DEM Parti Milletvekili Özgül Saki: “Patriarkaya karşı mücadele ücretli emeğin koşullarını da iyileştirir”

DEM Parti İstanbul Milletvekili Özgül Saki kadın işsizliği ve kadınların çalışma hayatında yaşadığı ayrımcılık ve emek sömürüsüne ilişkin meclis araştırması yapılmasını talep etti. Önergenin ayrıntılarını, kadın emeğinin niteliğini ve sorunları, çözüm önerilerini Özgül ile konuştuk.
Paylaş:
Seval Öztürk
Seval Öztürk
sevalozturk18@gmail.com

– En temel problemlerden biri hane içinde kadın emeğine erkekler tarafından el konulması.  Kadınlara ev işi, yemek, bakım işleri yüklenmiş ve bunları yapması hem de keyif alarak, güler yüzle yapması isteniyor. Evdeki erkeklerin dışında iktidarlar da bunu destekliyor. Hane içi kadın emeği sömürüsünün artmasında AKP’nin kadın politikalarının çok büyük önemi var. Ondan önce de böyleydi ama “makbul kadın” kimliğinin yaratılmasında direkt sorumlulukları bulunuyor.

Bu sosyal politikanın da konusu. Mesela Sosyalist Feminist Kolektif olarak “Erkeklerden Alacaklıyız Kampanyası” yapmıştık.  Kadın emeği sömürüsü deyince; sendikalarda, partilerde, birlikte mücadele ettiğin yerlerde “kadınları çok değerli” görenler hiç üstlerine alınmıyorlar. Kadınların hane içinde bu işleri keyif alarak yaptığı düşünülüyor. Siyasi partilerde de çalışma yaşamında da erkeklerin çoğu “ben değil öteki erkekler yapıyor” modundalar. “Erkeklerden Alacaklıyız Kampanyası” bu anlayışın tam ortasına kama soktu. Dedi ki; bir dakika, sen benimle sendikada mücadele eden erkek, hane içinde benim emeğimi sömürüyorsun. Eğer benim hane içinde harcadığım emek ücretlendirilmiş olsa sen bana çok borçlusun.

Güncel talepler açısından hane içinde kadınların emeği ücretlendirilmeli. Bunun şöyle bir riski var aslında. Cinsiyetçi işbölümünü pekiştirebilir. Bu toplumun bütün dokularına, hücrelerine kadar yerleşmiş erkek egemenliğine karşı mücadele ederken güncel talepleri de görmek gerektiğini düşünüyoruz. Mesela kadınların erken emekli olması… Bu çok mühim geliyor. Patriyarkaya karşı güçlü bir mücadele, ücretli kadın emeğinin çalışma yaşamındaki koşullarını da iyileştirecektir, diyoruz.

“Kadın işsizliği tesadüfi değil”

– Şuradan başlamak lazım belki. Neden kadın işçiler çalışma koşullarında erkeklerden daha farklı biçimlerde eziliyorlar, sömürülüyorlar ve en çok işsizlik niye kadınların sorunu? Sadece bizde değil, bütün dünyada işsizlik rakamlarına baktığınızda, kadın işsizliğinin hepsinde çok yüksek olduğunu görüyoruz. Araştırmalarda gösterilen işsizlik rakamları ise sadece kayıtlı işçileri içeriyor. Kadınlar ev eksenli çalışıyor, ev içinde çalışıyorlar, bunların hiçbiri güvenceli ve kayıtlı değil. Kadınların işleri neden görülmüyor, niye kadınlar çok çalıştıklarında bile doğru düzgün ücret alamıyorlar? Çünkü, kadınlar ikili sistem tarafından sömürülüyor, denetleniyor; patriyarka ve kapitalizm… Bedenleri denetleniyor, emekleri denetleniyor. Ev içinde onların bedenlerini ve emeklerini denetleyen, kontrol eden, sömüren erkekler var. Aile yaşamı cinsiyetçi işbölümüyle şekillenmiş. Ve bu cinsiyetçi işbölümü bütün toplumsal yaşamı olduğu gibi çalışma yaşamını da etkiliyor. Feministlerin de mücadelesiyle artık kadın işçiyle erkek işçinin başka türlü sömürüldükleri ve ezildikleri berraklaştı.

Kadınlar iş gücü piyasalarında cinsiyetçi işbölümüne uygun işlere yönlendiriliyorlar. Bu işler onların doğal olarak yapması gereken işler diye görüldüğü için daha değersiz. Dolayısıyla aldıkları maaş daha az. O yüzden bütün kriz dönemlerinde ilk gözden çıkartılacaklar kadınlar oluyor. 2008’den beri kapitalizm krizden çıkmanın yollarını arıyor. Krizden çıkmanın yollarından biri de kadınları ucuz işgücü olarak çalışma yaşamı içine sürmek… Ama kadınları çalıştırırken mümkünse güvencesiz ve esnek çalışsınlar, örgütlenmesinler, sendikaları olmasın istiyorlar. Bizim bu araştırma önergesi de aslında bununla bağlantılıydı. İşsizlik meselesinin tesadüf olmadığının, bu işsizlik meselesinin sistematik bir mesele olduğunun, parlamento düzeyinde de tüm toplumsal düzeyde de açığa çıkması için verilmiş bir araştırma önergesiydi.

“Feministler olmasaydı kimsenin aklına regl izni gelmezdi”

– Aslında kadınlar çalışma yaşamında, hane içinde yaşadıklarını zaten söylüyorlar. Şikâyet ettikleri, değiştirmek istedikleri şeyleri ifade ediyorlar. Mühim olan bunu nasıl yapacağımız. Patriarkal kapitalizmin, kadın işçiler üzerindeki emek sömürüsü ve sistematik beden kontrolünü Novamed direnişi sırasında net olarak gördüm ve bu hafızamda yer etti. Daha önce Eğitim Sen’deydim, sendikal faaliyet yürütüyorduk. Kadın komisyonlarıyla cinsiyetçi müfredata, sendika içindeki erkek egemenliğine karşı mücadele ediyorduk ama kadın işçilerin fabrikalarda yaşadıkları cinsiyetçilik ve erkek egemenliği meselesi Novamed direnişiyle açığa çıktı. Novamed çok uluslu şirkete üretim yapan bir fabrikaydı orada kadınlar sendikalaşmak istediler. İşyerindeki patron örgütlenmeye karşıydı ama evdeki koca, baba, sevgili hatta amca ve dayıların bile kadınların sendikalaşmalarına itiraz ettiklerini öğrendik. Kadınlar onlara rağmen sendikalaştılar ve greve gittiler. Bizi bu çok heyecanlandırdı. Biz derken kadın hareketinden, feministlerden bahsediyorum. Ve yaklaşık bir buçuk yıl sürdü bu direniş. Novamed’le Kadın Dayanışma Platformu kurarak feministler Novamed işçisi kadınlarla dayanıştılar. Problem neydi? Ücretlerin yükseltilmesini, işçi sağlığı ve güvenliği tedbirlerinin alınmasını (birbiriyle konuşmasını engellemek için ağır kimyasalların solunduğu ortamda kadınlara maske verilmiyordu.) istiyorlardı. Servislerde bile konuşma yasağı vardı. En önemlisi aynı üretim hattında çalışan kadınların hamilelikleri sıraya konulmuştu. Bu doğrudan beden denetimiydi. O dönemde bunlar ilk defa böyle sistematik şekilde herkesin ve sendikaların gündemine girdi. Regl günlerinin, tuvalet izinlerinin kadınlar için ne anlam ifade ettiği meselesini Novamed’li kadınlar bütün herkesin gündemine gerçekten yerleştirdiler.

Ve ondan sonra Flormar oldu, Farplast oldu, Agrobay işçileri… Şimdi birçok işçi benzer şeyleri yaşıyorlar. Bu grevlerin kazanımla sonuçlanması, tabii ki sorunu çözmedi. Patriarkal kapitalizm devasa duruyor. Ama birçok kazanım elde edildi. Birçok barajlar yıkıldı. Bu mühim. Burada önemli olan hem kadın işçilerin sendikalaşması ama aynı zamanda bağımsız kadın hareketinin olması, feminist hareketinin olması. Bu ikisinin yani ücretli-ücretsiz emeğin ortak mücadelesinin çok önemli olduğu görüldü. Feministler olmasaydı kimsenin aklına regl izni gelmezdi.

“Sendikalarda kadınların örgütlenmesi gerekiyor”

– Bir kere çalışma saatleri kısaltılacak. Güvenceli çalışacaklar. İşçi sağlığı, iş güvenliği meselesindeki bütün tedbirler alınacak ve kadınların somut ve farklı talepleri, toplu sözleşme konusu olacak. Nedir bunlar? Mesela eşdeğerde işe eşit ücret, regl izni, 8 Mart’ta ücretli izin… Kadınların kültürel ve toplumsal gereksinmeleri de karşılanacak. Belediyeler, işyerleri kadınların hane içinde ve toplumsal yaşamda eşit bireyler olmasını sağlayacak destekler verecekler. Boşanma kolaylaştırılacak. İkna odaları olmayacak. Tabii tüm bunların olabilmesinin bir koşulu da kadın mücadelesi… Burada birtakım yasal düzenlemeler de gerekiyor. İstanbul Sözleşmesi’nin geri gelmesi gerekiyor. 6284’ün etkin uygulanması gerekiyor. Ve siyasal düzeyde de artık parlamentonun erkek egemenliğinden arındırılması gerekiyor mesela. Parlamentodaki kadın oranını DEM parti yukarı çekiyor.

– Sendikaların bu talepleri ifade edebilmesi ancak ve ancak kadınların örgütlenmesiyle mümkün oluyor. Yoksa sendika yönetimleri kendiliğinden bunu yapmıyor. Mesela Eğitim-Sen, çalışanların yüzde 50’sinin kadın olduğu bir sektörde örgütlü. Biz orada kadın komisyonlarını kabul ettirebilmek için bile yıllarca mücadele verdik. Kadın komisyonlarını kabul ettirdik. Bu defa da sadece dışarıya söz söyle. Sendika içine söz söyleme, denildi. Yani kadın komisyonlarının işlevini belirlemeye kalktılar. Bu mücadele sonunda bugün epey bir kazanım elde edildi. Şimdi işçi sendikalarında benzer bir şey başladı kadın grevleriyle, kadın işçilerinin mücadelesiyle… Orada da bir şeyler değişecek diye ümit ediyorum. Bir de şu çok önemli, uluslararası dayanışma güçleniyor. Novamed’de de mesela uluslararası dayanışma çok güçlüydü… Erkekler kadınlara kolaylıkla alan açmıyorlar. Sendikada açılan bir alan, hane içine de yansıyor. Ve oradaki ayrıcalıklar da oradaki konfor alanı da tehdit altına alınıyor. O yüzden de dirençleri güçlü oluyor erkeklerin.

“Parlamentoda kadın işçinin de işçinin de adı yok”

– Parlamentoda işçinin adı yok. Kesinlikle yok. Mesela bir yıllık bütçe genel taslağı geldi. İşçi yok orada. Ayrı ayrı bakanlıkların bütçeleri var. Maden sektörünün, enerji sektörünün var ama işçinin yok. İşçinin adı yok. Mesela kadınlar konusundan bahsedelim; sadece kadın girişimcilere destek, mikrokrediler var. Kadın işçilerin yaşam ve çalışma koşulları bunların düzenlenmesine ilişkin tek satır yok. Muhalif birkaç kadın dile getirirse dile getirebiliyor kürsüde, o da duvara çarpıyor zaten. Yani bir karşılık bulmuyor. Dolayısıyla parlamento işçiler açısından, kadın işçiler açısından gerçekten kuşatılması gereken bir yer. Parlamento içi ilişkilerden bir kazanım elde edilmesi çok zor görünüyor. Ama mesela Agrobay işçileri geldi. Farklı farklı kadın grevinden işçiler geldi ve biz parlamentoda basın toplantısı yaptığımızda ya da Çalışma Bakanlığı’nın önüne gittiğimizde ve orada artık görmezden gelemeyince parlamento içinde de konuşma alanı genişliyor. Yani ne yazık ki gene öz örgütlenmelerin güçlü mücadelesi ile orada bir şeyler değişebiliyor.

Kadın işçiler, diyoruz; mülteci, göçmen çalışanlar, diyoruz… Bir de hem göçmen hem kadın olanlar var. Onlarla ilgili neredeyse hiç düzenleme yok. Hiçbir düzenleme yok. Kendi öz örgütlerinde bile yok.

– Güçlü bir iletişim dayanışma yok kadınlar arasında. Geçen dönemlerde bırakın muhalif partileri tüm partilerden kadınlarla toplantılar yapılabilmiş. Sonuç alınır alınmaz, toplantı yapılmış olması bile parlamentonun erkek egemenliğine karşı bir araya gelinmiş. Ama son dönemlerde parlamentoda saflar iyice belirginleşince, AKP’nin faşizan uygulamalarına tam hızla girdiği yeni cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle birlikte zaten parlamentonun işlevi neredeyse yok. Çünkü sen parlamentoda tartışmadan o kendisi hazırlamış oluyor, torba yasayı getiriyor. Eller kalkıyor, iniyor ve gidiyor. Yani bir istişare olanağı yok. Böyle olunca diğer partilere de bu yansıyor bence. Yalnız biz bu dönemde en azından muhalif olanlar birlikte bir toplanalım, diyoruz. Bir yıl geçti aradan, birbirimizi de az buçuk tanıdık. Bence hani topyekûn olmaz ama diğer siyasi partilerden kadınlarla da komisyonlarda diyelim ki -çeşitli komisyonlar var- ortak bir şey yapabilme şansı var.

“Bir oturma eylemi bile yapmadılar”

– Öncelikle 1 Mayıs Taksim alanıdır, diye düşünüyorum. Yıllardır bundan vazgeçmemek gerektiğini düşünenlerdenim. 77 1 Mayıs’ıyla birlikte artık tarihsel olarak da güncel olarak da Taksim 1 Mayıs’tır. Çünkü mekanlar mühimdir, mekanlar bir hafızadır. O hafıza, bugünü de şimdiyi de değiştirebilecek potansiyeli içinde barındırır. Bugünü de değiştiren bir şeydir, ortak hafızanın korunması meselesi. Ama ne yapar sendikalar, siyasi partiler? Konjektüre bakarlar… Zaman zaman belki bunu talep etmez, ki etmedi diye başka başka alanlarda 1 Mayıs’ı kutladık biz. Ama birçok çevre, örgüt Taksim’i zorladı, bütün bu yıllar boyunca ve çok meşruydu. Bu yıl Anayasa Mahkemesi Taksim yasaklanamaz, diye bir karar verdi. Sendikalar da bu karara dayanak olarak dediler ki, bu yıl 1 Mayıs Taksim’de olacak. Çok heyecanlandık. Hep beraber çok heyecanlandık. İki koldan girilecekti. Devlet izin vermedi. Nitekim 24 saat önceden İçişleri Bakanı, yasak, dedi. Sendikalar konuşup Saraçhane’ye gidelim, deyince, Beşiktaş’ta toplanmak isteyen feministler, DEM Parti ve diğer birçok grup Saraçhane’ye döndü.

Güzeldi Saraçhane. Hepimiz oradaydık. Muazzam bir kalabalık vardı aslında, bütün bu engellemelere rağmen. Bir de uzun süredir hiç yapmadığı bir şey yaptı CHP; 1 Mayıs’ta afişli çağrı yaptı. Afişli kitlesel çağrı… Bunun da önemi vardı. Yani riskleri vardı ama önemi de vardı. Ne yazık ki bu alanda, özellikle DİSK, CHP’nin güvencesindeymiş gibi bir manzara sergiledi. Bu problemliydi. Yani sendikalar o alanda daha etkili olabilirdi. İster sosyalist partili olsun, ister dergi çevresi olsun, ister bağımsız feministler olsun, her birimiz kendi emeğimiz, kendi yaşantımız için oradaydık. Ve bu devleti tanıyorduk. 8 Mart’lardan, 25 Kasım’lardan, 1 Mayıs’lardan… Oraya gelen herkes olası riskleri bilerek gelmişti. Öfkesini siyasallaştırmak istiyordu. CHP giderdi zaten. DİSK apar topar alandan gitti. Yalandan olsa bile bir oturma eylemi yapmadılar. KESK de buna katıldı. Sendika yöneticileri sanki o alana gelen işçilerin, emekçilerin ebeveyniymiş gibi davrandı. Neymiş efendim? Şiddet olacakmış. O sorumluluğu almazlarmış, orada bir şey olursa. Bir dakika, sen 1 Mayıs’a beni korumak için çağırmıyorsun. 1 Mayıs’a sen benim sorunlarımı devlete, topluma, herkese en etkili bir şekilde duyurmak için oradasın. Ben seni onun için seçtim. Sen sendika yöneticisi onun için oldun. Sen bizim ebeveynimiz değilsin. Ben hani oraya geldiğimde biliyorum riskleri. Barikat aşılmayabilirdi. Çünkü çok güçlü barikat kurulmuştu. Ama orada çok şey mümkündü. Oradaki motivasyonu heba ederek, kalbi kırık bir şekilde gönderdi bütün işçileri, emekçileri. 12.00’da miting bitti. DİSK’i ve KESK’i ciddi eleştirmek gerekiyor bu konuda. Siz mücadele örgütüsünüz. Siz bizim sınıf öfkemizi, sınıf mücadelemizi bütünlüklü bir şekilde 1 Mayıs’larda açığa çıkmasını sağlamakla yükümlüsünüz. Bence sınıfta kaldılar. Ve nitekim 1 Mayıs sonrası gözaltılar çok güçlü şekilde geldi. Sendikalar sınıfsal öfkeyi taşıyamıyorlar, derhal kendilerine gelmeleri lazım.

“Hoş görerek değersizleştiriyorlar”

– Şu anda yaşadığım hanede bakım verdiğim biri yok ama bu bireysel bir şey değil. Kadının emeğine el koyması patriyarkal sistemin sonucu. Dolayısıyla hane içinde bakım emeği vermesen bile bütün toplumsal düzen bu şekilde kurulmuş. Senin bulunduğun ortamlarda varsa eğer birtakım erkekler ona emek vermeni talep ediyor. Nedir? İşte “babanı çok az ziyaret ediyorsun.” Ya da işte “niye onu giydin?” Size çok rahat denebiliyor böyle şeyler. Bu tür müdahalelerle senin bedenin denetim altına alınmaya çalışılıyor. Bir de gerçekten sendikada da siyasi mücadelede de kadınlar abartılı eleştiriye konu oluyorlar. Erkek o kadar eleştiriye konu olmuyor. Bazen boş boş konuşuyorlar. Kimse bir şey demiyor. Zamanı uzatıyorlar, kimse bir şey demiyor. Biz kadınlara geldiğinde göze batıyor. Cinsiyetçi durumların her birini çeşitli şekillerde yaşıyorsunuz. Kadının sözünü eylemini, mücadelesini değersizleştirme pratikleri. Bazen seni “hoş görüyorlar”. Aslında hoş görürken de değersizleştiriyor.

Paylaş:

Benzer İçerikler

Sevda Karaca geçtiğimiz dönem parlamentoya girdi. İşçi grev, direniş ve eylemlerinin hemen hemen hepsinde onu görmeye başladık. 1 Mayıs onunla emeğin ve kadın emeğinin sorunlarını konuşmak için en uygun gündü. Sevda “Kadınların hak ve hayatlarının kadın emeğinden bağımsız ve bağlamsız görülmemesi ve değerlendirilmemesi” gerektiğinin altını çizerek, kadın yoksulluğu ile mücadeleye vurgu yapıyor.
Maltepe Zümrütevler Mahallesi muhtar adayı Gülbin Demirel yakından tanıdığımız bir isim. Carrefoursa’da çalışırken Tez Koop-İş Sendikası’nın işyeri temsilciliğini yapmış, sarı sendikayla anlaşamayınca sürgün üstüne sürgün yiyerek işten atılmıştı. Atıldığı gün çadır kurduğu Maltepe Carrefoursa önünde 60 gün direniş yürütmüştü. Şimdi aynı bölgede muhtarlığa talip.
Gebze’ye bağlı Yenikent muhtarı ve muhtar adayı Esengül Aktaş, kadın azalarla birlikte mahalleyi beş yıldır yönetiyor. Burası bir “Kadınlar Kenti” adeta. Pek çok kadına iş imkânı yaratılırken çocuk bakımını da ihmal etmiyorlar. Kadına yönelik şiddete karşı mücadele vermelerinin yanı sıra yaşlı kadınların belediyenin düzenlediği geziler aracılığıyla dışarı çıkmasını da sağlıyorlar.
Saliha Toktaş, 20 yaşında gencecik bir kadın; DEM’in Bursa Yıldırım Belediye eş başkan adayı. Yıldırım işçi ve Kürt mahallerinin yoğun bulunduğu bir ilçe. Saliha ile adaylığını, kadınlar için nasıl bir kent düşlediklerini, eviçi emek sömürüsünün hafifletilmesi konusunda çözüm önerilerini konuştuk.
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!