“Deprem bölgelerindeki yaşlı kadınlara emeklilik hakkı verilsin”

Hem engelli, hem yaşlı, hem sosyal yardım almayan, hem de halen çadırda yaşayan bir kadın olarak neden konteyner kente gitmediğini öğrenmeye çalıştığımız Semra bu konuda oldukça dertli. Yaşlı ve yalnız kadınlar için konteyner kentlerin de sağlıklı ve güvenli alanlar olmadığını belirtiyor.
Paylaş:
Bahar Gök
Bahar Gök
bihargok1982@gmail.com

Depremin kadın istihdamını ne derece ve hangi biçimlerle etkilediğini öğrenmek için deprem bölgelerinde yaptığımız görüşmelerde, dışarda ücretli bir işte çalışan kadınlara ağırlık vermeye çalışmıştık. Depremin hemen öncesinde ya da deprem sonrasında -yaş durumu, engellilik ve hastalık durumu nedeniyle de- çalışamayan kadınlarla da bu çerçevede sohbetler ettik. Ücretsiz bakım emeği harcayan kadınlar içerisinde 50 yaşını aşmış kadınlarla ilişkiye geçtiğimizde ise depremin yarattığı tahribatta görünmeyen yaşlı kadın yoksulluğunu gözlemlemiş olduk.

Kahramanmaraş’ta, depremin ağır vurduğu ilçelerde, genç nüfusun neredeyse tamamının ülke dışına çıkmış olduğunu dile getiren kadınlar, sokaklarda 45 yaşın altında insan göremediklerini anlatmışlardı. Kalanların ise anne/baba/kayınvalide/kaynanaya bakmayı sorumlulukları olarak gördükleri için il ve ülke dışına çıkmak istemediklerini ifade etmişlerdi. Aralarında yıllarca güvencesiz çalışanlar da vardı, ücretsiz olarak bakım emeğiyle uğraşanlar da. Bakıma ihtiyaç duyan yaşlı kadınlarla birlikte yaşayan erkeklere -kocası ya da aynı ikamette görünen hane içindeki erkek- deprem-kira-taşınma yardımı verilmişti. Sağlık hizmetlerine erişimleri de başta ulaşım sorunu nedeniyle aksamıştı.

“Emekli olmama değmedi”

Malatya’da emekli olmuş kadınlar hem düşük emekli maaşıyla yaşamaya çalışıyor hem de barınma sorununu çözmeye çalışıyor. Düzenli maaşı göründüğü için deprem bölgelerinde halka dağıtılan Esenkart’tan muaf tutulmalarını eleştiren kadınlar, depremde de unutulduklarına dikkat çekiyor. Yıllarca fabrikalarda, ev işçiliğinde, ev eksenli işlerde, tarla ve bahçelerde çalışmış olan Şadiye*, emekli maaşıyla, konteyner kentte yaşamaya çalışan kadınlardan biri. Yaklaşık 10 yıl önce banka kredisiyle aldığı evi ağır hasarlı olduğu için, “O evi almak için o kadar sene hakaret altında çalıştığım işlere hayıflanıyorum” diyerek acısını dile getiriyor. 57 yaşında, dört çocuk annesi olan Şadiye’ye hayıflandığı işlerin neler olduğunu sorduğumuzda, Malatya’da bulduğu hemen hemen her işte çalıştığını öğreniyoruz.

“Tavuk fabrikasında çalıştım uzun bir süre. Buzlu suların içinde incecik eldivenlerle elimiz kolumuz tutmuyordu çalışırken. Fazla mesailere zorla bırakıyorlardı. Mesai paralarını elimize veriyorlardı. Niye öyle yapıyorlardı bilmiyorum. Oğlum, bizi sigortasız çalıştırdıkları için olduğunu söyleyince gidip SSK’dan öğrendik ki hiç girişimizi bile yapmamışlar. Şikâyet ede ede sigortamızı yaptılar ama sonra birden işten çıkardılar. Cebimde beş kuruş para yok, servislere bindirmediler, kış günü sanayiden eve dört saat yürüyerek döndüm o gün… Asgari ücret bile vermiyordu çoğu işyeri. Mesela helva fabrikasında çalıştım. Paketleme yapıyordum orada. Tekstilde çalıştım, iplik temizliyordum. Sigortamız vardı ama paranın bir kısmını geri veriyorduk. Çoğu yer böyleydi. Kavga ederek, şikâyet ederek emekli olabildik. Şimdi 57 yaşındayım. Desen ki değdi mi? Vallahi değmedi. 7.500 lira neye yetiyor ki? Ev de yok şimdi. Bir kocamla benim maaşım yetmiyor. Çocuklar genç delikanlı, işsizler…”

“Bizimle ilgilenen kimse yok”

18 yıl kapıcılık da yapmış Şadiye. Sigorta başlangıcı kapıcı olarak çalıştığı apartmanda yapılmış. Eşiyle birlikte çalışmışlar. Eşi kazan dairesine baktığı ve iş kazası riski yüksek olduğu gerekçesiyle Şadiye’ye sigorta yatırmaktan vazgeçmişler. 6 aydan sonra eşi sigortalı olarak devam etmiş kapıcılık işine. O kadar yıldan sonra sigorta yapılması için başka işlere yönelmek zorunda kalmış Şadiye. Fabrika işçiliğine de bu nedenle geçmiş. “Bir zaman sonra her yerde zorunlu olmuştu sigorta. Yapmayanı şikâyet edebiliyordun. O korkuyla yapıyordu bazı patronlar. O sayede emekli oldum ama ne zorluklarla. Arada apartmanlara evlere temizliğe gittiğim de çok oldu. Evin birinde düştüm mesela perde asarken. Kaburgam kırıldı. Budur 15 senedir ki kaburgalarım ağrıyor. Sigortam yoktu, hastane masrafları da bendeydi. Evin sahibi bir kilo çay alıp geçmiş olsuna geldi. Bir de Malatya’nın en zenginlerindendi. Ameliyat yapamadılar, kendi kendime iyileşeyim diye bıraktı doktorlar. Beni ambulansa bile bindirmediler kırılan kaburga kalbe, ciğere batar diye. 40 gün eve hemşire gelip bana iğne yaptı. O gün dedim daha da gitmem ev temizliğine, fabrikalara giderim.”

Hak sahipliği başvurusu için dahi konteyner kent dışına çıkamayan Şadiye, yaşadığı konteyner kentteki görevlilerin de bu konuda kendilerini bilgilendiremediğini anlatıyor. Rahminden ameliyat olmak zorunda bu nedenle herhangi bir işi olduğunda dışarı çıkıp ilgili kurumlara başvuramıyor. Kime sorsa kendisinin gitmesi gerektiği söyleniyormuş. “Hak sahipliği başvurusunda bile bulunamıyoruz. Araba yok, internetten yapamıyorsun, vekalet vermek için bile notere gitmen gerekiyor. Noterler hep yıkıldı, varsa da merkezde. Rahim düşüklüğü var bende. Acilen ameliyat olmam gerekiyor. 10 adım atıyorum, düşüyor, yürüyemiyorum. Bizimle ilgilenen kimse yok. Devlet zaten doğru düzgün görmedi kimseyi depremde. Bizi de daha ne kadar görmeyecekler acaba? Grip olsam, yatağa düşsem gidip alışverişimi yapacak kimse yok yani. Bir kocam var. O’nun da başka hastalıkları var. Nereye ne kadar gidip uğraşabilir?”

Kadın dayanışması ile ayakta

Hatay’ın Defne İlçesi’ne bağlı Uğur Mumcu Caddesi üzerinde Kırkyama Kadın Dayanışması’nın oluşturduğu dikiş atölyesinde tanıştığımız Semra Düzgün de 58 yaşında. 35 yıl çalışmış olmasına rağmen toplamda 1.800 gün sigorta primi yatırılmış. Emekliliği yok. Eşinin vefatından sonra kendisine kalan 4 bin lirayla yaşamaya çalışıyor. 2 bin lirasını kızına gönderen Semra kadın dayanışmasıyla gelir yaratmaya çalışıyor kendisine ve atölyedeki diğer kadınlara. Bacaklarından engelli olan Semra önce çalıştığı işyerlerini, ‘iyilik’ derecesine göre anlatırken, kadınların hangi işlerde çalıştığına da değiniyor.

“18 yıl dişçide, 8 yıl eczanede çalıştım. Ama bunların hiçbirinde sigorta yoktu. Pamuk Tekstil’de çalıştım. Orada haftalık 250 lira alıyordum… Bizi çok sömürdüler çalışırken. Hakkımızı helal etmiyoruz sömürenlere. Çalıştığın saatler belli değil, aldığın para belli değil. Ama Tekstil öyle değil. Onun belirli vardiyaları var. Taşeron işçi bulamazsınız. Mesela şu ana kadar çalışan hangi fabrikalar var dersen. Zeytinyağı fabrikaları var. Çıtçıt fabrikası vardı. Buradaki koşullar iyiydi. Kadınlar çoğunluktu. Özellikle pamuk dönemlerinde çiftçiler kadın çavuş tutardı. Yöneticiydi bir nevi. Bütün kadınların düzenli bir şekilde ödemelerini yaparlardı. Kadın dayanışması dediğimiz işte budur. Alırlar bizi götürürlerdi. Sabahtan giderdik. Günde 4 öğün yemek. Öğleden sonra 16.00’da evdeydik. Oranın patronu da kadındı ama çok duyarlı bir kadındı. Emekçiydi. Depremde vefat etti o da. Ne acılar çektik? Mutluyuz işte yine.”

“Deprem bölgesindeki kadınlar için emeklilik hakkı yapsınlar bunu talep ediyoruz.”

Arada konuşurken, anlattıklarının kadın yoksulluğu olduğuna dikkat çekiyor Semra ve kadınların depremden sonra yaşadığı zorlukların yetkililer tarafından görülmesi gerektiğini yineliyor. “Deprem olduğunda evden çıkmak benim için çok zor oldu. Mutfak dolapları üzerime geldi. Nasıl çıktığımı bile anlamadım. Engelli olduğumdan dolayı merdivenlerden düştüm. Yuvarlanarak zar zor dışarı çıkabildim. Düşmemle birlikte aşağı inmişim. Nasıl kurtarıldığımı bilmiyorum. O anı hatırladıkça hala kötü oluyorum. Şu dönem kadınlar çok zorluk çekiyor. Maddi durumları yok, geçimlikleri ellerinden alındı. Şimdi zeytin zamanı. Zeytin toplama dönemi. Zeytin, zeytinyağı ile geçiniyor insanlar. Peki bu insanların zeytinlikleri kamulaştırıldı, yazık değil mi? 35 yıl dışarda çalıştım ama 1800 gün sigorta pirimim var. Bu emekli olmama da yetmiyor. Engellilik durumum var. O şekilde bile emekli olmama yetmiyor. Burada bu yaşlarda kadınların emekliliği yok.”

“O kadar çalıştığım yıllar sadece günü kurtarmak içinmiş. Eşimden kalan bir maaş var 4 bin lira. Onunla yaşamaya çalışıyorum. Aldığım para sadece bu. Ve ben istiyorum ki burada özellikle deprem bölgesindeki ezilen kadınlarımız biraz ayağa kalksın. 40-50 yaş üzerindekilerin emeklilik hakları olsun. Günleri vardır belki ama eminim hepsinin eksiktir. Bunlar için bir şeyler yapılması lazım. Ben 58 yaşındayım ama bir türlü emekli olamıyorum. Dul olmama rağmen de emekli olamıyorum. Deprem bölgesindeki kadınlar için emeklilik hakkı yapsınlar bunu talep ediyoruz.”

Depremden sonra sosyal yardım kuruluşlarına başvurmuş Semra. Devlet yardımlarına da başvurmuş. Ancak üzerine kayıtlı evi göründüğü için birçok destekten mahrum kalmış. Ayda 1.200 TL dışında bir yardım görmemiş henüz. “Her yere başvurdum. Eşim ölmüş, oğlum var okuyor, kızım İzmir’de hem çalışıyor hem okuyor. Onların geçimi de zor. Babaanneleri, amcaları destek oluyor. 1.200 lirayla insan ne yapar?” diyerek bize soruyor Semra.

“Biz zavallı değiliz”

7 yıl önce Antakya’da kurulan Kırkyama Kadın Dayanışması’nın, deprem sürecinde kadınları güçlendirdiğini anlatıyor Semra. Kadınların becerilerini değerlendirmeye başlamasıyla birlikte kendilerine bir nevi terapi olduğunun altını çizen Semra bunu başardıklarını da anlatıyor haklı bir gururla. “Kırkyama depremden önce de vardı. Depremden 4 ay sonra yeniden kurduk. Kadınların çadırdan çıkmasını istedik. Çünkü herkesin büyük kayıpları oldu. Onları biraz cesaretlendirmek istedik. Psikolojik olarak değişmelerini istedik ve başardık yavaş yavaş. Bazılarının çok eski olan, annelerinin, kaynanalarının dikiş makineleriyle başladık. Çadırlarda gönüllü arkadaşlar bize kumaşlar yolladılar. Herkes omuz omuza vererek ortaya çıkardık bu atölyeyi. Birbirimizi tanımıyorduk, tanıştık ve birbirimizi çok sevdik gönüllülerle. Ondan dolayı bu atölyenin devamını istiyoruz. Kadınlarımıza en büyük destek satışlarımız olacaktır. Dikiş makinesi eksiğimiz var. Bu konuda destek bekliyoruz. Özellikle kadınların ve ailelerinin gelir elde etmesi için çok önemli bir atölye. Destek istiyoruz. Kim yardım etmek isterse buraya gelsinler çayımızı kahvemizi içsinler onları da bekliyoruz.”

Hem engelli, hem yaşlı, hem sosyal yardım almayan, hem de halen çadırda yaşayan bir kadın olarak neden konteyner kente gitmediğini öğrenmeye çalıştığımız Semra bu konuda oldukça dertli. Yaşlı ve yalnız kadınlar için konteyner kentlerin de sağlıklı ve güvenli alanlar olmadığını belirtiyor. Sosyalleşme alanı olmayan konteyner kentlerin dayatılmasına karşı öfkesini dile getiriyor son cümlelerinde. “8 ay oldu, çok fena şeyler yaşadık. Herkese konteyner çıkmadı. Biz hala çadırda yaşıyoruz. Konteynerlarda böyle bir dayanışma yapamazdık. İzin vermezlerdi. Orada sosyal hayat yok. Yalnızlaştırma politikası var. Kurallar var. Bir yemekhane açmışlar, kadınlar, çoluk çocuk isim yazıyor sıra bekliyor. Neden bir sıradayız? Öyle bir yaşam sunuyorlar. Biz bunu istemediğimiz için çadırlarda kalıyoruz hala. Biz zavallı değiliz çünkü. Onur kırıcı oluyor bu. Bir şey dağıtılacak kuyruğa giriyorsun. Bu ne demek ya. Herkesin yeri belli yurdu belli. Gidin paketlerle koyun önlerine, hizmet verin biraz. Güneşin altında bir su için kuyrukta bekletiyorsunuz. Biz bunu hak etmedik.Yaşlılara, engellilere ‘kuyruğa girin’ demek ne demek? Akşama kadar bekleyip hastalansan gidecek hastane bulamıyorsun. Hepsi dolu. Hadi buldun, hangi arabayla gideceksin.”

* Şadiye gerçek isminin kullanılmasını istemediği için değiştirdik.

Fotoğraflar: Bahar Gök

*Bu haber RLS ve Kadınİşçi işbirliği ile yapılan Depremden Etkilenen İllerde Kadın Emeği araştırması kapsamında yazılmıştır.

Paylaş:

Benzer İçerikler

Ömrünü İstanbul’da hayvancılık ve bahçecilik yaparak geçiren Sultan, “Sadece emekli olamadığıma üzülüyorum” diyor. Sabahın erken saatinden akşama kadar çalışan Sultan, çalışkanlığıyla yaşadığı köyde parmakla gösteriliyor.
Mahallede yaşayan bazı insanlar tarafından ilçe emniyetine şikayet edilmiş kayısı emekçileri. “Görsel ve ses kirliliği yaptıkları” iddia edilmiş! Hidayet mahallesindeki kadın emekçilerin doldurdukları kasalar, metreler boyunca yerlere serili bezlere dizdikleri kayısılar, “görüntü kirliliği” yaratmış! Açık havada gerçekleştirdikleri bu iş esnasında konuşmaları ise, “ses kirliliği” olarak dilekçeye konu olmuş. İşçi Neslihan, “kayısı patiği “sürecini anlattı.
Tarsus Hali’ndeki kadınlar, sağlıksız koşullarda güvencesiz çalışıyor. Ama hal işçisi Songül’ün deyişiyle aralarında “muhteşem” bir dayanışma var. Şimdi bunu büyütmek istiyorlar. Songül, “Biz işçi kadınlar bir derneğimiz olsun istiyoruz. Yönetimi kadınlardan oluşmalı. Hallerde çalışan tüm kadınları üye yapmalıyız” diyor.
O bir domates işçisi. Yevmiyeli çalışıyor ve hiç durmadan tarladan tarlaya koşturuyor. Domates bitiyor, karpuz başlıyor, o bitiyor, biber başlıyor. Köyünde kadınların gidebileceği bir çay bahçesi olmamasından yakınan Mesude, çocukluğunda evlatlık verilen kardeşi nedeniyle hala üzgün.
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!