Çalıştığım iş yerinde, bir sendikadan bir sendikaya geçildiği dönemde, daha ilk günlerden “gelen gideni aratır” hale gelmişti. Kendimizi birden 1979 İran devrimine benzer bir pozisyonda bulduk. Eski sendikanın berbat bir sözleşmeye imza atmasını protesto ederken bir anda başka bir sendikanın bizim iş yerine “çökmesini” izler duruma gelmiştik. Kötü bir histi. Sanki Şah’ın şatafatlı hayatını eleştiren İran halkı gibiydik. Bir anda şalvarı, sakalı ve pelerini ile Humeyni’yi helikopterden inerken izliyorduk. Çok benzer duygulardı. Bu nasıl oldu ya derken… Yine de “en kötü sendika sendikasızlıktan iyidir dedik” ve birkaç kadın bu daha da kötü sendikayı “adam” etmeye, dönüştürmeye karar verdik. Karar verdik vermesine de… Daha ilk olayda durumun trajikliği anlaşıldı.
Kadına tahammülsüzlük caağnım ülkemin her alanına sızmış ne yazık ki… Kadınlar sendikalarda daha çok yer alsın diye sendika tüzüklerine kadın kotası koydurmak için mücadele veren bizler ve yine partilerin komisyonlarına benzer kadın kotaları koymaları için akıl verirken ‘ne iyi yaptık’ diye düşünen bizler için çok sert bir duvardı karşımızdaki. Konudan bi haber erkeklerle karşı karşıyaydık. Hayır, mücadele verdiğimiz alanlarda iyi kötü karşımızdakiler temel iletişim becerilerine sahipti. Ama bu seferki “kafa”, başkaydı.
Kadın temsilci sorunsalı(!)
Sizi daha fazla meraklandırmadan devam edeyim. Sendika yeniydi haliyle temsilciler de yeniydi. Delege listeleri oluşturulmuştu ama içlerinde zar zor bir-iki tanıdık vardı, çünkü yeni sendika “örgütlenme”yi e-devletten üyelik yapmak olarak anlıyordu. Yeni delegeler kimdi, neden kimseyi tanımıyoruz vs derken tanıdık bir iki kişiye verdik oyumuzu. Sonra tek tek temsilciler geldi, ilk kez görüyorduk, adını ilk kez duyduğumuz şube başkanı geldi(!). Bunların hepsi seçim sonrası oldu evet…
Şube başkanına “benim bildiğim önce ziyaret edilir oy istenir, siz başkan olunca ziyarete geliyorsunuz, ters olmadı mı?” dedim.
Bana verdiği cevap: “sizin şube başkanını görmenize gerek yok ki, bizi delegeler seçiyor.” oldu.
Gel de bu insana demokrasi anlat, gel de şeffaflık anlat, gel de sendikacılık, kadın işçinin hakları vs…anlat. Derin bir nefes çektik, kızlarla birbirimize baktık.
Neyse biraz sitem ettik, sağ olsun “haklısınız ablacım” dedi, orada bir gönlümüzü fethetti(!).
“Kadın temsilciniz kaç tane?” diye sordum.
“Henüz yok.” dedi.
“Nasıl yok? Neden yok?” dedim şaşkınlıkla.
“Ya orası biraz karışık.” dedi yüzünde saçma bir gülümseme ile.
“Anlatın hele, illaki anlarız.” dedim.
“Yav bir keresinde bir kadın temsilci arkadaş vardı. Başka bir erkek arkadaşın yuvasını yıktı. Biz de bir süre kadın temsilci olmasın dedik” dedi.
Mor savaş boyaları sürüldü.
Biz şok. Dona kaldık. Neresinden tutsanız elinizde kalıyordu. Kızlarla ilk kim kavgayı başlatacak diye bakıştık ve anlaştık telepatik olarak. Ben başlatacaktım. Parmaklarımı çıtlattım, boynumu kıtlattım ve derin bir nefes alarak başladım.
“Pardon ama bu kadar münferit bir meseleyi, bu iş yerindeki yüzlerce kadın üyeye ve onlarca kadın delegeye mal etmeniz doğru mu?”
“Bir şeyi mal ettiğimiz yok ablacım.” dedi gülerek.
“Yani başkan, kadın düşmanlığınızdan mı başlayayım, yüzlerce kadının temsiliyet hakkına saygısızlık etmenizden mi, bu kadar kişisel bir sebep için demokrasi, insanlık, toplumsal cinsiyet, sendikacılık gibi gibi tüm bu kavramların içini boşaltmanızdan mı başlayayım…” derken, sinirlendi.
“Orada dur ablacım, biz kimseye saygısızlık etmedik, sen bir haddini bil”….
O noktada sesler yükseldi, kadın arkadaşlarım da görünmez MOR savaş boyalarını sürdüler yüzlerine ve hep birlikte dik bir duruş sergiledik. Kadın arkadaşlardan biri:
“Her ne olmuşsa bilmek zorunda değiliz bu biiirr, kadın yuva yıkan oluyor da seçme-seçilme hakkına sahip kocaman adam neden kendi seçimleri yüzünden yargılanmıyor sizin nezdinizde? bu ikiiiii. Sendikaların muhakkak kadın temsiliyeti için kadın komisyonları olmak zorundadır. Bunu unutmayın bu üüüüüççç.” dedi. Biraz da o arkadaşla tartıştı ve sonra duruldu.
Çok gönülsüzce de olsa hak verdi. “Hemen delege arkadaşlarla paylaşalım” dedi ve gitti.
Kısa bir süre sonra beni arayıp ziyarete gelmek istediğini söyledi. Gün verdim, kızları da çağırdım. Çok hayırlı bir sebep için ziyaretime gelmiş meğer.
Kadın Komisyonu kurun dediler, kurmamızı engellediler.
“Genel merkezle görüştüm, bir kadın komisyonu kurmamız gerekiyormuş tüzüğe göre. Siz de bu işlerden anlayan kardeşlerimsiniz(!). Bize yardımcı olur musunuz?”
“Tabi ki oluruz.” dedik.
Kızlarla düşündük, “bu bizim için bir fırsat olabilir” dedik. Yüzlerce kadına temas edecek, en azından böylesi Ebu Cehl’i bile utandıracak bir cehaletin olduğu bu yerde, kadın komisyonu için sağlam temeller atılabilecektik. Hazırlıklara başladık.
Fakat ne başkan ne diğer temsilciler bize o alanı açtılar.
Kadın delegelerle temasa geçtik. Sonra öğrendik ki kadın delegeler bizimle komisyon kurmak istemiyorlarmış. Nedenleri de yokmuş, “öyle işte”ymiş(!). Bu sefer de yeni bir savaş cephemiz “kadınlar cephesi” olmuştu. Kim bilir bizim için neler denmişti bu kadınlara…. Aramızı yumuşatmak için girişimlere başladık. İş yerlerini ziyaret ettik, yakın temaslarda bulunduk. Üstelik 8 Mart da yaklaşıyordu. Sendikanın yetkiyi aldıktan sonraki ilk 8 Mart’ı olacaktı. Komisyonun kuruluşunun da bu tarihe gelmesi ve “Kadınlar Sendikadan Ne İster?” başlıklı çaylı sohbetli bir davet organize edip 8 Mart’ın tarihçesini anlatmak, kadın işçilerin sendikadan taleplerini dinlemek, akıllarındaki sorulara cevaplar vermek istiyorduk. Olmadı. Bize “siz karışmayın, genel merkez organize edecek” dediler ve bizi tamamen uzaklaştırdılar.
İşte böyle.
Sendikalar… Sendikalarımız…
Hiç şaşırtmıyorlar hamdolsun.