Büyük anlatıların görünmeyeni…

15-16 Haziran Direnişi’nin üzerinden 53 yıl geçti. Bu büyük direnişin tarihini kadın deneyimleriyle yeniden yazma sorumluluğu ise halen önümüzde duruyor. Örneğin Cevizli TEKEL Fabrikası’nın henüz çocuk yaştaki kadın işçileri, direnişe nasıl katıldılar? Neler düşündüler, hissettiler? Araştırmamızdan üç tanıklık paylaşıyoruz...
15-16 Haziran’ı bir de kadınların deneyimlerinden okumak
Paylaş:

Türkiye emek ve sınıf tarihinde “Özne kimdir/kimlerdir?” sorusuna verilen cevaplar, kadınların görünmezliğini gözler önüne serer. Bunun nedenlerine dair bitmek bilmeyen tartışmalar yapılabilir; keza son söz, resmi tarih anlatısına karşı işçilerin/emekçilerin tarihini yazan sol/sosyalist tarihçilerin/araştırmacıların cinsiyet körlüğüdür.

Bu elbette ki Türkiye’ye özgü bir durum değildir. Marksist emek tarihçisi E.P. Thompson, “İngiliz İşçi Sınıfının Oluşumu”[1] kitabında, resmi tarihin karşısına işçi sınıfının tarihini, sınıf olgusunun oluşumunu gündelik hayat pratiklerine, kültürün dinamiklerine ve insan ilişkilerine bakarak koyar. Eleştirel tarih yazımının öne çıkan ismi olmasına rağmen, çalışmasında işçi sınıfının öznesi erkeklerdir. Patriyarkal anlayış, bu kez Marksist tarih yazımı üzerinden kendisini gösterir; kadınlar ne fabrikada ne de toplumsal hayatın yeniden üretimi noktasında görülür ve tarih bu zemin üzerinden örülür. 

Türkiye emek/sınıf tarihçiliği de bundan ayrı bir tablo oluşturmaz. Feminist tarihçiler ise arı kovanına çomak sokanlar gibidir. Bu alandaki külliyata kadınları “eklemek” yerine, tarihin bütün özneleriyle birlikte yeniden yazımını savunurlar. Özellikle 2000’ler sonrası tarihçiler/araştırmacılar, kadınların deneyimini görmezden gelemedikleri için -ki bu feminist hareketin en önemli başarılarındandır- kadınlara dair iki kelam ederler. Fakat burada da çeşitli metodolojik problemlerle karşılaşırız. Görüşmecilerin eşit temsilinden görüşmecilerle yapılacak görüşmenin niteliğine kadar birçok sorun ortaya çıkar.

Örneğin Zafer Aydın, “İşçilerin Haziran 15-16 Haziran” çalışmasında 119 kişiyle görüşme yapmasına rağmen görüştüğü kadın işçilerin sayısının az olduğunu belirterek, bunun nedenini kadınlara ulaşamamalarına ya da ulaşabildiklerini görüşmeye ikna edememelerine bağlar.[2] Ulaşamamak ya da ikna edememek üzerine oldukça derin tartışmalar yapılabilir karşılıklı; fakat bu durum bize en net biçimde şunu gösterir: 15-16 Haziran Direnişi üzerine yapılan kapsamlı bir çalışma karşımızda duruyor; kadınlar bu direnişin örgütlenmesinde ve iki gün boyunca direnişin en önlerinde yer almışken bunun tarihi yazıldığında yer almamaları, çalışmaya dair en temel eksikliktir.

Kadın deneyimi hangi kapıları aralıyor?

“Kadın deneyimlerine odaklanan ya da kadınların deneyimleriyle birlikte yeni bir tarih yazımı nasıl olur?” sorusu, birçok feminist çalışmanın bel kemiğini oluşturur. Böyle bir perspektifle bir çalışmayı örmek, Zafer Aydın’ın dile getirdiği zorlukları önümüze koyar. Fakat burada özellikle emek/sınıf tarihi araştırmacılarının bir sorumluluğu da politik bir özne olarak kadınların kendi deneyimlerini değersiz görmelerine neden olan koşulları alaşağı etmektir. Biz bu sürece hem “Toplumsal Hafızada, Zamanda ve Mekânda: Maltepe[3]” çalışmasında hem de 2019 yılında başladığımız Cevizli TEKEL araştırmamızda şahit olduk. Aynı zamanda kadınlar cephesinden baktığımızda, örgütlü siyasal mücadele deneyimi olan ve olmayanların da bu süreci farklı deneyimleyip farklı yansıttığını gördük.

Cevizli TEKEL çalışmamızda yaptığımız görüşmelerde en başta karşılaştığımız durum; “Benim deneyimim neden önemli ki?” sorusuydu. Biz bu sorunun cevabını görüşmemizin temeli haline getirirdik. Görüşmelerimiz, kadınların kendi deneyimlerinin neden önemli olduğunu ve bunun tarih yazımı açısından neden gerekli olduğunu aktararak devam etti.

Bu duruma en iyi örnek, Maltepe çalışmasında Nahide ve Kemal Kalafat ile yaptığımız görüşmedir. “15-16 Haziran’da neler yaşandı?” sorusuna verilen cevapta iki farklı anlatı karşımıza çıktı. Kemal Kalafat, belli bir süre Cevizli TEKEL’de çalıştıktan sonra 15-16 Haziran Direnişi sonrası işte atılan ve farklı fabrikalarda çalışmak zorunda kalan bir sendikacıdır. Nahide Kalafat ise Cevizli TEKEL’de çok küçük yaşlarda çalışmaya başlar ve oradan emekli olur.

Kemal Kalafat, 15-16 Haziran’a dair öncesinde nasıl örgütlendiklerini, Gebze Arçelik’ten sabahın erken saatinde nasıl yola çıkıldığını anlatarak, bugün hepimizin 15-16 Haziran üzerine yaptığımız tüm okumalardaki anlatılara benzer bir tablo sundu. Nahide Kalafat ise Kemal Kalafat anlatırken, 09 kapısından ellerinde sopalarla fabrika kampüsüne giren erkek işçilerin genel olarak korku yarattığını aktardı. Nahide Kalafat, fabrikada şalteri kapattıktan sonra Kadıköy’e doğru yola çıktıklarını ve Küçükyalı’ya kadar yürüdüğünü, sonrasında geri döndüğünü ve ikinci gün katılmadığını anlattı.

“O zaman 16 yaşındaydım, çocuksu bir şey hissettim. Ne güzel bu eyleme katıldık dedik. Büyüklerimiz vardı. Çok heyecanlandım, mutlu oldum.”

Kıymet Çetinkaya

‘İlk eylemimizdi, çok heyecanlandım’

Cevizli TEKEL araştırmasında 15-16 Haziran deneyimini farklı kılan en önemli unsur, işçilerin yaşlarının küçük oluşudur. 1969 yılında üretime başlayan Cevizli TEKEL fabrikasında yaşları 13-14’ten başlayan çocuk işçiler karşımıza çıkar. Yaşları mahkeme kararıyla büyütülen çocuklar fabrikada çalışmalarına rağmen 15-16 Haziran Direnişi’nde zaten çocukturlar. Bu çocukların çoğu emekli olana kadar fabrikada çalışmışlardır. Görüştüğümüz kadınlar o dönemde çocukturlar; fakat sonraki yıllarda sendikal örgütlenmenin bel kemiğidirler. 

Kıymet Çetinkaya yine hem sendikal mücadelede hem de siyasal örgütlenmelerde aktif yer alan bir kadın işçidir. 16 yaşında 15-16 Haziran Direnişi’ne katılmış. O güne dair hissini “Çocuksu bir his, heyecan” olarak tanımlar. O günün sabahına ve sonrasına dair olanları ise kendisi şöyle aktarır: 

15-16 Haziran eylemi ilk eylemimiz. Yukarıdan işçiler gelince bizi alıp götürdü. Sabah işe gittik, dediler işyerini boşaltın diye, yukarıdan bütün fabrikalar boşaltılmış. Biz de onlara katıldık. 09’a çıkıp onlara katıldık. O zaman yeni işçiydim. Dediler ki işi bırakıyoruz, işçilere katılacağız dediler, biz de katıldık. İşçilere katıldık, Demirel’in abisinin işyeri vardı, oraya kadar da yürüdük. O zaman Maden-İş’in eylemleri vardı, DİSK’in grevleri vardı. Demirel’in fabrikasının oraya gittik, işçiler eylem yaptılar. O gün askerler, tanklar…

(…) O zaman 16 yaşındaydım, çocuksu bir şey hissettim. Ne güzel bu eyleme katıldık dedik. Büyüklerimiz vardı. Çok heyecanlandım, mutlu oldum. Eylem bitince herkes dağıldı. Oradan yürüyerek döndüm. Ertesi gün işe geldik, yine eylem var dediler, o zaman Kadıköy’e kadar yürüdük. Bağdat Caddesi’nden yürüdük, tabii oradaki insanlar daha aydın. Bayraklar, alkışlar… Söğütlüçeşme’ye kadar yürüdük, bir TEKEL işçisini polis öldürdü. Kargaşa olunca oradaki inşaatlara sığındık. Ortalık durulunca herkes trene bindi, evine gitti. Sonra her şey normalleşti.” 

“Biz ayağımızda naylon terlikler, önlüklerle çıktık. Çantalarımız falan hep kaldı. Biz yürüyerek gittik. Çok gerideydik ama. O kadar bilinçsiziz ki ne için çıktığımızı bilmeden gittik…”

Emel Civan

‘Ayağımızda naylon terlikler…’

Emel Civan ise 1969 senesinde fabrikada işe girmiş ve sendikal örgütlenme sürecine aktif katılımına rağmen 1986’da sendika yönetiminde yer alabilmiş bir kadın işçi önderidir. 86’ya kadar sendika temsilcisi olabildiklerini fakat yönetimde yer alamadıklarını dile getirir. İşe girdikten bir yıl sonra, 20 yaşında 15-16 Haziran Direnişi’ne katılan Emel Civan, o güne dair ilk olarak diğer kadınların dile getirdiği korkuyu aktarır:

Biz çalışıyorduk. Ben daha yeni işçiydim. Bir gün baktık. Bir kaçışmalar falan var. Ellerinde koca koca sopalılar akın akın geliyor yukarıdan doğru, biz de görüyoruz camdan, içeriye girdiler. Kimse durduramadı. (…) 15 Haziran’da Kadıköy’e kadar yürüdük, ertesi gün yeniden gittik, orada Mehmet Gıdak isimli bir arkadaşımız vurularak öldü Kadıköy’de. (…) Biz ayağımızda naylon terlikler, önlüklerle çıktık. Çantalarımız falan hep kaldı. Biz yürüyerek gittik. Çok gerideydik ama. Kadıköy’de ne olduğunu görmedim.

(…) Biz o kadar bilinçsiziz ki ne için çıktığımızı bilmeden gittik. Bir anda erkeklerin koşuşturmaları oldu. Biz de camdan baktık. Meyilli ya akın akın geliyorlar ellerinde koca sopalar. Bunlar bir anda fabrikanın içine daldı. Biz işçi olduklarını da bilmiyoruz. Biz hemen şalteri indirdik. Yürüyün boşaltın fabrikayı dediler. Biz de ayağımızda naylon terlik, önlük gidiyoruz. Gidiyoruz ama ne için eylem yapılıyor? Nereye götürüyorlar bizi? Takıldık peşlerine gittik.  (…) İkinci gün o arkadaşımız vurulunca kargaşa oldu. Yanımızda para yok. Bilmiyoruz ki nereye kadar gidilecek. Sağ olsun, minibüsçüler bindirdi, geldik.

Evdekiler merak ediyor, ne oldu diye. Ertesi gün yine aynı şey. Biz yine kuzu gibi takıldık peşlerine. Korkuyorsun. Ama şimdi olsa, arkadaşım ne amacınız var? Nereye gidiyoruz? Ona göre destekleyelim, gelmeyeceğiz, gitmeyeceğiz… Belki de haksız eylem yapıyorlar. Bilmediğimiz için… Onlar çok kalabalık.”

Tarihsel sorumluluk

Bu üç anlatı, o dönem itibariyle binlerce kadının çalıştığı bir fabrikada genellikle çocuk yaşlardaki kadın işçilerin deneyimine ışık tutar. Yıl/dönem itibariyle hem çocuk/genç hem kadın hem de örgütsüz olmaları nedeniyle kadın işçilerin deneyimi farklılaşır. Yıllar geçtikçe kadınlar, sendikal örgütlemenin birebir aktörü olurlar ve Cevizli TEKEL fabrikasındaki önemli eylemleri örgütlerler. 1 Mayıs, 8 Mart, 89 Bahar Eylemleri, 1979’da Cibali fabrikasında öldürülen arkadaşları nedeniyle 50 günü aşan fabrika direnişleri gibi daha birçok eylem, kadınların emekleri ve inatları üzerinden örgütlenir.

Bugün 15-16 Haziran Direnişi’nin elli yılı aşkın tarihini kadınların deneyimiyle birlikte yeniden yazmak, hem Türkiye sol/sosyalist hareketin önünde duran önemli sorumluklarından biridir hem de bu sınıfsal örgütlenmenin zorunluluklarındandır.


[1] Edward Palmer Thompson, İngiliz İşçi Sınıfının Oluşumu (İstanbul: Birikim Yay., 2004)

[2] Zafer Aydın, İşçilerin Haziran 15-16 Haziran  (İstanbul: Ayrıntı Yay., 2020), 16.

[3] Hatice Kurutuluş vd., Toplumsal Hafızada, Zamanda ve Mekanda: Maltepe (İstanbul: Maltepe Belediyesi., 2018)

Fotoğraf: Arşiv

Paylaş:

Benzer İçerikler

Türk-İş’e rağmen 13 yıl önce özelleştirmeyle kendilerine dayatılan 4-c statüsünü kabul etmeyen TEKEL işçisi kadınlar, 78 gün Sakarya Caddesi’nde, Ankara soğuğunda direndiler. Onları ve direnişi unutmamak, unutturmamak görevimiz…
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!