“Burada kadınların sigortası yok, emekliliği yok”

Bölgede deprem öncesinde, evlere temizliğe ve bağ bahçe işlerine giden kadınların hepsi düşük ücretlerle, sigortasız çalışıyorlardı. Düzenli işlerde çalışanlar için bile asgari ücret lükstü. Temizlik işi yapanlar, şimdi de hasarlı evlerde can güvenliği tehdidiyle karşı karşıyalar.
Pazarcıklı kadınlar anlatıyor:
Paylaş:
Bahar Gök
Bahar Gök
bihargok1982@gmail.com

Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesinde bizi davet eden dört kadınla akşam saatlerinde kendi çadırlarında buluştuk. Çay eşliğinde başladığımız sohbete ara ara kocalar dâhil olmaya çalışıyor. Onların da anlatacağı çok şey var ve paylaşacak yer arıyorlar. “Bugün biz konuşacağız” diyen kadınlarla önce ilk günleri konuşuyoruz. Art arda yaşanan depremlerin yarattığı psikolojik tahribatı hâlâ yaşadıklarını anlatıyorlar. Kaybettikleri akrabalarını, komşularını, devletin onları nasıl ortada bıraktığını, donmaktan kurtulmak için kendi imkânlarını ne denli zorladıklarını, yarına dair umutsuzluklarını ve daha nicesini…

Hepsi de depremden önce ücretli olarak çalışmış. Ev temizliğine ve bağ bahçelere yevmiyeye gitmişler. 35-50 yaş aralığında olmalarına ve onlarca yıldır düşük ücretli de olsa çalışmalarına rağmen SGK girişleri bile olmamış bugüne kadar. “Hiç istemediniz mi?” diye sorduğumuzda bir ağızdan cevaplıyorlar:

“Demin onu konuşuyorduk. Hiçbirimizin sigortası yok. Mesleği olan çalışıyor. Günlük işlerde sigorta yok ki. Sabit bir ev yok zaten. Yurtdışındakilerin farklı farklı evleri, Almancıların evleri… Yazın, gelmelerinden bir iki hafta önce, anahtarlarını bıraktıkları akrabaları arıyor, söylüyorlar. Sen de gidip orayı temizliyorsun. Bahçe/tarla işlerinde de sigorta olmaz zaten.”

“Kızım dişçinin yanında sekreterlik yaptı altı yıl boyunca. Asgari ücretin neredeyse yarısına çalıştı. Sigortasız. Bizim burada para da vermiyorlar öyle, sigorta da yapmıyorlar. Emekli olamayız biz.”

Fatma

Aldığın paraya değmiyor

Pazarcık nüfusunun yüzde 60’ı asıl olarak yurtdışında yaşıyormuş. Almancı olarak genelledikleri gurbetçilerin evlerine temizliğe giden kadınların aldıkları ücretler 300 lira civarındaymış. “Akşama kadar her tarafı sil süpür, canın çıkıyor. Aldığın paraya değmiyor ama mecbur” diyorlar.

Saniye**, beş yıl düzenli çalışabilmiş. Kendini şanslı sayıyor. “Burada kadınların sigortası yok. Beş yıl bir öğretmen çocuğuna baktım. 300 liradan başladım bakmaya. 700 liraya yükseldiğinde tayini çıktı. Sigortasız çalıştım. Asgari ücret de değildi zaten. Tam sigortayı konuşacaktım ki tayini çıktı, ne yapayım…” diye anlatıyor, biraz da gülerek.

Yıldız bir girişimde bulunmuş aslında: “Eşimin şirketi vardı. ‘Beni sigortalı göster’ dedim ama yapmadı. Temizliğe gidiyoruz ama 300 lira veriyorlar diye elleri titriyor. Karşılığını alamıyorsun. Almancılar bizden aç. Yine de Pazarcık’ı biraz ayakta tutan Almancılar.”

Fatma’nın kızı da ‘vasıflı’ bir işte çalışmasına rağmen yine sigortasız ve asgari ücretin altında ücretlerle çalışmış yıllarca: “Kızım dişçinin yanında sekreterlik yaptı altı yıl boyunca. Asgari ücretin neredeyse yarısına çalıştı. Sigortasız. Bizim burada para da vermiyorlar öyle, sigorta da yapmıyorlar. Emekli olamayız biz.”

“Hemen herkesin tarlası var. Buğday, nohut, mercimek… Bunlar hep yan gelir olarak geliyor köyden. Benim yoksa da dayımın var, teyzemin var işte. Burada imece usulü çok yoğun” sözleriyle hemen herkesin tarlasında kendi geçimliklerini çıkardıklarını belirtiyorlar. Pazarcık’ta kiralar da çok yüksek olmadığı için genel olarak düşük bütçelerle sürdürüyorlar hayatlarını. Depremden önce en pahalı daire 1000 TL’ymiş mesela. “Deprem sonrasında ne olur bilemeyiz tabii” derken de artık kiralık ev bile kalmadığını ekliyorlar.

Çadırlarda güvende hissetmiyorlar

Çadırlarda kendilerini güvende hissetmediklerini söyleyen kadınların belini en çok büken ise çamaşır yıkamadaki zorluklar, yetersiz banyo ve tuvaletlermiş. Koskoca çadır kentte sekiz tane çamaşır makinesi ve kurutucu varmış. AFAD ekiplerine bu sayının yetersiz olduğunu söyleyip makine getirmelerini istemişler. Bir de uzak olduğunu söylemişler ama “Abla, elimizden gelen bir şey yok. Burada kurulmuş, buraya getirin” cevabını almışlar.

Fatma’nın eşi duruma müdahale etmiş artık: “Eşim, evimizin dışına banyo gibi bir şey yaptı. Tuvalet koydu. Su da bağladı. Orada elbiselerimizi yıkıyoruz. Buraya da kuracaklardı normalde ama sonra bırakmadılar. Gece 16-20 yaşındaki genç kızlarımızı ikide, üçte oradaki tuvaletlere de götüremezdik. Her taraf köpek dolu. Buraya yakın bir yere tuvalet şarttır.”

‘Artık en az üç öğün çıkarmak zorundayız’

“Daha çok hangisi sorun oluyor?” diye sorduğumuzda Yıldız cevaplıyor bu kez:

“Tuvalet banyo sorunu var. Ocak olmadığı için zor oluyor. Küçük tüple yapsan ne kadar yapacan? Elbise yıkamak için makineye de gidiyoruz ama temiz tutmuyorlar makineleri. Demin gittik ki bir tanesi yastık atmış. Yastık sökülmüş, içindeki de hep makinenin içinde geziyor. Affedersin, kimi pislikle atıyor pijamasını filan. Kullanamıyorsun. Çaresizlik ne yapalım… İdare ediyoruz.”

Yemeklerini artık kendileri yapmaya başlamışlar. Dağıtılan yemeklerden rahatsız olmaya başladıktan sonra sadece ekmek almak için kuyruklara girmişler. En az üç öğün çıkarma derdinde de olduklarını anlatıyor Yıldız.

Dönüp dolaşıp çadır yaşamının üzerlerindeki yükü ne kadar artırdığına değiniyorlar doğal olarak. Tekerlekli sandalyeyle tuvalete taşınmak yaşlıların zoruna gidiyormuş. Artçılar olduğunda çocuklarının yaşadığı korkuları azaltamamak içlerine oturuyormuş. Yıldız’ın 16 yaşındaki kızı artık annesinin koynunda yatıyormuş mesela.

Biz sohbet ederken yine bir artçı oluyor ve yüzlerdeki ifade değişiyor. Yeniden ilk güne dönüyoruz. Saniye söze giriyor:

“Aynı gün, her taraf aydınlandıktan sonra, bizim evin yan tarafında garaj var. Orada da ekmek yapmak için ocak var. Oraya ateş yaktı eşim. Bizimkiler gelsin barınsın diye. Saat 13.00 gibi bir daha deprem oldu. Herkes korkup kaçtı. Eşim mecburen oradaki çadırı getirip kurdu. Üç gün boyunca 35 kişi kaldık orada. Bir komşu evden eşya çıkarttı. Ben de evden makarna, bulgur, teneke yağımı çıkarttım. Yayladan damacanalarla getirdiğimiz su vardı. Hemen girişte olduğu için onları da rahat çıkarttım. Zaten ertesi gün de Dersim Belediyesi yetişti.”

‘Bari bizi bıraksalardı’

Onun bıraktığı yerden Yıldız devam ediyor:

“Daha önce gelmiş buraya Dersim Belediyesi. Öbür tarafta çadırlar vardı. İnsanlar kendileri kurmuşlardı. Bu taraftakileri bilmemişler, oralarda gezmişler. Benim bu eltim de o tarafta geziyormuş. Onları görmüş demiş ki, ‘Hey siz kimsiniz, hele buraya bakın. Bize bakmayacak mısınız?’ Ondan sonra geldiler bizim çadıra, bir baktılar ki insanlar tıklım tıkış. 100 kişi olmuşuz içeride. İçeriye ışığı bir verdi ki ‘Bu ne!’ dedi Maçoğlu***. Sonra dışarda konuştular ettiler, sabah da malzemeleri getirdiler.”

Japonya’dan gelen çadırlar olmuş. Sivil Savunma, AFAD, son dönemde de askeriye gelmiş ama kendilerine talimat gelene kadar enkaza müdahale etmemişler. Hatta kendi imkânlarıyla vinç getirterek dayısını ve kuzenlerini çıkarmaya çalışan bir adamı “Müsaade etmiyoruz” diyerek engellemişler. Artık yedinci günde yedi akrabasının cenazesini çıkarabilmiş.

Halkın kendi çabasıyla yaralı olarak çıkarabildiği insanlar ise soğuktan donarak ölmüşler. İki gün boyunca kar ve yağmurun aralıksız yağdığı Maraş’ta, çöken 5-6 katlı binalardan cenazeler çıkarılmış çoğunlukla. “İlk günler bari bizi bıraksalardı” diye başlayan cümleler yarım kalıyor. “Sabah kalkıyorduk ki sular şişelerde donmuş. İlk defa böyle bir şey gördük” şeklinde tamamlayabiliyorlar.

“İş, miş oldu mu gideceğiz, ne yapalım? Oturmakla olmuyor. Mecbur çalışacağız. Temizlik işi var ama korkuyoruz, gitmiyoruz. O da ev toplama, temizlik de değil. Eşya çıkarma… Kadınlar paketliyor, sonra firma tutup eşyaları indiriyorlar.

Yıldız

‘İş olursa çalışacağız, oturmakla olmuyor’

Kış aylarında nüfusu 68-70 bin arasında oynayan Pazarcık’ta nüfus yaz aylarında 140 bin civarında oluyormuş. “İyi ki deprem yazın olmadı. Yoksa çok insan ölürdü” diyerek devam ediyorlar yaşadıklarını anlatmaya. Anlatmakla bitmeyecek onca acıyı ve öfkeyi sessizce dinlemekten başka bir şey gelmiyor elimizden. “Bundan sonrası için ne yapmayı düşünüyorsunuz” diye sorabiliyoruz ancak. İlk karşılığı Yıldız veriyor yine:

“İş, miş oldu mu gideceğiz, ne yapalım? Oturmakla olmuyor. Mecbur çalışacağız. Temizlik işi var, çağırıyorlar ama şimdi korkuyoruz, gitmiyoruz. O da ev toplama, temizlik de değil. Eşya çıkarma. Kadınlar paketliyor, sonra firma tutup eşyaları indiriyorlar. İki gün gittim. Bir ev iyiydi. Raftan düşen kap kacakların kırıklarını topladık. Kalanları yıkadık, rafları sildik, onları dizdik. Yatakların altını paspasladık. Hepsini yerli yerince dizdik. Beşinci kattı, hiçbir şey olmamıştı. Sadece rafların kapıları kırıktı. 500 lira verdiler bu iş için. Sabahtan akşama kadar. Yanımda başka bir kadını daha götürmüştüm. Akşama kadar yine. Onun eline de 200 lira vermişler. Bu mu yani karşılığı? Ben evin içindeyken birkaç kere sallandık diye korktum, gitmedim artık. Gitmem daha da. Ne kadar verirlerse versinler…”

*Bu haber, Rosa Luxemburg Stiftung tarafından desteklenen ‘Deprem bölgesinde ücretli ve ücretsiz kadın emeğinin analizi ve politika önerileri’ başlıklı çalışmamız kapsamında yayımlanmıştır.

**Kadınların gerçek isimleri değil, fotoğraflar da temsili.

***Dersim Belediye Başkanı Fatih Mehmet Maçoğlu’nu kastediyor.

Fotoğraflar: Bahar Gök

Paylaş:

Benzer İçerikler

Üç yıldır yayın hayatını sürdüren kadınların ücretli, ücretsiz emek deneyim, talep ve direnişlerini dile getirmek için hak haberciliği yapan sitemiz Kadınİşçi, Metin Göktepe Jüri Özel Ödülü’ne layık görüldü. Yolumuzu aydınlatan ve halkın, sınıfın gerçeklerini aktarırken yaşamını yitiren Metin Göktepe’yi saygıyla anıyoruz.
Yoksulluğa, erkek şiddetine, savaşa, emek sömürüsüne karşı sokakları terk etmeyeceklerini vurgulayan kadınlar, “Haklarımız, hayatlarımız için mücadelemizi büyüteceğiz” dedi.
6 Şubat depreminin birinci yılındayız. Bu büyük felakette 11 ilde binlerce insan yaşamından olurken, devlet geride kalanların hayatını kolaylaştıracak hiçbir şey yapmadı. İnsanlar çoğu zaman dayanışma ile ayakta kaldı. Depremin her türlü yükünü çekmek zorunda kalan kadınların sorunlarına kulak verenler ise yine kadınlardı. Bölgede çalışma yürüten Kadın Savunma Ağı,  Afet İçin Feminist Dayanışma, Mor Dayanışma, Kadın İşçi’den arkadaşlarımızla kadınların dertlerini, deneyimlerini konuştuk.
Düşük ücretler, ağır çalışma koşulları, yoksullaşma 2023’de kadın işçi yaşamına damgasını vurdu. Grev ve direnişlerde kadın işçiler en öndeydi. Kadınların kadın işçilerin mücadelesi 2024’te de devam edecek. Herkese mutlu ve dayanışma dolu bir yıl diliyoruz.
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!