızı ve ailesiyle yaşıyor, toplam 13 kişiler.

‘Kimse yok ki!’

Rehaf “Bizim için yaşamak hep zordu, hâlâ da zor” diyor ve ekliyor: “Faturalar, çocuğun masrafları, ırkçılık… Tüm bunlar yetmezmiş gibi bir de üstüne deprem oldu.”

Deprem günü ve sonrasında yaşadıklarını ise şöyle anlatıyor:

“Gece yatağa girdiğimde mutluydum. Güzel bir gün geçirmiştim. Uzun bir süreden sonra iş bulmuştum. Depremle gözümü açtım, bilemedim ne yapacağımı… Kendimi çocuğumun üzerine attım, ona bir şey olmasın diye. Deprem olurken kızımı, annemi ve küçük kardeşlerimi dışarı çıkardım.

Toprak bir odamız vardı bizim; ilk depremde değil ama ikinci depremde o oda abimlerin üzerine yıkıldı. Onları çıkarmak için birçok yeri aradık ama kimse gelmedi. Biz kendimiz çıkardık onları. Zaten kim çıkaracak, kimse yok ki! Depremden altı gün sonra bile kimse gelmedi.

İkinci gece kar ve soğuktan korunalım diye bir oto yıkamanın altında bekledik. Ama diğer gün sahibi gelip Suriyeli olduğumuz için bizi kovdu.’’

Rehaf ve ailesinin kaldığı çadır kent.

‘Kimse yardıma gelmedi’

Depremin ikinci günü yaşadıkları mahalleden kovulan Rehaf ve ailesi, sonrasında günlerce kalacak yer arıyorlar. Buldukları boş bir tarlaya halı ve battaniye serip, orada kaldıklarını söyleyen Rehaf şöyle devam ediyor:

“Bir hafta orada kaldık ama hiçbir yardım gelmedi. Ne yemek ne su… Hiç kimse bir şey sormadı; ‘Bu çocuklar aç mı?’, ‘Bu soğukta nasıl dayanacaksınız?’ demediler. Abimin arkadaşı enkaz altında altı gün kız kardeşiyle kaldı. Üzerine evin duvarları düşmüştü ve orada sıkışmışlardı. Kimse gelmedi yardım etmeye. Biz su vermek için enkazın altına girdik sürünerek. Günler sonra soğuktan ve açlıktan mosmor bir şekilde çıkarıldılar. Hayatlarını kaybettiler. Biz burada depremden sonra enkazın altından kepçeyle insan bedenini parçaladıklarını da gördük.”

Adana’ya gidiyorlar sonra. İki hafta boyunca Adana’da ev arıyorlar ama bulamıyorlar. “Perişan olduk” diye anlatıyor o günleri; “Bulduğumuz evler oldu ama Suriyeli olduğumuz için bize vermediler. Bazı ev sahipleri de 30-35 bin TL kira istedi. Mecburen geri döndük, çadırlarda yaşamaya başladık. En son buradaki çadır kenti, buradaki kadınları bulduk.’’

“İnsanlar yalan yanlış şeyler biliyor hakkımızda, sürekli hedef haline geliyoruz. Biz insan değilmişiz gibi bir tavır sergiliyor herkes. Dört yaşındaki kızım ‘Anne biz pis miyiz’ diye soruyor.”

‘Anne biz pis miyiz?’

Şimdilerde kadınların ve gönüllülerin kurduğu çadır kentte kalan Rehaf, “Biz buraya tabii ki razıyız; onlarca kadın ile her derde tek başımıza çözüm bulmaya çalışıyoruz. Ama alışamıyoruz. Annem savaştan sonra tekrar evsiz kalmayı, yersiz yurtsuz kalmayı kaldıramıyor. Havalar ısındıkça çadırlar cehenneme dönmeye başladı” diye konuşuyor.

Son zamanlarda revaçta olan göçmen karşıtı söylemler de tedirgin ediyor Rehaf ve ailesini. “Can güvenliğimiz yok bu çadır kent dışında. İnsanlar yalan yanlış şeyler biliyor hakkımızda, sürekli hedef haline geliyoruz. Biz insan değilmişiz gibi bir tavır sergiliyor herkes. Dört yaşındaki kızım ‘Anne biz pis miyiz’ diye soruyor” ifadelerini kullanıyor.

Depremden beri çalışamadıklarını belirten Rehaf, yarına dair belirsizliği ve yaşadıkları kaygıyı şu sözlerle dile getiriyor:

“İş yok, hiçbir gelirimiz yok şu an. Şimdi bir eve çıkmak istesek Adıyaman’da en düşük kira 6 bin TL. Nasıl geçineceğiz? Ülkemize de dönemeyiz, halen savaş devam ediyor. Evet, çok büyük bir deprem yaşandı, peki ya biz? Biz yaşamadık mı bunu? Deprem, savaş ve açlıktan insanların kemikleri çıktı. Ben daha 22 yaşındayım, neler gördüm bu gözlerle.’’

‘Avukat olmak istiyorum’

Her şeye rağmen kaldıkları çadır kentte eğitimine tekrar devam etmek için çabalıyor Rehaf. Kendisiyle aynı çadır kentte kalan altı Suriyeli kadının okuma yazma öğrendiğini söylerken gözlerinin içi gülüyor. Okul okumayı özellikle kızı için istediğini belirten Rehaf, en büyük hayalini ise şöyle anlatıyor:

“Kaç yaşında olursam olayım üniversiteyi okuyup avukat olmayı çok istiyorum. Kızımın geleceğini korumak istiyorum. Ailem istemiyor okumamı, çalışıp yeniden evlenmemi istiyorlar. Kadınların okumasından yana değiller. Bu sistem her şeyimizi aldı bizden; ama ben ne olursa olsun kendimin ve savaş mağduru, deprem mağduru insanların sesine ses olmak için avukat olacağım.”

*Bu haber, Rosa Luxemburg Stiftung tarafından desteklenen ‘Deprem bölgesinde ücretli ve ücretsiz kadın emeğinin analizi ve politika önerileri’ başlıklı çalışmamız kapsamında yayımlanmıştır.

Fotoğraflar: Evrim Deniz

Paylaş:

Benzer İçerikler

Afrin’den 8 yıl önce göç eden Sosin’in babası ve abisini IŞİD öldürmüş. “Kadın olmak, Kürt olmak, mülteci ve işçi olmak hiç peşimi bırakmadı. Kadın oldum, taciz edildim. Mülteci oldum, iş verilmedi, verilse de insanı şartlarda değil. Kürt oldum, devlet vurdu” diye özetliyor yaşadıklarını…
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!