Cinsiyetçi iş ayrımcılığı emek piyasasındaki eşitsizlik türlerinin en başta gelenlerinden biridir. Bu ayrım, cinsiyete dayalı ücret eşitsizliğinin temel kaynaklarından biri olmasının yanı sıra işte yükselmenin önünde de engel teşkil eder.
Cinsiyetçi iş ayrımcılığı, yatay ve dikey olmak üzere iki farklı biçim alır. Yatay ayrımcılık, kadın ve erkeklerin farklı işlerde yoğunlaşmasını ifade eder. Örneğin otomobil ve teknoloji sektörlerindeki işler erkeklerle doluyken, tekstil ve hazır giyimde ise kadınlar çoğunluktadır. Dikey ayrımcılık ise aynı işte hiyerarşideki eşitsiz dağılıma işaret eder. Üst düzey yöneticilerin ezici çoğunluğunun erkek olması bu duruma örnektir. Kadınların yükselmesini engelleyen, başlarının üstünde adeta görünmeyen bir “cam tavan” vardır. Aslında biz biliyoruz ki, kadınların yükselmesini engelleyen, emek piyasasının ayrımcı işleyişinin ardında yatan ve tüm yaşamımızı düzenleyen güç; içinde yaşadığımız ataerkil kapitalist sistem.
Kadınların işgücüne katılımı arttıkça dikey ve yatay ayrımcılığın zayıflayacağı düşünülür. Oysa günümüzde hâlâ birçok ülkede kadınların işgücüne katılım oranlarının artmasına rağmen cinsiyetçi iş ayrımı gücünü korumaya devam ediyor. İlginçtir, daha cinsiyet eşitlikçi olarak bildiğimiz, kadın erkek eşitliği politikaları uygulamakta olan İskandinav ülkelerinde, İtalya ve İspanya gibi cinsiyet eşitsizliğinin yaygın olduğu Avrupa ülkelerine kıyasla yatay ayrımcılık türü daha yüksek düzeyde. Buna karşılık, İskandinav ülkeleri ile Almanya, ABD ve Birleşik Krallıklarda kadınların daha yüksek düzeyde ve prestijli işlerde çalışma eğiliminin arttığı gözleniyor. Bu ülkelerde dikey ayrımcılık azalıyor ama yine de ayrımcılık ortadan kalkmıyor. Kadınlar yüksek pozisyonlara gelseler de, hâlâ aynı işlerde çalışan erkeklerin ücretleri kadınlara göre daha yüksek.
Kamuda da yaygın
Türkiye’de, 2020’de basılan yeni bir çalışma[1] birçok meslek grubunda kadınların eğitim düzeyinin erkeklerinkine göre daha yüksek olduğunu gösteriyor. Kadınların avukatlık, yöneticilik ve doktorluk gibi profesyonel mesleklerde temsil oranı diğer ülkelere göre daha yüksek düzeyde. Ancak bu, ayrımcılığın olmadığı anlamına gelmiyor; gerek ücret gerekse toplumsal statü açısından kadınlar hâlâ erkeklere göre düşük düzeyde. Bu da gösteriyor ki kadınlar prestijli işlere girmiş olsalar dahi ayrımcılıktan kurtulamıyorlar.
Cinsiyetçi iş ayrımı sadece özel sektörde değil, kamu sektöründe de oldukça yaygın. Örneğin, Sağlık Bakanlığı’nın Aralık 2020 verilerine göre doktorların neredeyse yarısı kadınken, başhekimlerin yalnızca yüzde 16’sı kadın. Yine bürokrasi içerisinde üst düzey karar verici konumlardaki kadınların oranı son derece düşük. Bürokraside üst düzey yöneticilerin yüzde 88’i erkek, yüzde 12’si kadın.[2]
Yatay ayrımcılığın en önemli nedenlerinden biri ücretlerin belirlenmesinde kullanılan cinsiyetçi iş değerleme ve ücret yönetimi sistemleridir. İşverenlerin kullandığı kriterler, erkek yoğun işlerin özelliklerine göre belirlenir. İşin tanımı, sorumlulukları ve taşıdığı tehlikeler belirlenirken erkek işlerin gerektirdikleri esas alınır. Öte yandan örneğin, temizlik personeli zararlı kimyasal ürünlere, hemşireler bulaşıcı hastalıklara, kasiyerler kasalarda kullanılan tarayıcılar gibi yeni teknolojilerle ilgili sağlık risklerine maruz kalır. Ancak ücret politikasında kadın işi sayılan bu işlerde söz konusu tehlikeler göz önüne alınmaz. Sadece olumsuz sağlık etkileri değil, psikolojik etkiler de gözetilmez. Mesela, sekreterlerin amirlerinden gelen acil ve beklenmedik talepler nedeniyle çalışmalarına sık sık ara vermek zorunda kalması, satış elemanlarının belirli zamanlarda sürekli değişen çalışma programları ve yaşadıkları belirsizlikler, ücretler belirlenirken hesaba katılmaz.
Bu ayrım ‘doğal’ değil
Kadınların ve erkeklerin farklı işler yapmasının, iki cinsin doğası gereği var olan normal bir işbölümü olduğu iddia edilir. Ancak bu iddia kadın ve erkeklerin yaptıkları işlerin tarihsel olarak değişimini ve ülkeden ülkeye farklarını görmezden gelir. Mesela, birçok ülkede inşaat işçiliği erkek işi olarak görülürken, Hindistan’da çok sayıda kadın inşaat işçiliği yapmaktadır. Tarih içinde bilinen tüm toplumlarda cinsiyete dayalı iş ayrımcılığı gözlenirken, bulgular tarım öncesi avcı-toplayıcı ve göçebe toplumlarda daha eşit iş ayrımına işaret etmektedir. Giddings’in (2020)[3] aktardığı örneklere göre, İnuit ve Avustralya Aborjinleri de dahil olmak üzere Yerli Amerikan toplumları; bizon avcılığı, toplama, tarlaları temizleme, dikim, çapalama ve hasat gibi tüm alanlarda çalışan ve ayrıca çocuk yetiştirme gibi daha klişeleşmiş cinsiyetçi faaliyetlerde bulunan kadınlarla keskin bir ayrım yerine daha kolektif bir işbölümü sergilemişlerdir. Hatta Kuzey Amerika’nın Iroquois’leri ve Afrika’nın Lovedu’larında, kadınların yiyecek ve su gibi stratejik kaynakları kontrol ettikleri açığa çıkmış ve bu da topluluklarında kadınların daha fazla sosyal ve politik güce sahip olmalarını sağlamıştır. Yerleşik hayata geçiş ve toprağın işlenmeye başlamasıyla birlikte teknolojide değişimler ve mülkiyet sahipliği ortaya çıkmıştır. Bu gelişme, patriyarkal tahakkümle birlikte geleneksel cinsiyetçi iş ayrımcılığı olarak adlandırılan iş bölümüne yol açmıştır.
Eğer kadın ve erkek işleri ayrımı, cinsiyetlerin doğasından kaynaklanıyor olsaydı tarih boyunca hep aynı kalabilirdi. Hâlbuki zaman içinde bazı kadın işlerinin erkek işi, bazı erkek işlerinin de kadın işine dönüştüğünü görüyoruz. Mesela, hosteslik ve hemşirelik geçmişte neredeyse tek bir erkeğin bile çalışmadığı mesleklerden. Günümüzde ise erkeklerin de oldukça yer aldığı meslekler haline geldi. Şoförlük, tamircilik de erkek işi olarak görülürken şimdi kadınlar otobüs, metrobüs, hatta kamyon şoförlüğü yapıyor.
Özetle, cinsiyetçi iş ayrımcılığının temelleri, patriyarkal kapitalist sistemde erkeklere verilen güce dayanır. Bu güç erkeklere yüksek ücretli, çalışma koşulları iyi olan prestijli işleri seçmelerine olanak tanır. Geriye kalan “daha düşük değerli” işler de kadınlara bırakılır. Erkek işlerine giren kadınlar, bu işlere girebilmek için üstün gayret sarf etmek zorunda kalırlar. Genellikle de bu erkek işlerinde olmamaları gerektiği kendilerine farklı biçimlerde sıkça hatırlatılır. İş yerinde hiyerarşik olarak yukarıya doğru çıkıldığında da işler daha değerli hale gelir ve kadınların bu işlere erişmesi gittikçe zorlaşır. Dolayısıyla hiyerarşide en tepede olan karar alma mekanizmalarını da erkekler oluşturur. Böylece eril bakış açısıyla alınmış kararlarda kadınların sorunları, istekleri ve talepleri de görünmez olur. Cinsiyetçi önyargılar, kadınların öncelikli görevinin eş ve annelik olduğunu, emek piyasasına katılımını da bu görevlerini aksatmayacak şekilde ikincil bir konumda sürdürmesi gerektiğini iddia eder ve bu durum cinsiyetçi iş ayrımcılığını yeniden üretir.
Nasıl bir mücadele?
- Ayrımcılık yasağı, Türkiye’nin imzacısı olduğu uluslararası sözleşmelerde ve ulusal yasalarda yer alan temel normlardan birisidir. Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılmasına Yönelik Sözleşme (CEDAW), baskı ve ayrımcılığın tarihsel geçmişine atıfta bulunur ve taraf devletleri önyargıların ortadan kaldırılmasına yönelik gerekli tüm önlemleri almakla sorumlu tutar. Eşitlik ve ayrımcılık yasağı, kadınların yasa önünde tam eşitliğinin sağlanmasını ve özel alanda olduğu kadar kamusal alanda da ayrımcılığa karşı koruma sağlanmasını öngörür. Ulusal yasalarda da ayrımcılığa karşı maddeler mevcuttur.
Uluslararası sözleşmelere ve yasal haklarımıza sahip çıkalım!
- Sendikalı olmak ve sendikalarda ayrımcılık yasağının hayata geçirilmesi konusunda gündem oluşturmak bir diğer önemli husus. Sendikaların genellikle bu işe esas görevleri olarak bakmadıklarını biliyoruz. İş değerleme sistemlerinin yeniden tanımlanmasını sağlamak, işverenin ayrımcılık uygulamalarını sergilemek ve karşı çıkmak, toplu sözleşmelere ayrımcılığa karşı maddeler koymak ve bunların uygulanmasını sağlamak üzere girişimde bulunmak, ayrımcılığa uğrayanların yanında durmak ve destek vermek sendikaların esas görevleri arasındadır. Bu noktada kadın yoğun ve erkek yoğun farklı meslek grupları ve iş kollarında aktif olan sendikaların birlikte çalışması ve hareket etmesi yararlı olacaktır.
Sendikaları göreve çağıralım!
- İş değerleme ve ücretlendirme sistemlerini gözden geçirebilmek için çalışabiliriz. Maalesef, bazı iş yerlerinde bu tür çalışmaların işten atılmak gibi ağır bedelleri olduğunu biliyoruz. Dikkatlice örgütlenerek, başlangıçta çalıştığımız farklı iş kollarında cinsiyet dağılımını tespit edebiliriz ve böylece kadın yoğun iş kollarını belirleyebiliriz. Kadın yoğun bu işlerin değerlemesinde kullanılan gerekli beceriler ve sorumlulukları listeleyebiliriz. Çünkü ayrımcılıktan bahsettiğimiz zaman, bize söylenen erkeklerin daha nitelikli oldukları ve daha çok becerilere sahip oldukları. Bu nitelikleri ve becerileri cinsiyetçi önyargılardan uzaklaştıracak biçimde tanımlayabiliriz. Daha sonra iş değerlemesi, ücret oluşturulması ve yükseltmelerde bu cinsiyetçi olmayan özelliklerin dâhil edildiği yeni bir puanlama sistemi oluşturulabiliriz.
İş değerleme ve ücretlendirme sistemlerini inceleyelim!
- İşyerlerinde tüm komitelerde yer almaya, kadın temsilcilerimizi bu komitelere sokmaya çalışalım. Bunu sadece cinsiyete göre değil, çalışma türüne ve statüye göre de temsili hale getirmeliyiz. Örneğin bir işyerinde hem sürekli hem geçici işlerde çalışanlar varsa, sadece sürekli işlerde çalışanların temsil edildiği kurul ve komisyonlar geçici işlerde çalışanların ayrımcılığa uğraması sonucunu yaratabilir.
İşyerlerinde aktif katılım!
- Son olarak elbette dayanışma diyoruz. Ev ve bakım işçiliği gibi, örgütlenmenin kolay olmadığı işler dahil olmak üzere, tüm işlerde dayanışma ve dayanışmayla güçlenmek bizim elimizde.
Ayrımcılığa karşı kadın dayanışması!
[1]Gedikli, Ç. (2020). Occupational Gender Segregation in Turkey: The Vertical and Horizontal Dimensions. Journal of Family and Economic Issues, 41(1), 121-139.
[2]KSGM, (2021). Türkiye’de Kadın. https://www.aile.gov.tr/media/67948/turkiyede-kadin-20-02-2021.pdf. Erişim Tarihi: 12.06.2021.
[3]Giddings (2020). Gender division of labor among couples. The Routledge Handbook of Feminist Economics (293-302). Routledge.