Hastanelerdeki görünmeyen emek isyanda

Pandeminin başlangıcında pek alkışlandılar ama alkışla sorunlar çözülmüyor elbette. Hastaneler, hastanelerde çalışanlar bu süreçte en çok yorulanlar, en fazla şiddete uğrayanlar oldu. Performans sistemi nedeniyle de zaten görünmeyen emekleri iyice değersizleştirildi. Sağlığın emekçileriyle sağlık emekçisi arkadaşlarımız konuştu…
Paylaş:
İpek Deniz - Nilgün Kutal
İpek Deniz - Nilgün Kutal
ipekkdeniz@gmail.com, nilgunkutal@gmail.com
İpek Deniz, Nilgün Kutal

Pandeminin başlangıcında pek alkışlandılar ama alkışla sorunlar çözülmüyor elbette. Hastaneler, hastanelerde çalışanlar bu süreçte en çok yorulanlar, en fazla şiddete uğrayanlar oldu. Performans sistemi nedeniyle de zaten görünmeyen emekleri iyice değersizleştirildi. Sağlığın emekçileriyle sağlık emekçisi arkadaşlarımız konuştu…

COVİD-19 salgını, sağlık çalışanları için iyice tüketici bir hal aldı. Virüs bulaşma korkusu, kaygı, artan iş yükü yanı sıra devletin de kendi üzerine düşeni yapmaması ile birçok sorunla eş zamanlı mücadele etmek durumunda kaldılar. Sağlık emekçisi kadınlar ise bu süreçte çok daha  fazla zarar gördüler ve görmeye devam ediyorlar. “Doğal” sorumlulukları gibi algılanan temizlik, çocuk bakımı, yemek, alış veriş ve daha sayılamayacak onca işe pandemi ve yarattığı koşullar eklendi. Ev içi emek harcayan kadınların da sağlık çalışanları kadınların da ücretsiz emeği kat kat arttı. Ev temizliği, hijyeni, yemek yapma, çocuk hasta bakımı, alış- veriş. En büyük duygusal kriz ise “çat” diye kapatılan kreşlerde yaşadı. Çocuğu çocuğa baktırarak, komşudan rica ederek, kliniklere getirerek,  il dışına taşıyarak bakım işlerini halletmeye çalıştı sağlık emekçisi kadınlar. Evde ve hastanede bakmakla yükümlü oldukları insanlar vardı ve evle hastane birbirine karışmıştı.  Hakları ödenmez, denip şiddetin her türlüsüne maruz bırakıldılar. Pandemi hastanelerinde çalışan sağlık emekçilerinin seslerine ses olalım dedik. Onlar anlattı biz yazdık.

Temizlik Personeli E.B: 54 yaşındayım, 16 yıldır bu hastanedeyim. Hipertansiyon hastalığım var ama COVİD salgınında da çalışmaktan muaf olamadım. Hafta içi her gün gündüz geldim. “Esnek çalışma”nın “e” si gelmedi bize.  O kadar çok korkuyordum ki ne ara alıştım bilmiyorum. Kimse bir şey anlatmadı. Hemşire kızlarım, abla girme, dezenfektan sık, öyle giyin, böyle yap, dedi durdular. Ben de peşlerinde dolandım, durdum. Klinik temizliği benden soruluyordu. Erkek personel de yapıyordu ama peşlerinden gidip eksikleri tamamlayıp kontrol ediyordum. Hastalarla çok ilişkimiz olamadı zaten kimin ne konuştuğu da hiç anlaşılmıyordu. Evde de yemek ve ev işleri temizlik de arttı bu dönem. Sürekli çamaşır var, kimse de çok yoruldu, ben yapayım, demiyor.  Çok yoruldum zaten benim yaşıma göre çok ağır işler bunlar. Evde oturma lüksümüz yok. Asgari ücrete, bir sürü insanın lafına katlanarak uğraşıyoruz hala. Ne devletin, ne çalışanın gözünde değerimiz yok ama.

Korona günlerinde sağlık çalışanı

Değersizlik hissi bizi bitirdi

Hemşire G.K: 10 yıllık hemşireyim. Süreç boyunca çok zorluk çektim gerçekten. Hastanenin organizasyon yeteneksizliği bizi boğdu. Korku, kaygı, anksiyetenin üstüne yeni mezunların cüreti, belirsizlikler, yasaklar eklendi. Çok yalnız ve gergin bir dönemdi. Kız kardeşimle yaşıyordum. Okullar kapanınca onu direkt köye yolladım. Çalışma arkadaşlarımızla dayanışma halindeydik ama çok üzücü durumlara şahit olduk. Çocuğunu köye yollamak zorunda kalan arkadaş sürekli ağlıyordu, evde yaşlı ailesi olanların kaygısı bizi bitirdi. O kadar yoğun zihinsel yükümüz vardı ki ben on günde bir mens olmaya başladım. Arkadaşım iki ayda bir. Çok zayıflayan da vardı stresten inanılmaz kilo alan da. Sürekli el yıkama, ortam hijyenini sağlama, sürdürme, hasta bakımı, onların yalnız oluşu çok yorucuydu. Eve gidince hemen banyonun yolu ve çamaşır yıkama… Bağışıklığımız güçlensin diye iyi beslenmek te ekstra zaman çaba gerektiriyordu. Tabii ev temizliği de arttı, sık sık ve daha yoğun temizlik yapıyoruz. Çok yoruldum anlatırken bile yoruluyor insan. Bir ara durup durup ağlıyordum, aileme bir şey olursa ne yaparım, diye. Onlar dışında kimse ile telefonda görüşmedim, çünkü kat kat maske takmak uzun süreli baş ağrısına yol açıyordu. Pandemi de bile torpilliler vardı. Bizim iyi niyetlerle başladığımız sürece hastane yönetimi, sağlık bakanlığı bir sürü davranışı ile kendi elleriyle ket vurdu. Bu kadar büyük başarı da bile “minnet duyuyoruz” demekle yetindiler. Bizim geçim derdimiz, yenen haklarımız kimsenin umurunda olmadı. Bu durumun hemşireliğin kadın ağırlıklı bir meslek olması ve yaptığımız işlerin tanımsız, değersiz oluşu ile çok ilgisi var. Kreşleri kapattılar sağlık çalışanlarının çocuklarını hiç düşünmediler. Covid’ te ilk görevlendirildiğimizde servisin hasta odaları dışındaki her yeri dolaplarla boydan boya kapatmışlardı. Kılık kıyafetimizi asacak yerimiz yoktu. Bizden sorumlu arkadaş başhekim yardımcısına gittiğinde ‘sırt çantası ile gelebilirsiniz’ cümlesi ile karşılaştı. Onların kullanılmayan odası kadar, dolapları kadar değerimiz yoktu. Hemşireyiz ya mesela sırt çantası ile gelmeyi düşünecek kadar kafamız çalışmıyordu! Herkes bizimle ilgili fikir söyler, görev tanımımızı belirler… Biz neymişiz dedim durdum, yani nasıl hiçbir şeymişiz. Bu değersizlik hissi bitirdi bizleri.

Esnek çalışmayla iş yükü arttı

Asistan Dr. B.K:  Asistan hekimler COVID-19 pandemisi öncesinde de bulundukları birimlerde özveriyle çalışıyorlardı. Pandemi süreciyle beraber stresli bir çalışma ortamında artan iş yükü ile baş başa kalındı. Acil servislerde, Covid servislerinde, Covid polikliniklerinde aktif olarak görev alan hekimler çoğunlukla asistan hekimler idi. Pandemi öncesinde çalışma alanında olan cinsiyet eşitsizliği pandemiyle beraber iyice belirginleşti. Daha doğrusu yöneticiler tarafından bizzat belirginleştirildi. Sürecin başında gebe sağlık çalışanları çalışmaya devam etti ve bu durum hastalık kaygısını daha da arttırdı. Çocuğu olan kadın asistanlar kreşler ve okulların kapanmasıyla çocuklarına sağlanacak bakım hususunda zor duruma düştüler. Esnek çalışma sistemiyle beraber artan nöbet sayıları, bu bakım ihtiyacını daha da zora soktu. Bir diğer gerçek de artan iş yüküne paralel olarak esnek çalışmanın getirdiği saatlerde evde olan kadınların kendini çocuk bakımı ve ev işleri ile ilgili daha fazla sorumlu hissetmesiydi. Böylece iş yerinde artan iş yüküne evde artan iş yükü de eklenmiş oldu. Çocuklarına, annesine, babasına hastalık bulaştırma korkusuyla aylarca ailesinden uzakta yaşayan, onları görmeyen hatırı sayılır sayıda asistan hekim mevcuttu.  Tüm bu sorunlar devam ediyor ve çözümü için henüz bir çaba harcanmadığı görülüyor. Maalesef eksikler hala kadın emeği ile kompanse edilmeye çalışılıyor.

Performans sistemi bizi değersizleştirdi

Hemşire Y.A: 16 yıllık hemşireyim, yoğun bakımda çalıştım bu süreçte, lise mezunu hemşireyim. O kıyafetlerle kan ter içinde saatlerce çalıştık, durduk. Yaptığım işle bir problemim yok ama var olan politikalar yedi bitirdi beni. Cihaza bağlı hastanın her işini biz yapıyoruz. Hemşirelik hizmetleri genel anlamda bakım hizmeti zaten. Hiçbir talebim olmadan, hepimizin ortak sorunu olan bu mücadeleye girdim. Ama sağlık bakanlığının çalışanlarını bölmek için ortaya attığı performans sistemi bütün motivasyonumuzu aldı gitti. Bizim tuvaletimizi saatlerce tutarak, bazen bez bağlayarak, kan ter içinde yaptığımız işlerin hiç değeri olmadı. Evinde bir hasta yüzü görmeden geçiren hocaları ödüllendirerek ilerlettiler. Neden ben lise mezunuyum ve hemşireyim, hiçbir alanda işimizin maddi karşılığı yok, bu zor dönemde olmayacağını da anladım. Hastanede hasta,  malzeme, bozulan musluk, lamba, cihaz, personel, temizlik her şey döner dolaşır hemşireyi bulur. Bir sürü küçük iş birleşir, devasa emek olur. Aynı ev kadınları gibi. Temiz evde otururlar, yemek içmek, hizmet sınırsız ama ne yapıyorsun ki, evde de memnun olmuyorsun, deyip dururlar ya.  El yıkamalar inanılmaz artı. Ellerimizde çatlaklar, çok terlemekten pişik olanlar, menstrual değişiklikler… Zor ve yorucu bir süreç. Yüzümüzdekilerden önümüzü göremiyorduk çoğu kez. Annem, babamla yaşıyorum. Eve gider gitmez banyo, kıyafetler bez çantada makineye giriyor. Doğru odaya, odadan pek çıkmıyordum, ikinci hapishaneme giriyordum. Aileme bir şey olur korkusu yedi bitirdi beni.

Erkek arkadaşlar seyrediyordu

Ebe N.B: Üç yıldır bu hastanede çalışıyorum ama şahit olduklarım bilmem kaç yıllık deneyime bedel. Sürecin başında bizi hemen servislere çektiler. Tanımadığımız, ekip olmakta zorlandığımız insanlarla çalıştık ve organizasyon tamamen telefon üzerinden yapıldı. O kadar gergin bir süreçti ki, duygu karmaşasından neler yaşattıklarını zamanla anladım. İş bilmeyenler yöneticiydi, o bilmeyenler başka bilmeyenleri başımıza verdi. Virüs kaygısı dışında bizi inanılmaz kaygılara boğdular. En çok ağrıma giden de enfeksiyon kontrol komitesindekilerin, kalitede, idari birimlerde çalıştırılanların, hiçbir şey yapmadan ortalıkta dolanmalarıydı. Alanlara çekilmediler. Biz bir nebze daha rahat çalışabilirdik. Yani adil bir çalışma düzeni yoktu, hiç kıymet te görmedik. Bütün bu krizler bize ekstra iş yükü olarak döndü. Klinik temizliği, enfeksiyonu önlemede alınması gereken hijyen kuralları dönüp dolaşıp bizi buluyordu. Kontrol ve temizlik delisi olduk. Sürekli uyarı halindeyiz biz ama. Erkek arkadaşlar seyirci gibi, sahiplenmemek mi diyeyim umursamamak mı bilemedim, hiçbir şeye müdahale etmiyorlar. Bütün olumsuzluklara rağmen elimizden geldiğince çalışıyorduk, performans mevzusuna kadar. Meslek grupları birbirine girdi, herkes ötekinden nefret eder hale geldi. Asıl suçlu orda oturuyordu ama. Bize siz de emeğiniz de kıymetsiz mesajı verildi. Bakan teşekkür ederken ‘hekimlerimize ve sağlık sistemimize’ dedi zaten, adımız yok.

Taşeronda çalışanların hiçbir hakkı yoktu

Tıbbi sekreter F.A; Ben taşeron bir firmada sağlık çalışanıyım. Pandemi ile beraber her sağlık çalışanı gibi iş yükümüz arttı, virüs ile en temaslı sektörde çalışmanın getirdiği iş yükü ile daha çok yoruluyor ve ardı sıra aileme virüs bulaştırma korkusu ile eve gitmeye devam ediyordum. Korkum, kaygım çok büyüktü ama taşeron firma olması dolayısıyla konaklama hakkı tanımadılar. Her gün bu korku ile işe gidip geliyordum dolayısı ile ailemi köye göndermek zorunda kaldık. Çalışsak olmuyor çalışmadan hiç olmuyor, derken firmanın ihalesi bitmesi ile dört aylık yoğunluğun, yorgunluğun ardından kapı önüne konulduk. Bir de işsizliğin verdiği psikolojik sorunlar başladı. Dört aylık stres ve yoğun temponun sonucu kilo kaybı,  uyku bozukluğu ve adet düzensizliği oldu. Evet dört aydan sonra beni sağlık sorunlarımla işsiz bırakarak psikolojik sorunlara da vesile oldular. Bu süreçte dedemi Covid 19’dan kaybettim. Farklı bir hastanede başka kimse ölmesin, bir faydam dokunsun diye ilk zamanlardaki yoğunluktan daha fazla bir yoğunluktu çalışıyorum. Acilde olduğum için yemek molası yok, gece gündüzüm yine birbirine girdi, hastaların sözlü saldırısına maruz kaldım. Bütün bu çabaların karşılığı asgari ücret. Yakınmam yaptığım işe değil duyulmayan saygıya ve emek hırsızlığına.

Doktora bey bize kız hemşire

Acil HMŞ. B. I;  28 yaşındayım, dört yıllık hemşireyim. Sürecin başında Covid pozitif tanısı aldım. Çalışma arkadaşlarım dahi, dikkat etmediğime, dair arkamdan konuştular; benim için çok üzücüydü. Dikkat etmedi, dedikleri dönemde maske krizi vardı. Süpervizörden maske talep ettim, bana  “hayır” dedi, direttim fayda etmedi. Nişanlımla aynı yerde çalışıyoruz, o aradı. Bir, iki reddetme girişiminden sonra maskeler sayılı da olsa geldi. O da kadındı ama… Acilde kadın olmaktan kaynaklı sözel şiddete çok maruz kalıyoruz. Bu durum pandemide de değişmedi.  Çok yeni bir olay benim yaşadığım.  Hasta yakınına maskenizi kapatır mısınız dedim, göz teması bile kurmadı, duymazdan geldi. Erkek arkadaşlardan biri söyleyince çat karşılık alıyorlar. Seslenirken geçen bir tanesi bana hemşire kızz hemşire baksana serum bitmiş tek yaptığınız bunu takıp çıkartmak, bunu da yapamıyorsunuz, sizi boşuna alkışladık camlarda, dedi.  Ya da şöyle bir durum var COVİD sürecinde herkes gibi ben de yedi- sekiz ay kadar ailemi göremedim bir de üstüne korona geçirdik. Tek kaldım alanda tekrardan çalışmaya başladığımda hasta, hasta yakınları ya da dış çevredeki insanlar evlere kendilerinin kapanmasını o kadar büyüterek anlatıyorlardı ki, hastanede bile bu durumu dinliyorduk. Ben ne yapayım o zaman, düşüncesi kafamda dolandı durdu ya da stresten tahammülüm azaldı. Triyaj hastaların yönlendirildiği yer.  Benim oturmam bir hastayı yönlendirmemle bir erkek hemşirenin oturup yönlendirmesi aynı ciddiyetle karşılanmıyor.  Kadın bilmez ya da bu küçük bilmez daha yaşIı erkek olsun o bilir… Türünden anlayışlarla karşılaştım. Ya da alanın ortasında erkek doktora da hemşireye de hocam diye hitap edilirken, kadın hemşireye de doktora da kız, hemşire, baksana, küçük hanım, abla gibi terimlerle hitap ediliyor. Ben altta kalmıyorum kalmamda cevaplarını veriyorum. Kadın olunca susar tırsarız diye düşünüyorlar. Onlardaki düşünce bu. Kadın susar, ama susmuyoruz.

En ağır işlerde çalıştırıldım

Yoğun bakım hmş. H.Ş;  Sekiz yıllık hemşireyim. Hemşire olarak pandemide elimizde söz hakkı kalmadı. 3. basamak covid yoğun bakım çalışanı olarak hiçbir söz hakkı verilmemesi, ihtiyaç var denilip, hiçbir yasa, liyakat gözetilmeden çalıştırılmak açıkça mobbing oldu. Artan psikojik şiddetin yanında kadın olarak çalışmak ekstra zorladı. Tarama testleri yapılmadı her gün eve endişe ile gittik. Hepimiz kadın çalışan olarak endişeliydik ama idarenin düşüncesi, bakımı iyi yaparsınız bir şey olmaz, yönündeydi. 21 hemşire, altı temizlik personeli. Hepimiz kadınız. Meslek sahibi olsan da değişmiyor algı. Bakım, temizlik işlerinin kadının görevidir düşüncesi, pratikte de geldi hayatımızın tam ortasına oturdu. Bir yandan da bizim içimiz daha rahattı, çünkü erkekler olunca sürekli bir denetleme ihtiyacı oluyor, özellikle temizlik personellerini. Tek başına kimsenin çabası ile içinden çıkılacak bir durum değil. Ben rahatsızım bu hallerden ama alışılmış durumların dışına çıkmak çok zor. Ekibimizin hepsi evli ve çocuklu. Kreşler kapanınca ne yapacaklarını bilemediler. Eşleri ile dönüşümlü bakanlar, aile büyüklerini getirmek zorunda kalanlar, sonra onlara bulaştırma korkusu… Çok ağırdı herkes için. İdarenin hiç bir şekilde nöbet değişikliğine izin vermemesi tartışmalara neden oldu. Altı aydır hiç nöbet değişikliği yapmadık; gerekçe çalışanlar arasında enfeksiyonu önlemek. Tek tük taleplere bile çok sert cevaplarla “hayır” dendi.  Ben bütün bu süreci çok ciddi bir hastalık atlattıktan sonra çalıştım. Pulmoner hipertansiyon tanısı ile uzun süre tedavi gördüm, salgından kısa bir süre önce. Kesinlikle muaf tutulmam gerekirken en ağır yerde çalıştım, devam da ediyorum.

Asistanların hepsi enfekte oldu

Anestezi asistanı Ş.K; Eğitimimin üçüncü yılı. Zaten çok yoğun çalışıyorduk, o kadar çok yük eklendi ki. Biz bulaşın olduğu her durumla direkt maruziyet yaşıyoruz. Asistan hekimlere yüklenerek başladı süreç, bütün girişimleri biz yapıyorduk. Ne zaman ki asistan kalmadı, hepimiz neredeyse enfekte olduk. Uzmanlar o zaman nöbete girdi. Ben en büyük kaygıyı, eşim ve çocuğuma bulaştırır mıyım, diye yaşadım. Evin kapısı önünde soyunuyordum gerçekten. Sonra kıyafetleri bir poşete koyup, çocuğuma bakan kadına sesleniyordum. Kapıları kapatıyor, yani koridor boşalıyordu, ben öyle giriyordum doğru banyoya. Sürecin neyine üzüleyim bilemedim. Bu kadar yoğun çalışma performans diye bir şeyle yerle bir edildi.

Pandemi süresince yaşananlar aslında şiddetin her türlü hali. Kadın sağlık emekçileri sağlık problemlerinden, ev, iş, artan iş yükü ve bakımla yükümlü olduklarına kadar pek çok durumla mücadele etmek zorunda kaldı. Bunlar yaşananların çok ufak bir kısmı.. Covid-19 mücadelesi kaygı, korku,  zihinsel yük ve acı kayıplarla giden bir süreç oldu. Kadın sağlık emekçileri için ev ve işte artan yüke bütün sürecin getirdiği zihinsel yük te eklendi. Artan erkek şiddetinden sağlık emekçisi kadınlar da muaf kalamadı. Ne alkışlar ne içi boş laflar, kadının payına düşeni değiştirmiyor. Sağlık alanı kadının evde, sokakta yaşadığı her muamelenin iş yerinde yansıyan hallerini en net barındıran bir çalışma alanı. Görünmeyen emeğin meslekleşmiş hali…

Paylaş:

Benzer İçerikler

Yeni dönem OVP’yi ve “güvenceli esnekliği” konuştuğumuz Özge İzdeş konunun altını çok net çiziyor: “Kadının; hele tek gelirle, tam zamanlı bir işle bir hanenin geçinemediği bir Türkiye ekonomisi ortamında esnek istihdamla ciddiye alınacak bir gelir elde edip kendi başına ekonomik özgürlüğünü, kendinin ve çocuklarının temel ihtiyaçlarını karşılayabileceği bir gelir elde etme ihtimali yok.”
Başakşehir’e bağlı Şahintepe mahallesinde, 400 günü aşkındır bir nöbet sürüyor. Çevre Bakanlığı ve bölge belediyesinin halkı mahalleden sürme girişimleri sonuçsuz kaldı. Kurdukları “Barınma Hakkı Meclisi” içinde örgütlenen Şahintepelilerin, fiili mücadelesinde kadınlar en önde. “Mahalle içindeki ve dışındaki kirli eller çekilene kadar oradayız” diyorlar.
Ailenin Korunması ve Güçlendirilmesi Vizyon Belgesi ve Eylem Planı’nı değerlendiren feminist sosyolog Berfin Atlı “Esnek çalışma modeli kadınların yoksulluk döngüsünü kırmak yerine, bu döngünün derinleşmesine neden olacak” diyor.
Diyarbakır’da cami önünde Kur’an-ı Kerim okuyarak geçimini sağlayan, engelli bir oğlu olan Rojda, ‘’Ama kendime de bir dua ediyorum. İnşallah oğlum benden önce ölür diye. Bakacak kimsesi yok. Ölüm fakirlikten ve kimsesizlikten iyidir’’ diyor.
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!