Depremin üzerinden bir yıl geçti: Devlet sorumluluklarını bölgedeki kadınların üzerine yıktı

6 Şubat depreminin birinci yılındayız. Bu büyük felakette 11 ilde binlerce insan yaşamından olurken, devlet geride kalanların hayatını kolaylaştıracak hiçbir şey yapmadı. İnsanlar çoğu zaman dayanışma ile ayakta kaldı. Depremin her türlü yükünü çekmek zorunda kalan kadınların sorunlarına kulak verenler ise yine kadınlardı. Bölgede çalışma yürüten Kadın Savunma Ağı,  Afet İçin Feminist Dayanışma, Mor Dayanışma, Kadın İşçi’den arkadaşlarımızla kadınların dertlerini, deneyimlerini konuştuk.
Paylaş:
Bahar Gök
Bahar Gök
bihargok1982@gmail.com

İlgili bakanlıklar, birimler bürokrasiyi dibine kadar işleterek hemen hemen tüm görevlerinden kendilerini azat etmişler. Çünkü tüm sorumluluğu kadınların omuzlarına yüklemişler. Sermayenin ve patriyarkanın ellerini ovuşturarak beklediği afetlerin ardından daha da ucuzlaştırdığı emek gücü olarak yöneldiği kadınlar, haneye gelir getirmenin yanı sıra ağırlaşan hane için bakım emeği yükü altında da eziliyor. Geçtiğimiz bir yıl içerisinde yaptığımız haberlerle kadınların yaşadığı tüm zorlukları görünür kılmaya çalıştık. “Depremden Etkilenen Kentlerde Kadınların Ücretli Ücretsiz Emeği” adlı çalışmayla da bir rapor haline getirerek önerilerde bulunduk.

İlk günlerden itibaren deprem bölgelerinde kadınlara ve LGBTİ+’lara ulaşan feministlerle, geride kaldığımız bir yılı değerlendirirken bugünden sonrasını da konuştuk. Psikososyal destek çalışmalarından, şiddetten uzak güvenli alanlar oluşturulması, güvenceli çalışma, iç çamaşırı, süpürge ve leğene kadar kadınların ihtiyaçlarına yönelik çalışmalar yapan arkadaşlarımız 6 Şubat akşamı 19.30 yapılacak anma etkinliklerine ve Kadıköy Süreyya Operası önünde yapılacak eyleme çağrıyı da ilettiler.

Kadınlarda stres bozuklukları arttı

Nevruz Tuğçe Özçelik – Kadın Savunma Ağı

Yaklaşık bir yıldır aralıksız olarak deprem bölgelerinde kadınlarla birlikte çalışmalar yürütüyoruz. Bir yıl geçmesine rağmen kadınlar hâlâ kendi sorunlarını öncelikli bir sorun olarak görebilecek aşamaya gelmemiş durumdalar. Geçtiğimiz günlerde bir kadının kendisini ifade ettiği gibi herkes depremi yaşarken kadınlar ertesi gün kalkıp “Nasıl yemek bulacağız, nasıl barınacağız, nerde kalacağız, nasıl yıkanacağız, nasıl temizleneceğiz’ derdine düşmüşlerdi. Yeniden üretim emeği, bakım emeği yükünün hepsini kadınlar taşımak zorunda kaldılar 6 Şubat’tan itibaren. O günden beri de devam ediyorlar. Bugün artık deprem sonrası yıpranmanın, ağır yüklerin yarattığı stres bozuklukları ortaya çıkmış durumda. Bunu parça parça bir süredir görüyorduk.

Özellikle çocuklarda ciddi anlamda stres seviyesinin yükseldiğini görüyoruz. Kadınlar; çocukların, yaşlıların ve erkeklerin travma sonrası stres bozuklukları nedeniyle de açığa çıkan şiddetine maruz kalıyorlar. Dolayısıyla da hala kendilerine öncelik verebilecek bir pozisyona gelemediler. Hatay için söyleyecek olursam bu kentin neredeyse tamamı yıkılmış durumda ve bütün mekanizmalar da yıkılmıştı ilk günlerde. Birkaç ay önce kadınların uğradıkları şiddet nedeniyle başvuracağı mekanizmaların açıldığını söyleyebiliriz. Öncesinde yoktu. Hatta o derece ki depremin ikinci haftasında, şiddet gören bir kadının kentten çıkarılması için destekte bulunduk. Hala enkazlar ve cenazeler yerdeyken yaşanmıştı ve kadınlar bu şiddete maruz kalmış oldu.

Çadırda yaşayan insanlar var

Mesela şu an kentte bir adliye binası var. Herhangi bir kadının bu mekanizmalara erişebilmesi ulaşım sorunu nedeniyle de pek mümkün değil. Aynı şekilde sağlık hizmetlerine erişimi de mümkün değil. Depremde sakatlanmış arkadaşlarımız da aynı sorunları yaşıyor. Özellikle kadınlar açısından söyleyebileceğimiz iki temel şey bakımevi ve şiddetten koruyacak önleyici tedbir mekanizmalarının olması. Tabii şöyle bir sorun da var bunlardan bahsederken. Hâlâ telefonlar çekmiyor. İnternetten bahsetmiyorum bile. Diyelim ki kadınlar şiddete uğradığında polisi çağıracak telefon çekmiyor. Polis geri aramak isterse ulaşamıyor. GSM operatörleri, servis sağlayıcılarından cevap alamıyor insanlar. Elektrik bir var bir yok. Çocuklar mum ışığında ders çalışmak zorunda kalıyor. Yemek yapılması lazım, ısınmak lazım…

Şunu da anlatmam lazım. Devlet iki hafta önce, depremin yıldönümünün yaklaşması nedeniyle, zorla jandarma gücüyle, merkezlerde, basının gidebileceği yerlerdeki çadırların tamamını kaldırttı. Çünkü bundan yaklaşık 5 ay önce İç İşleri Bakanı Ali Yerlikaya “Çadırda kalan yurttaşımız kalmadı” demişti ama bu gerçek değil. Şu an bile gözümün önünde yaklaşık altı tane çadır var ve içerisinde insanlar yaşıyor. Merkezi bir yerden bahsediyorum.

Kadınların buluşma noktası: Kadın Çadırları

İrem Kayıkçı – Mor Dayanışma

Mor Dayanışma olarak insani yardım kaynaklarını toplama süreciyle beraber hemen yola çıkmıştık. Direkt olarak Hatay ve Maraş’a gittik. Haftalar içerisinde sekize yakın tır ulaştırabildik bölgeye ve iki yemek karavanıyla bölgede kaldık. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğini ortadan kaldırmaya yönelik politikalarımızın perspektifiyle beraber kadın çadırı kurma ihtiyacı duyduk. İlkini Hatay Samandağ’da açtık. İkinci olarak da Antakya Sevgi Parkı. Bu kadın çadırları, deprem sürecinde Türkiye’de bir ilkti. Diğer illere ve örgütlenmelere, feministlere örnek oldu. Kadın dayanışması anlamında bir çıkış noktası oldu.

Bekar annelerin, kadınların, lubunyaların yaşam alanına dönüşmeye başladı kadın çadırı. Sadece ilk iki haftada 40 bin insana temas, devam eden günlerde 100 bine yakın kadının özel ihtiyaçlarını temin ederken bunun farklı bir yanı olduğunu gördük. Çünkü pek çok program, etkinlik, psikososyal destek hizmetleri; insani yardımlardan tutalım da yerel yönetimlere kadar birçok farklı STK’da da toplumsal cinsiyet eşitliği planının olmadığı, kadın odaklı bir politikanın yürütülmediği, çocuklara odaklı bir eğitimin olmadığı, bireylerin özne olduğu bir çalışmanın yürütülmediği, LGBTİ+’ların yok sayıldığı ve göçmen düşmanlığıyla beraber bu odakların olmadığı bir zeminde Mor Dayanışma bunların her bir kesişimini yaratmıştı. Biz bu kadın çadırlarını ve buluşma noktalarını sadece bir temin yeri, yaşam alanı olarak da düzenlemedik. Çünkü o yaşamın dönüştüğü bir durum vardı. Yani artık çadırlar çadır olarak kalamayacak bir yere geldi. Konteyner kentler henüz yoktu. Kullanılabilir güvenli bir alan da yoktu ve bir kısmı hala öyle değil.

Kadın istihdamı geriye düştü

Yaz döneminde bizim her yıl yaptığımız kadın kamplarında depremzede kadınlar da vardı bu yıl. 2 bine yakın kadınla buluştuğumuz atölyelerde şöyle şeyler çıktı ortaya. 6 ay sonrasında bile kadınların en temel sorunlarının en acil ihtiyaçlarının devam ettiği. Barınma ve mülksüzleştirme en çok öne çıkan şeyler ve şu an aslında neredeyse bir önceki yıldan, geldiğimiz şu süreçte bunların da en büyük problemler olduğunu görüyoruz. Barınma dediğimiz şeyin sadece aslında bir konteyner kente geçiş olmadığını da görüyoruz. Çünkü ulaşımın imkânsızlığı ve tabii ki kendilerine de iyi gelebilecek hayata katılabilecekleri, iş hayatına katılabilecekleri olanakların olmaması.

Bölgesel olarak baktığımız zaman birçok arkadaşımızın gösterdiği şeyler, tarım alanında, hizmet sektöründe olan kadın istihdamının tamamen geriye düşmesi. Buna birkaç açıdan bakılması gerekiyor. Çünkü tarım işçisi olarak çalışan kadınlar zaten giderek artan enflasyon ve ekonomik kriz dolayısıyla daha düşük yevmiyelere maruz kaldılar. Daha zor şartlarda çalışmaya zorlandılar. Ve birçok sıkıntı içerisinde bir yandan işsizliğe maruz bırakıldıkları da bir süreç var. Ulaşım bu kadar zorlaşmışken, benzin ve işte mazot fiyatlarına fahiş zamlar yapılmışken kadınların birçok kamusal alana katılımları bile iradesi dışında aslında engellenmiş durumda. Bu en büyük problemler arasında geliyor. Kadınların yaşadığı alanlar sadece git yat, çocuğu besle, eşinle ilgilen olarak dönüşmüş durumda.

Kadınlar ikinci bir işte çalışmak zorunda kalıyorlar

Ezgi Karakuş – Afet İçin Feminist Dayanışma

Deprem riski bilinmesine, defalarca ifade edilmesine rağmen bir önlem alınmamış olmasıyla, arama kurtarma çalışmalarının ve afet yönetiminin ve politikasının yetersizliğiyle, koordinasyonsuzluk ve hazırlıksızlıkla, rant odaklı kent politikalarıyla depremde on binlerce kişi hayatını kaybetti. Depremin ardından arama kurtarma çalışmalarındaki yetersizliğin yanında temel ihtiyaçların karşılanması, enkazın kaldırılması gibi kamusal gerekliliklerde de devlet yoktu, toplumsal dayanışma vardı.

Devlet, deprem bölgesinde politika üretmezken en temel ihtiyaçların sağlanması yükünü de kadınlara yıktı. Depremin ardından hanelerin birleşmesi ile kadınların bakım vermek zorunda kaldığı kişi sayısı daha da arttı. Kreşin, eğitim-etüt alanlarının, çocuk oyun alanlarının olmadığı yaşam alanlarında çocukların bakımı, hasta/yaşlıların bakımı, hane içindekilerin eğitimi, beslenmesi gibi ihtiyaçlar yani zaten kadınların sırtında olan iş yükü daha da ağırlaştı.

Kadınlar çadır ya da konteyner kentlerde hijyenin olmadığı, sağlıksız hava ve çevre koşullarında hem kendi hem de tüm hane halkının sağlığıyla ilgilenmek, yaşam alanlarını imkânsızlıklar içinde sürekli temiz tutmak, çözülemeyen tuvalet ve duş sorununun sonuçlarıyla da ilgilenmek zorunda kalıyor.

Hane içinde katmerlenerek artan yük, çocuk/hasta/yaşlı bakımı, kent içi ulaşımın olmaması, yolların karanlık ve tekinsiz olması, çalışabilecekleri sektörlerin yok olması gibi sebeplerle kadınların iş gücüne katılımı da ciddi ölçüde etkilendi. Tamamen istihdamdan çekilmenin, hiç girememenin yanında kadınlar; yoksulluktan, yoksunluktan faydalanan fırsatçı sermayenin devletle iş birliği sonucu daha esnek, daha güvencesiz istihdam biçimlerine mahkûm ediliyor. TYP ile kadınların güvencesiz çalışması kalıcı hale getirilirken ücretlerin düşük olması nedeniyle ikinci bir işte daha çalışmak zorunda kalıyor kadınlar.

Konteyner kentler kadınlar ve LGBTİ+’lar için güvenli değil

Sağlığa erişim hem ulaşım hem de hastane yetersizliği, ekipman eksikliği nedeniyle oldukça zor. Bunun yanında çocuk/hasta/yaşlı bakım yükü nedeniyle kadınlar hastaneye gitmek için bile zaman bulamıyor. Bu sebeple kadınların jinekolojik sağlık hizmetlerine, psikososyal desteğe erişimi neredeyse imkânsız durumda.

Kentlerin yeniden inşa edilmesi; inşa edilirken kadın ve LGBTİ+’ların ihtiyaçlarını görecek şekilde ele alınması lazım. Yaşam alanlarının kadınların güvende hissedeceği şekilde (aydınlatma, ulaşıma erişim, hijyenik ve ulaşılabilir tuvalet/banyo, temiz su ve gıdaya erişim) düzenlenmesi gerekiyor. Konteyner kentlerin güvenli ve yaşanılabilir olması; yangın, sel gibi sonuçların yaşanmaması için önlemler alınması lazım. Sık sık suların gitmesi, temiz suya erişimin olmaması gibi sorunların ortadan kaldırılması için altyapıya dair çalışma yürütülmesi gerekiyor. Yolların bozuk olması da ulaşımı etkiliyor. Şehir içi ulaşımın büyük ölçüde ortadan kalkması, durakların yerlerinin değişmesi nedeniyle ulaşıma erişimin çok zorlaşması; güvenli, aydınlatılmış yolların, sokakların bulunmaması nedeniyle kadınların istihdama erişimi önemli ölçüde etkileniyor. Şehir içi ulaşımın, aydınlatmanın sağlanması, yolların hızlı bir şekilde yapılması gerekiyor.

Güvenceli istihdam alanları yaratılması gerekiyor

Yaşam alanlarında çocuklar için kreş, eğitim-etüt alanı, oyun alanı açılmalı; sağlık ekiplerinin kontrolünde olan bir konteyner oluşturulmalı; yaşlılar için bakım konteyneri yer almalı, psikososyal destek için çalışma yürütülmeli. Bununla birlikte kadınların sosyalleşebilecekleri, bir araya gelebilecekleri zeminlerin, yaşam alanlarında kurulması önemli.

Kadın ve LGBTİ+ların destek mekanizmalarına adil ve eşit bir biçimde erişebilmesi gerekiyor. Aile odaklı veya ailedeki erkek üzerinden değil, kişiler üzerinden destek mekanizmalarının oluşturulması önemli. Aynı şekilde genç kadınların eğitime, psikolojik ve sosyal desteğe erişebilmesi için mekanizmalar oluşturulması gerekiyor.

Kadın ve LGBTİ+lar için çadır ve konteyner kentlerde feminist bir bakış açısına sahip danışma merkezlerinin açılması ve güvenilir bilgiye erişimin sağlanması elzem. Kadınların şiddete maruz kaldıklarında ne yapabileceğini, nereye başvurabileceğini bilmesi, destek mekanizmalarına erişmesi; kendi hayatlarını kurabilecek desteğin, barınmanın sağlanması; boşanma vb. gibi hukuki süreçler için hukuki bilgilendirmenin, adliye binasına erişimin sağlanması ve deprem bölgelerinde yığılma olması nedeniyle yavaş ilerleyen mahkeme süreçlerinin hızlandırılması gerekiyor.

Kadınlar ve LGBTİ+lar için istihdam yaratırken esnek ve güvencesiz çalışma koşullarında değil güvenceli iş alanlarını oluşturmak gerekiyor.

Kadınlar belirsizlik içinde

Özgür Genç – Kadın İşçi

Şu ana kadar geldiğimiz dönemde aşağı yukarı çadırlarda konteyner kentlerde bir düzen kuruldu. Her ne kadar çoğu şey eksik olsa da ve bir evin yerini tutmasa da. Kadınlar için geçim sıkıntısı tüm Türkiye’ye yayılmış ama depremin etkilediği illerde bir gelire ulaşmanın daha güç olduğu koşullarda geçim sıkıntısı daha ağır baş gösterdi. Bu geçim sıkıntısı etrafında aslında kadınların istihdama girme, dâhil olma ya da olamama durumları ortaya çıktı. Dâhil olduklarında ise daha kötü çalışma koşulları, daha düşük ücretler söz konusu. Kentin yeniden organizasyonundan kaynaklı olarak da istihdama ulaşmakta güçlük yaşanıyor. Kadınlar için konteyner kentlerin kadınların ev içi işlerini hafiflettiğini söyleyemeyiz. Tam tersi çok daha ağır bir hale geldi ev işleri. Buna bir de bir gelire ulaşma derdi eklendiği zaman kadınlar için ciddi bir yük oluşturuyor bölgede. Depremden hemen sonra gündelik ihtiyaçlar gündemdeyken şimdi artık kadınlar bu belirsizliğin içinde.

Sosyal devlet mekanizmalarının hiçbirinin çalışmadığını bilerek, hatta çekildiği ve bu yükün kadınların üzerine bırakıldığı yerde kadınlar önlerini göremeyecek bir şekilde kaygı ve umutsuzluk yaşıyorlar. Birincisi bu kentlerin yeniden ne şekilde yapılandırılacağı çok belli değil. Her ne kadar devlet tarafından verilmiş bazı sözler olsa da konteyner kentlerde kalmanın bile bir garantisi yok aslında. AFAD’ın veya devletin “5 yıl buradasınız” demesi bile insanlara güven vermiyor.

Devlet tüm sorumluluklarını kadınların üzerine yıktı

Ortaya çıkan güvencesiz iş biçimleri de kadınlar için bir kaygı yaratıyor hala. Mesela güvenceli gibi görünen, deprem bölgelerinde kadınlar için sunulan TYP gibi kısa süreli programlar konusunda da belirsizlik devam ediyor. Kadınların ne kadar sürelerle çalıştırılacağı, tekrar işe alınıp alınmayacakları… Yine kadınların önünü görememelerine neden oluyor. Yani, el konulan topraklarını geri alıp alamayacakları, yeniden evleri olacak mı, yaşadıkları yerlerde uzun süre kalabilecekler mi, istihdama erişebilecekler mi? Bir yıl geçti ve hala her şey çok belirsiz.

Kadınların biraz nefes almaya rahatlamaya ihtiyaçları var. Raporda da bunlardan bahsediyoruz. Kadınlarla çocuklar birbirlerine çok bağımlı hale geldiler yaşanan afet ve korku nedeniyle. Yalnızca çalışan kadınlar için değil çalışmayan kadınlar için de çocuklarla annenin arasında bir mesafe olması kadınlar için kıymetli. Bunun yanı sıra psikososyal destek. Zaten bölgede hiç olmadığını görüyoruz. El yordamıyla olan var ya da bazı STK’ların çabalarıyla var ama çok büyük bir bölgeden bahsediyoruz. Psikososyal destek alabilmenin tek koşulu bunun kamusal bir hizmet olarak erişilebilir olması. Ancak bunun da olmadığını görüyoruz. Yani aslında depremden sonraki süreçte ilk etapta yapılabilecek şeylerin hala devlet tarafından yüklenilmediğini ve bütün bu sorumlulukların kadınların üzerine bırakıldığını görüyoruz.

Kadınların çalışma koşulları daha da kötüleşti

Devlet aslında hanenin ruh halinin iyileştirilmesini de kadına bırakıyor. Bunlarla kadınlar başa çıksın. Bizim ziyaretlerimiz esnasında gördük ki her yer çok gerilimli. Hiç kimsenin ruh hali iyi değil. Psikolojik dengeyi sağlayanlar yine kadınlar. Ve bu çok ciddi bir sorumluluk. Profesyonel olarak yapılması gereken hizmetleri kadınlar el yordamıyla yapıyor… Başta İstanbul olmak üzere gelen yardımlar ve dayanışma çalışmalarıyla STK’ların temel hizmetleri karşılaması mümkün mü? Değil. Buraları halkın lehine olacak şekilde inşa etmek, gerekli temel hizmetleri götürmek devletin sorumluluğudur ve bunu devlete hatırlatmak için de elimizden geleni yapmamız lazım. Bizim bence birincil görevimiz bu olmalı.

Bir taraftan da çok bilinçli olarak sermaye de denetimsiz bırakıldı buralarda. Bunu bir talep olarak oluşturabiliriz tabii ki de. Buralar ucuz iş gücü depoları olarak görünüyordu ve felaket sonrası böyle bir avantaj doğdu sermaye açısından. Aslında önlemlerin alınması, daha sıkı denetimlerin yapılması gerekirken şimdi şu an sermaye açısından tamamen bir pervasızlık var. Olağanüstü hâl ilan edilmiş olmasına rağmen bile işçilerin tazminatsız işten çıkarılmaları, uzun saatler mesailere bırakılması, çok düşük ücretlere çalıştırılması gibi koşulları çok rahat hayata geçirebiliyorlar. Kadınlar için daha da geçerli oluyor bu durumlar. Kadınları direkt tehdit etmek işveren tarafından da kolay. “Bize daha kötü davranıyorlar, erkeklerden daha çok bize bağırıyorlar, yerimizi değiştiriyorlar, ses çıkardığımız zaman daha büyük tepkiler alıyoruz” diyorlardı kadınlar. Maraş’ta da böyleydi.

Paylaş:

Benzer İçerikler

Yeni dönem OVP’yi ve “güvenceli esnekliği” konuştuğumuz Özge İzdeş konunun altını çok net çiziyor: “Kadının; hele tek gelirle, tam zamanlı bir işle bir hanenin geçinemediği bir Türkiye ekonomisi ortamında esnek istihdamla ciddiye alınacak bir gelir elde edip kendi başına ekonomik özgürlüğünü, kendinin ve çocuklarının temel ihtiyaçlarını karşılayabileceği bir gelir elde etme ihtimali yok.”
Acun Karadağ’ı KHK’lara karşı yürütülen Yüksel direnişiyle tanıdık… Direnişçiler bizlere bir hak mücadelesinin nasıl meşruiyet kazanıp, geniş kesimleri etkileyeceğini gösterdiler. Acun direniş güncelerini “Güneş Her şeyin Farkındaydı” isimli kitapta topladı. Onunla o günleri hatırlıyor ve gerçek eylem bilgisinin ne olduğunu öğreniyoruz.
Üniversiteli potansiyelinin çok altında olan yurtlar tek tek kapanırken genç kadınlar barınma sorunu ile karşı karşıya kalıyorlar. Yeni bir şehirde yeni güzellikler yaşayacağını düşünen Newroz, Çerkezköy’deki yurdun kapatıldığını öğrenince “Hevesim kırıldı” diyor, kaldığı Ortaköy Kadın Yurdu’nun kapatıldığını öğrenen Çiğdem ise “Ben üniversiteye nasıl döneceğim” diye soruyor.
AKP’li yöneticilerin baskı uyguladığı Menemen Belediyesi’nde kadın işçiler sürgüne gönderildi. Onları yıldırmak için süpürgeyi araç olarak kullandılar. Tazminatsız atıldılar fakat sessiz kalmadılar. Belediye önünde 83 gündür direniyorlar. Eylemci işçilerden Umut yaşananları anlattı.
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!