” Kadınlar artık her şeyi yapıyorlar. Çünkü doğru düzgün iş yok”

Hatay’da kadınlar, yaygın bir şekilde sigortasız çalıştırılıyor. Defne annesinin her gün 12 saat çalıştığını ama sigortası olmadığını söylüyor: “Kadınlar böyle çalışıyor daha çok. Erkeklerinki de problemli ama onlara sigorta yapılıyor” diyor.
Paylaş:

“Bir süre sonra bizleri buralardan çıkartacaklar. Şu an geçimimizi sağlıyorlar, elektrik su faturası vermiyoruz. Eyvallah. Bir yıl sonra artık sayaç takacaklarmış, fatura keseceklermiş, kira ödeyecekmişiz. Doğru mu bu? Öyle olursa nereden getireceğiz, nasıl ödeyeceğiz biz?”

Bunları söyleyen Hasret endişeli… Konteyner kentteki kapı komşusu Defne de öyle… Günü yaşamaya, erkeklerin ve çocukların günlerini organize etmeye çalışan kadınlar, geleceklerine dair kaygılılar. Depremle birlikte evlerini, işyerlerini, düzenlerini ve işlerini kaybeden Hasret ve Defne’nin deprem sonrası hayatlarına dair anlattıkları, geleceğe dair umutlarının nasıl azaldığını gözler önüne seriyor.

“Hem düşük maaş veriyorlardı hem de hep bakımlı ol istiyorlardı”

Hatay’ın Samandağ ilçesine bağlı bir konteyner kentte yaşayan Defne henüz 22 yaşında. Tasarım bölümünden mezun ancak kendi bölümünde iş bulamadığı için, zaten iş sıkıntısı yaşanan bölgede bulduğu çağrı merkezinde çalışıyor. “İş biraz kafa yoruyor ama onun dışında iyi. Günlük 250 lira alıyorum. Asgari ücrete denk gelmiyor. Turkcell’in müşterilerine, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı adına aramalar yapıyoruz daha çok. Elektrik kesintileri filan oluyor sürekli, o günler çağrılmıyoruz. Gitmediğimiz günün ücretini vermiyorlar. Ayda 20 gün filan çalışıyorum en çok” diyor Defne. Günlük sadece ve sadece 250 lira aldığı bu işe yürüyerek gidip geliyor firma yol parası vermediği için. Ayrıca yemek için ödeme de almıyor. “Annem de restoranda çalışıyor. Sağ olsun sahibi ‘kızın ne zaman isterse gelsin, yemek yesin’ demiş. Ücretini almıyor. Gidip orada yiyorum.

Defne de bu işi yapmak istemiyor, İŞKUR’da kontenjan açılmasını bekliyor. Deprem öncesinde oldukça lüks bir güzellik merkezinde iki yıla yakın çalışmış olan Defne, o zamanlar da aldığı maaşın düşük olduğunu anlatıyor. “Deli gibi para kesiyor oralar. Cilt bakımı o kadar pahalıydı ki. Mesela bir kadının cilt bakımı, lazeri, kalıcı makyajı, tırnağı var. Kadın her şeyi yaptırıp çıkıyor 20 bin TL verip gidiyor. Ben onlara tırnak yapıyordum o zamanlar. Daha önce kuaförde çalışırken öğrenmiştim. Öğrenciydim, harçlığımı çıkarmak için çalışıyordum. Öyle öğrenmiştim. Güzellik merkezinde iki yıla yakın çalıştım. 4000 TL maaş alıyordum.

Burada her yer öyle gerçekten hakkını vermiyorlar” diyen Defne, devam ediyor yaşadığı sorunları anlatmaya: “Hem düşük maaş veriyorlar. Bir de hem genç hem bakımlı olmanı istiyorlar. Desen ki paraları yok. Var görüyoruz. Buranın insanı da çalışkandır. Deli gibi çalışırlar ama işçilikte para bu. İş yok diye susmak zorunda kalıyorlar. Ama bu güzellik merkezinin sahipleri başka şubeler açıyorlar.

“Kadınlar genelde sigortasız çalıştırılıyor”

Defne, özellikle yaşı ilerlemiş kadınların iş bulamadıklarına değiniyor ve bu kadınların belli bir yaştan sonra temizliğe gittiklerini söylüyor. Depremden sonra da kadınların bazılarının günlük 800-1000 TL’ye, hasarlı evlerin fayansını, kapısını, penceresini sökme işinde çalışmaya başladığını söyleyen Defne; “Kadınlar şimdi artık her şeyi yapıyorlar. Çünkü doğru düzgün iş yok. Daha yeni yeni toparlanıyor burası. Gerçekten o kadar büyük bir işsizlik var ki. Erkeklerin çoğu durmuyor mesela” diyor.

Annesini soruyoruz Defne’ye. “Her gün çalışıyor. 12 saat, sabah 8 akşam 8 çalışıyor. Dokuz bin TL maaş alıyor. Sigortası yok. Hatay’da bu işlerde çalışan kimsede sigorta görmedim ben. Kadınlar böyle çalışıyor daha çok. Erkeklerinki de problemli ama onlara sigorta yapılıyor mesela. Annem yıllardır çalışan biri. Sigorta girişi var ama prim günü çok yok. Hep çocuk bakıyordu. Birkaç yerde yemek yaptı, aşçılık yaptı. Persan diye bir fabrika vardı, perde üretiyordu. 15-16 ay orada çalıştı. O zaman sigortası yapılmıştı.

“Kadınların birikimleri enkaz altında kaldı”

Defne’nin kapı komşusu Hasret de kadınların deprem sonrası güvencesiz işlerde daha fazla çalışmak zorunda kaldığını onaylıyor ve birçok kadının temizliğe gittiğini söylüyor. Depremden önceki dönemi hatırlatarak; “Kadınların o zaman düzenleri vardı. Evleri-barkları vardı. Yurtdışından gelen bir parası vardı. Eşleri yurtdışında çalışan kadınların durumu iyiydi. Şimdi depremden sonra hiçbirinin kalmadı. Yani hangi birini anlatayım? Aslında depremden önce, Pandemide başlamışlardı kadınlar iş aramaya. O zaman da yurtdışından gelen paraları azaldı kadınların.

Kadınların birikimlerinin de depremle birlikte moloz altında kaldığına vurgu yapıyor Hasret ve bu dönemde devlet kurumlarının kadınlara istihdam alanı açması gerektiğini söylüyor ama bir yandan da umutsuz: “Kaymakamlık ya da belediye kadınlar için iş olanakları sağlarsa çok güzel olur. Kendileri sağlamazlar biliyorum ama gidip savaşmak gerekecek galiba. İşi sen bulacaksın, oraya girmek için savaşacaksın. Yani hem sen yoruluyorsun hem de sana iş vermiyorlar. Bir de keyiflerine göre torpil yapıyorlar, adamına göre davranıyorlar şu an.

“Erkekler stresi eşinden çıkarıyor”

Daha önce de Hasret ile görüşme yapmıştık Kadınİşçi olarak. O zaman çadırda yaşıyordu Hasret, şimdi ise konteynerde. Kuşkusuz konforlu değildi ama konteynerde yaşamın nasıl olduğunu merak ediyoruz: “Hala orada kalsaydım, mahvolmuştum iyice. Gencim diye en çok bana yüklüyordu eşimin ailesi. Yani ben de yerinde duran biri değildim zaten ama sabah 07.00’de gözümü açıyordum, telefonlara bile bakamadan gün bitiyordu. İki- üç gün sonra dönebiliyordum millete. Buraya geldikten sonra müsait olmaya başladım. Yine de 24 saat telefonun başından kalkmıyormuşum gibi dedikodumu yapıyorlardı. Her gün kavga dövüştü. Şimdi yok. Uzağım hepsinden. Çadırdayken özel hayatın bitiyor. Özel hayat eşleri çok etkiliyor. Herkes yaşıyor şu an bu sıkıntıyı. Bu yüzden boşanan çok oldu. Çadırda kalabalık yaşayanların cinsel hayatı bitti çünkü. Böyle olunca erkekler eşinden çıkarıyor stresini. Tartışmalar çoğaldı. Sorunlar çoğaldı. Burada konteyner çıkmasaydı, vermiştim mahkemeye. Daha yeni yeni düzelmeye başladık.

Seçimler öncesinde bir iki iş yapmış yetkililer. Artık herkes bu işlerin seçim yatırımı olduğunun farkında. “İki aydan beri buradayım. Bir defa gıda dağıtıldı, hijyen yok. Mayıs ayında dağıtmışlardı. Seçimden sonra da her şey bitti işte. Seçimden önce bir menfaat vardı. Oy için dağıtımları yaptılar. Sonra bıraktılar. Bu yaptıkları çirkin bir siyaset” diyor Hasret ve kendileri sosyal yardımlarla geçinmek zorunda kalırken, deprem sonrası toplanan paraların nereye gittiğini soruyor. “Hani az da olsa konteynerlere geliyor. Ama çadırlarda yaşayanlar insandan bile sayılmıyorlar. Onlara hiçbir şey gönderilmiyor. Onlara sayaç da takmışlar mesela. Konteyner başvurusunda bulunuyorlar, konteyner yok. Konteyner kentlerde yer yok. Ne yapacak bu insanlar? Teyzem defalarca başvuru yaptı. Her gittiğinde, ‘kuyrukta iki bin üç bin kişi var’ diyor. Çocuklarıyla birlikte orada burada kalıyor. Barınacak yeri yok kadının. Zorla bir iş buldu, botanikte çalışıyor. Yine sigortası yok. Çocuklarından birisi üniversite okuyor, diğeri bu sene kazandı. Maddi durumları yok diye gitmedi bu sene kazanan.

Çalışan kadınlar için çamaşır da problem

Bulundukları yerde 118 konteyner olmasına rağmen, 10 çamaşır makinesi ve 4 kurutma makinesinin olduğu bir çamaşırhane var ve bir tepeye kurulu, yani epey yürüme mesafesinde. “Dönüşümlü hallediyoruz. Elimizde kuru-ıslak çamaşırlarla, yürü babam yürü! Ben buradakilerin makineleri temizlediklerini de düşünmüyorum. Hayatımda hiç görmediğim, duymadığım marka deterjanlarla yıkanıyor. Muhtemelen bizi en ucuzuna mahkûm ediyorlar. Çamaşırlar temiz çıkmıyor makineden. Akşam 21.15’ten sonra çamaşır atamazsın. Bu kızın (Defne’den bahsediyor) annesi her gün çalışıyor. Sabahtan çıkıyor, akşam 20.00- 21.00’da geliyor eve. Nasıl yetişsin kadın? Defne’nin işe gitmediği günler yıkayabiliyorlar. Hafta sonu zaten çok daha yoğun çamaşırhaneler. Çalışanlar için böyle zorlukları var.

Konteyner kentte elektrik kesintisinin çok sık yaşandığını söyleyen Hasret, suyun da hidroforlu olması nedeniyle, elektriğe bağlı olarak sık sık kesildiğini anlatıyor. “Jeneratör getireceklermiş, o zaman elektrik gittiğinde sorun yaşamayacakmışız. Buraya kaç tane getirmeleri gerekir bilemiyorum ama o zaman da onların gürültüsünü çekeceğiz. Aylardır getirecekleri söyleniyor. Daha gelen bir şey yok.

Çocuklar yaşıtlarından geri kalıyor

Depremden sonra hayatın, kadınlar için olduğu kadar çocuklar için de çok zorlaştığından bahsediyor Hasret: “Eğitimleri pandemide aksamıştı. Depremde de aksadı. Üç yıldır doğru düzgün eğitim almadılar. Büyük kızımın dersleri çok iyiydi. Geçen sene yazılıdan 70 almasaydı sınıfta kalacaktı. Kitap okumayı unuttular. Küçük kızım ikinci sınıfa geçti bu sene. Hala heceleyerek okuyor, tam düzene girmedi. ‘Böyle devam ederse üçüncü sınıfa alamam’ dedi öğretmeni. Yine öğretmene yalvardım. ‘Hocam oluru varsa, bir senesini kaybetmesin’ diye. Kızımın psikolojisi çökmüştü zaten. ‘Tüm çocuklar aynı durumda’ dedi öğretmen. Buna bir çözüm bulmam gerek şimdi. Ama çocuk algılamıyor. Birinci sınıf temeli zayıftı, zar zor toparladık, bu sefer de deprem geriletti. Yaşıtlarından çok geri kaldı. Üç ay boyunca ben kızıma özel ders vermiştim evde. Üzerine bayağı düştüm.

Çocukların kitap, defter masraflarının yanı sıra eğitimde internetin artık çok fazla kullanılması, konteyner kentte sorun oluşturuyor. Alt yapı yetersizliği, var olanların çok pahalı olması ise önemli bir problem Hasret anlatmaya devam ediyor: “Konteyner kentlerde internet yok. İnternetten ödev veriyorlar çocuklara. Al sana bir engel daha! Araştırma ödevlerini yapamıyor çocuklar. Uydu internet alayım desem, nasıl yetiştireceğim. Paketler çok yükseldi. En kötüsü 350 TL’den başlıyor. Hangi veliyle konuşsam, aynı dertten yakınıyor. Telefondaki internet bitiyor hemen. Ek paket de alamıyorsun. Çocukların suçu değil. Öğretmenlerin daha anlayışlı olması lazım. Kırtasiye malzemeleri mesela. Ufacık defter aldım iki tane, bir resim dosyası. Bu üç parçaya 450 TL verdim. Fiyatları katladıkça katlamışlar.

Tüm bu zorlu şartlar altında okumasını istediği iki kızından ve onların da deprem sonrası daha fazla ihtiyacı olduğunu düşündüğünden kaynaklı başka bir işe girmek istemiyor. Konteyner kentteki insanlara dair genel bir güvensizlik havası da hâkim. Birçok kadın gibi Hasret de çocuklarını güvenip bırakabileceği bir ortamın olmadığını düşünüyor.

Ortamlar çok güvenilmez. Konteyner kentte çalışan ailelerin, okuldan gelen çocuklarının çalışabilecekleri, zaman geçirebilecekleri ortak alanlar olursa; başında da eğitimciler, oyun ablaları filan olursa belki o zaman. Ders çalışacakları, kütüphaneye benzer bir yer olsa. Zaten konteynerlerde de ders çalışabilecekleri imkanlar yok ki. Yere uzanıp yapacak, uzanacak kadar bile yer yok. Hadi şimdi onlar çalışsın, diye biz dışarı çıkıyoruz. Kışın öyle bir şansları da olmayacak. Öyle bir şey yapılsa o zaman herkes çalışır. O zaman kafam rahat olur… Sonra bisiklet sürebilseler, diledikleri gibi konuşsalar kendi aralarında. Burada gürültü yapmak yasak, bisiklete binmek yasak. Çocuklar oyun oynayamıyor. Ne zaman bir araya gelseler, bir yerden biri çıkıyor, ‘sessiz olun’ diye uyarıyor.

“Ekecek yerleri yok insanların”

Sağlık ocağı, hastane gibi olanaklar da yok Hasretlerin bulunduğu bölgede. Yalnızca Kocaeli Belediyesi’nin kurduğu, sadece acil bölümünden oluşan bir sağlık merkezinden bahsediyorlar. Ki oraya da aracı olmayan gidemiyor. Tüm bu sıkıntılar bir yana Hasret’in de Defne’nin de en çok kaygı duydukları şey, konteynerlerde ne kadar kalabilecekleri… “İleride bizleri buralardan çıkartacaklar. Bir süre sonra yani. Şu an geçimimizi sağlıyorlar, elektrik-su faturası vermiyoruz. Eyvallah. Bir yıl sonra artık sayaç takacaklarmış, fatura keseceklermiş, kira ödeyecekmişiz. Doğru mu bu? Öyle olursa nereden getireceğiz, nasıl ödeyeceğiz biz?

Bu konuda bu kadar kaygı duymalarının nedeni de devletin Hatay dahil olmak üzere deprem bölgeleri için kılını kıpırdatmıyor oluşu. “Eskisi gibi olmaz. Bak kaç ay oldu, yolları bile yapmadılar daha. Enkazdan ceset çıkıyor hala. Molozlar tarlalara dökülüyor, ekecek yerleri yok insanların, dönmek isteyenler dönemiyor.

* Kadınların isimleri değiştirilmiştir.

Fotoğraf: Bahar Gök

*Bu haber RLS ve Kadınİşçi işbirliği ile yapılan Depremden Etkilenen İllerde Kadın Emeği araştırması kapsamında yazılmıştır.

Paylaş:

Benzer İçerikler

Gülhanım Kalafat 36 yıldır balıkçılık yapıyor. Balıkçılığın ‘sabır işi’ olduğunu söyleyen Kalafat, “Bu akşam olmadı’ diye yarın akşam durmayız” diyor. Eşinin vefatından sonra balıkçılığa devam eden Gülhanım Kalafat, çevresinde bazı kişilerin kendisini, “Kadın tek başına denize çıkmaz, yakışmaz” diye eleştirdiğini söylüyor.
“Ben 19 yaşındaydım, ilk defa işe girmiştim. Çoluk çocuk diyeceğimiz arkadaşlar vardı. En yaşlısı bendim diyebilirim. 13-14 yaşında çalışan kızlar vardı. Kimisi ablasının kimisi annesinin nüfus kağıdıyla işe girmişlerdi. Daha sonra bir hak tanındı. Herkes kendi gerçek kimliğiyle devam etti işe. Böylesi bayanlarla katıldık yürüyüşe. Asıl olarak 15-16 Haziran Yürüyüşü’nden sonra bilinç kazanmaya başladık.”
Nektarin işçisi Gülcan 32 yaşında ve 10 yaşından bu yana tarım işçisi olarak çalışıyor. Meyve toplamak için gece 03.00’da yollara düşüyor. Yevmiye usulü sigortasız, düşük ücretle her türlü riske açık bir iş bu. Hikayesini ondan dinliyoruz.
Yaşadığı köyden hiç dışarı çıkmamıştı. Sıkıntılarla karşılaştığında bunun asla çözülemeyeceğini sandı yıllarca. Ama 39 yaşında bir belediye otobüsü şoförü olarak kendine yeni bir dünya kurdu. Selma, 27 yıl sonra nasıl “kanatlandığını” anlattı..
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!