Devlet bakım yükünü göçmen kadınlara yıktı

Doç. Dr. Emel Coşkun, “Toplumsal bakım yükünün, en ucuz emeği sunan göçmen kadınlarca güvencesiz koşullarda karşılanması yaygınlaşıyor. Bu durumdan hem aileler hem işverenler hem de devlet yarar sağlıyor" diyor. Coşkun, göçmen ev işçilerinin haklarının korunmasında sendikaların sorumluluğuna da dikkat çekiyor.
Paylaş:
Mürüvet Yılmaz
Mürüvet Yılmaz
dramahewi@gmail.com

Göç edenlerin sayısı katlanarak artıyor. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (UNHCR) verilerine göre bu sayı, İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan sonra en yüksek seviyeye ulaşarak Mayıs 2022 itibarıyla 100 milyonu aşmış durumda.

Emel Coşkun

Şiddet savaş, gıda, iklim krizi gibi nedenlerle evlerini terk etmek zorunda kalmak, kadınların yaşamını derinden etkiliyor. Ekonomik ve sosyal kaynaklara erişimi erkeklere göre daha sınırlı olan kadınlar, insanca bir yaşam düşüyle göç ettikleri ülkelerde ucuz işgücü olarak görülüyor; yoğun emek sömürüsüne, ayrımcılığa, şiddete maruz bırakılıyor.

Türkiye’de de durum farklı değil. Göçmen kadınları daha çok yatılı bakım işlerinde, imalat atölyelerinde, turizm ve eğlence gibi hizmet sektörlerinde çalışanlar ya da seks işçileri olarak görüyoruz. Çoğu zaman düşük ücretli, düşük statülü, güvencesiz, sendikasız, kötü çalışma koşulları sunan işler bunlar.

Peki ne yapmalı? Yoğun emek sömürüsüne karşı göçmen kadınların insanca koşullarda çalışması ve yaşaması için mücadele olanakları nasıl yaratılacak? Sendikalar bu mücadelede nasıl bir rol üstlenecek?

Bu bağlamda, KESK’in 24-25 Eylül’de düzenlediği “Savaş, Göç ve Mültecilik Kıskacında Emek” adlı sempozyum önemliydi. Sempozyumun son oturumunda tüm bu sorulara yanıt arandı. “Göçmen Kadın Emeği ve Ortak Mücadele Olanakları” adlı oturumda sunum yapan isimlerden Doç. Dr. Emel Coşkun ile bu sunum üzerinden göçmen kadınların durumunu ve yapılması gerekenleri konuştuk.

Kadınlar göçü farklı deneyimliyor

Sunumunuzda, “Göçmen kadınların Türkiye’de ilk görünürlüğü bavul ticaretiyle oldu. Onlarla, ellerinde kocaman siyah poşetler sokaklarda dolaşırken karşılaştık. Doksanlardan beri kadınların belirli göç biçimleriyle geldiklerini görüyoruz” diyorsunuz. Buradan yola çıkarsak, toplumsal cinsiyet kadınların göç biçimlerini nasıl etkiliyor?

Toplumsal cinsiyet çalışmaları, özellikle 1980’lerden itibaren kadınların göç çalışmalarındaki görünürlüğünü ve göç etme biçimlerinin nasıl etkilendiğini inceliyor. Türkiye özelinde kadınların göç hareketlerinde görünürlüğü, Sovyetler’in dağılmasının ardından 90’larda gelen göçmen kadınlarla başladı. Önce bavul ticareti ile daha sonra ev içi çalışanlar, eğlence sektöründe ya seks satanlar olarak kadınlar, toplumsal cinsiyete dayalı işlerde görünür olmaya başladı.

Kadınların göçü literatürde, toplumsal cinsiyete dayalı sebeplerle, kadın yoksulluğu ile ilişkilendiriliyor; özellikle hızlı ekonomik ve siyasi değişimin olduğu ülkelerde kadınların daha fazla yoksullaştığını biliyoruz. Bunun bir sebebi de kadınların istihdam ya da mülkiyet gibi ekonomik kaynaklara ya da bilgi ve dayanışma gibi sosyal kaynaklara erişiminin daha az olması. Eski Sovyetler özelinde kadınların hem mülkiyete erişimi hem de istihdama erişimi azalırken, bu durumun özellikle ailede ekmek getiren konumundaki kadınları başka ülkelerde ticarete ve çalışmaya yönlendirdiğini biliyoruz. Örneğin döngüsel göç, kadınlara özgü göç yöntemlerinden birisidir ve tekrar eden bir göç yolculuğuna referans verir.

Pandemi ile çalışma koşulları daha da kötüleşti

Yine konuşmanızda, “Toplumsal cinsiyet, göçmen kadınların sadece çalıştıkları işkolunu, çalışma biçimlerini değil, en baştan evlerinden çıkış koşullarını etkiliyor” diyorsunuz. Toplumsal cinsiyet, özellikle pandemi süreci ve sonrasında göçmen kadınların Türkiye’de kalış, çalışma koşullarını nasıl etkiledi?

Pandemi süreci tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de dezavantajlı grupların yaşadıkları eşitsizlikleri artırırken bu grupların dışlanmasını ve sorunlarını yoğunlaştırdı. Pandemi ile pek çok göçmenin Türkiye’de adeta bir hayatta kalma mücadelesi verdiğini biliyoruz. Hâlihazırda güvencesiz ve kötü çalışma koşulları işsizlikle birlikte çok daha kötüleşti. Pandeminin yarattığı sağlık riski, bu hayatta kalma mücadelesinde göçmenler için ikinci planda kaldı. Özellikle bakım hizmeti veren kadın göçmenler, hem sağlık riski ile hem de artan iş yükü ve işverenlerin kısıtlamaları ile karşılaştılar. Örneğin dışarı çıkmaları kısıtlandı, mesai ve izin saatleri üzerinde işverenlerin denetimi arttı.

Bunun yanında, Covid’e yakalanan pek çok insanın bakım yükünün evde ve hastanede refakatçi olarak kalan göçmen kadınlar tarafından üstlenildiğini biliyoruz. Ucuz işgücü olarak toplumun en hasta kesiminin bakım yükünü büyük ölçüde üstlenen göçmen kadınların korunmak bir yana, daha fazla tehlikeye atıldığını biliyoruz. Özellikle de bakıcı rolünü üstlenen ve özverili bir şekilde çalışan göçmen kadınların en temel hijyen malzemelerine bile erişemedikleri, kendi sağlıkları ve güvenliklerini önemsemeden çalışmak zorunda kaldıklarını etrafımızdaki deneyimlerden duyuyoruz. Sağlık önlemlerinden dolayı bir günlük izin dahi kullanamayan yatılı ev işçisi göçmen kadınlar, aynı zamanda daha fazla hane üyesine bakmaya, kimi zaman iki ailede çalışmaya zorlandıklarını dahi dile getirdiler.

Öte yandan ev içinde ve toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin arttığını dair raporlar da var. Örneğin ILO tarafından Nisan 2020’de yayımlanan bilgi notunda, pandemi döneminde göçmen işçilerin kötüleşen çalışma koşulları ve özellikle bakım alanında çalışan göçmen kadınlara yönelik şiddetin artmasından endişe edildiği vurgulandı.[1]

Kâğıtsız göçmenler kaderlerine terk edildi

Bakım alanı dışında çalışan göçmen kadınlar, bu süreçten nasıl etkilendi?

Tekstil gibi imalat sektöründe çalışan göçmen kadınların deneyimlerinden de işsizliğin büyük bir soruna dönüştüğünü ve iş bulmak için uzun mesafeler gitmeyi göze aldıklarını biliyoruz. Yaşanan derin işsizlikten dolayı göçmenler zar zor bulabildikleri geçici işleri çok daha kötü koşullarda kabul etmek zorunda kaldılar. Örneğin İstanbul’da çalıştıkları tekstil atölyeleri kapanan çoğu göçmen başta semtlerde iş aramaya koyuldu ve günlük 40-50 TL yevmiyelerle parça başı maske yapımı ya da temizlik gibi işlerde çalıştıklarını söylediler. Bu süreçte bir yandan iş bulma zorluğu diğer yandan ücretini alamama riski, göçmen kadınlar için bir hayatta kalma mücadelesine dönüştü.

Sağlık hizmetine ve aşıya uzun süre erişemeyen göçmenler bu süreci daha ağır yaşadılar. Dolaşım kısıtlaması ile hareket kabiliyetleri daha da azalan kağıtsız göçmenlerin bu süreçte adeta evde kaderlerine terk edildiğini düşünebiliriz. Güvencesiz ve sağlıksız koşullarda çalışan, kalabalık ve hijyenden yoksun evlerde kalan göçmenler için pandemi süreci daha fazla izolasyon, hastalık ve yoksulluğa dönüştü. Toplumun kirli ve ağır işlerini yüklenen geniş bir göçmen kesim, özellikle de kadınlar tam anlamında sağlık ve sosyal güvenlik sisteminin dışında kaldılar.

“Göçmen kadınlar, toplumsal cinsiyete dayalı işlerde konumlandırılıyor. Bu işlerin ortak özelliği, çoğu zaman düşük ücretli, düşük statülü, kötü çalışma koşulları sunan işler olmaları. Bu işler aynı zamanda devletler tarafından çalışma izninin nispeten daha kolay verildiği işler olarak öne çıkıyor.”

Düşük ücret, düşük statü, kötü çalışma şartları…

Uluslararası işbölümünde göçmen kadın emeğinin konumu nedir? Devlet politikaları göçmen kadın emeğinin konumlanışını nasıl etkiliyor? Göçmen kadınlar hangi alanda iş talebinde bulunduklarında daha kolay çalışma ve oturum izni alabiliyorlar?

Uluslararası işbölümünde göçmen kadınlar, toplumsal cinsiyetlendirilen işlerde konumlandırılıyorlar. Yatılı bakım işlerinde, imalat atölyelerinde, turizm ve eğlence gibi hizmet sektörlerinde çalışanlar ya da seks satanlar olarak göçmen kadınları görüyoruz. Bu işlerin ortak özelliği, biyolojik olarak kadınlara atfedilen rollerin bir uzantısı olmaları; çoğu zaman düşük ücretli, düşük statülü ve ilerleme olanağının az olduğu, kötü çalışma koşulları sunan işler olmaları.

Bu işler aynı zamanda devletler tarafından da çalışma izninin nispeten daha kolay verildiği işler olarak öne çıkıyor. Bu durum, devletlerin toplumsal cinsiyet, bakım ve göç rejimleriyle yakından ilişkili. Piyasanın, ailelerin bakım emeği ya da ucuz işgücü talebinin devletler tarafından da cinsiyetlendirilen göç politikaları ile desteklendiğini ya da kayıt dışı çalışanların da görmezden gelindiğini söylemek mümkün. Dolayısıyla göçmen kadın emeğine talep olan bu işler, aynı zamanda göçmenlerin daha kolay iş buldukları, devletin politikalarıyla desteklediği ve çalışma koşullarının benzer olduğu işler olarak karşımıza çıkıyor. Türkiye’de de göçmen kadınların göç rejiminin de teşviki ile toplumsal cinsiyete dayalı işlerde yoğunlaştığını söylemek mümkün.

Bakım yükü göçmen kadınlara havale edildi

Siz de değindiniz, Türkiye’de göçmen kadın emeğinin yoğunlaştığı alanlardan biri bakım emeği.  Sunumunuzda bakım emeğinin, yaşamı yeniden üretmeye yönelik emeğin piyasalaştığını söylüyorsunuz. Feminist iktisat açısından bakıldığında bakım emeğinin piyasalaşmasını nasıl değerlendirmek gerekir?

KESK’in düzenlediği sempozyumdan

Pek çok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de devletin bakım yükünün önce aileye daha sonra da piyasaya havale edildiğini görüyoruz. Kentleşme, kadınların eğitime ve işgücüne artan katılımı ile artık çekirdek ailelerin çocuk, yaşlı ve hasta bakım yükünü üstlenecek durumda olmadığını, kamu hizmetlerinin ise yetersiz kaldığını görüyoruz. Kadınların işgücüne katılımı da ev içi bakım ve yeniden üretim faaliyetlerinin kadın ve erkek arasında eşit bölüşümünü beraberinde getirmiyor.

Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanamadığı durumlarda bu ihtiyaçlar devlet tarafından da toplumsal bakım kurumları ile karşılanmıyorsa, bunun piyasadan yine ucuz kadın emeği ile karşılanması gerekiyor. Dolayısıyla burada toplumsal bakım yükünün yine başka kadınlar tarafından, en ucuz emeği sunan göçmen kadınlar tarafından güvencesiz koşullarda karşılanmasının yaygınlaştığını görüyoruz. Bu durumdan hem aileler hem işverenler hem de devlet yarar sağlıyor.

Sendikalar göçmen ev işçilerinin haklarını savunmalı

Konuşmanızda; kadın göçmenlerin ikamet ve çalışma izinlerine erişimlerinde çok ciddi sorunlar yaşandığına dikkat çekiyorsunuz. “Sendikalar ‘Biz bu alanda bir şeyler yapacağız’ dese bile ortada yapısal sorunlar var” diyorsunuz  Bu yapısal sorunlar nelerdir? Başta, KESK olmak üzere sendikalar politikada, pratikte neleri yapamıyorlar? Yapılamayanları yapmanın yolları neler?

Yapısal sorunlardan kastım, mevcut göç rejiminin sunduğu ikamet ve çalışma izinlerine erişim zorluğu. Türkiye’ye gelmeden önce ya da 6 ay geçici ikamet izni aldıktan sonra çalışma iznine başvurabilmek. Bu izinlerin işverene bağlı olması ve inisiyatifle yönetilmesi, işyerlerinde ‘yabancı’ işçi kotası uygulanması, bu kotanın bazı sektörleri kapsamaması ya da göçmen işçiler için harçların daha yüksek olması gibi sorunlar…

Devletlerin motivasyonu yerel işgücü piyasasını yerli işçilerin istihdamı lehine korumak, bu yüzden izinlere kısıtlama getiriliyor; ancak bu kısıtlamalar da işçi haklarının ihlali, gaspı, kötü çalışma koşulları gibi daha büyük toplumsal sorunlara yol açıyor. Bu sorunların görünür olması, politika yapımında tanınması ve çözüm üretilmesi lazım.

Sendikaların rolü, elbette bu hakların ihlalini önlemek ve hak savunuculuğu açısından önemli bu. Formel yollardan göçmenlerin sendikalara üye olması, ev içi bakım gibi dışarıdan izole işlerin çok parçalı yapısı bir yana hukuki olarak mümkün değil. Bu alanda göçmen ev işçileri ile iletişime geçen birkaç sendika olması tabii ki umut verici, ancak daha büyük sorunlara yönelik çözüm için daha fazla tartışmaya ve dayanışmaya ihtiyaç olduğunu düşünüyorum.

Emel Coşkun kimdir?

Doç. Dr. Emel Coşkun, Düzce Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde öğretim üyesidir. Doktora tezini Kent Üniversitesi’nde Göç Çalışmaları alanında tamamladı. Toplumsal cinsiyet ve göç, göç politikaları, insan/kadın ticareti ve Türkiye’nin sığınma rejimi alanlarında araştırma ve yazıları bulunmaktadır.

Görseller: They Call Us Maids filminden

Fotoğraf: KESK


[1] ILO (2020). Politika Bilgi Notu: COVID-19 küresel salgınında göçmen işçileri korumak. https://www.ilo.org/ankara/areas-of-work/covid-19/WCMS_745357/lang–tr/index.htm

Paylaş:

Benzer İçerikler

“Nasıl ki baş düşman Mehmet Şimşek ve onu atayanlar, onun üstündeki ulusal veya uluslararası büyük sermaye ve patriyarkaysa, burada da bizim ev içinde erkeklere karşı bir ideolojik şiddet uygulamamız gerekiyor. Birinci konumuzun bu olması gerekiyor. Muhakkak ki kamunun ve sendikaların bu konudaki görevleri de bizim propaganda konumuzdur ama hayatı ertelemeden dayanışarak hayatımızı değiştirmenin yollarını bulmamız lazım.”
Samandağ’da depremden sağ kurtulan bir kadınla konuşuyoruz. Çadırda kalıyorlar, evleri hasarlı. Kadın çocuklara ve yaşlılara bakıyor, yemek pişiriyor, onların psikolojileriyle ilgileniyor. Kendi psikolojisi de berbat. “Kadınsal ihtiyaçların” devam ettiğini söylüyor.
Son 15 yılda 374 kamu kreşi kapatıldı. 3-5 yaş grubunda üç milyona yakın çocuk bu hizmetten yararlanamıyor. 13 milyon kadın, çocuk baktığı için iş bile arayamıyor. “Özel kreşlere paramız yetmediği için çocuğumuzla eve kapanmak istemiyoruz” diyen TİP’li Kadınlar, “Çocuklar kreşe, kadınlar işe” sloganıyla kampanya başlattı.
Yukarıdaki başlık Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği tarafından 17 Eylül Cumartesi günü Cezayir Toplantı Salonu’nda yapılan uluslararası bir konferansın başlığıydı. Toplantıda vakfın konuyla ilgili raporu sunulduktan sonra, pandemi ile birlikte kadınları iyice zorlayan bakım emeğinin çeşitli biçim ve yönleri tartışıldı.
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!