Bahar Gök bihargok1982@gmail.com
Kod 29’dan işten atıldığı için fabrika önünde direnişi sürdüren Dilbent ile TOMİS yöneticisi Onur Eyidoğan’ın başlattığı Ankara Yürüyüşü her durakta polisin şiddeti, işkencesi ve halkın desteği ile karşılaştı. Bürokratik sendikacılığın işçilerin birleşik mücadelesine engel oluşturduğunu vurgulayan yürüyüşçüler, dayanışma ile moral buldular.
Kod 29’dan işten atılan Sinbo işçisi Dilbent Türker çıkarıldığı günden itibaren fabrika önünde direnişine devam ediyor. Pandemi sürecinde patronların eli genel ahlaksızlık yasası olarak bilinen İş Yasası’nda 25/2 kapsamındaki Kod 29 maddesiyle güçlendirilmişti. Kod 29 ile çıkarılan işçilerin kıdem ve ihbar tazminatı alamaması, işsizlik maaşından muaf tutulması ve sicillerine işlenmesi gibi temel hakların gasp edilmesi amaçlanmıştı. Pandemi döneminde 200 bin işçinin bu maddeyle işten çıkarılmasına karşı itirazlar olsa da etkili bir karşı koyuş sergilenmemesi nedeniyle emekçilerin sırtında halen daha kambur olarak duruyor.
Kod 29’un öncelikli hedefinin, işyerindeki çalışma koşullarını düzeltmek için girişimlerde bulunan ve sendikal örgütlenme çalışmalarında yer alan işçilerin sindirilmesi olduğunu, yasaklar devam ederken direnişe geçen işçilerle görmüş olduk. PTT, SML Etiket, Bayrampaşa ve Bakırköy belediyeleri, Migros, Baldur, Systemair HSK, Sinbo ve devam eden Adkotürk işçilerinin direnişleri, bu saldırıları teşhir etmekte oldukça önemli bir yerde duruyor. Kamuoyunda destek bulmaya başlayan “Kod 29 kaldırılsın, ücretsiz izinler son bulsun” çağrıları, yeniden uygulanan pandemi yasaklarıyla geriye düşmüş oldu.
Yürüyüş’ün her durağında gözaltı ve engelleme
Sinbo fabrikasında direnişe devam eden TOMİS üyesi Dilbent Türker, işçilerin haklı taleplerine kulaklarını tıkayan patronları teşhir etmek ve gündemden düşürülmek istenen Kod 29’a dikkat çekmek için 31 Temmuz’da “Kod adı 29. İnsanca çalışma ve yaşam koşulları için Ankara’ya yürüyoruz!” şiarıyla yürüyüş başlattı. TOMİS yöneticisi Onur Eyidoğan ile birlikte başlattıkları yürüyüş devletin kolluk güçleri tarafından açıklama yapılan tüm noktalarda gözaltı engellemeleriyle karşılık buluyor. İlk açıklamayı Sinbo fabrikası önünde yapan direnişçiler yürüyüşe başladıkları anda dayanışmaya gelenlerle birlikte gözaltına alındılar. Kaymakamlık tarafından çıkarılan 100 sayfalık bir yazıyla yürüyüş yasağı konulduğunu öğrenen işçilere, normal şartlarda yürüyebileceklerini ancak ülke karışık olduğu için yürüyemeyecekleri söyleniyor. Darp edilerek gözaltına alındıktan sonra bırakılan direnişçiler belirledikleri noktalarda açıklama yaparak yürüyüşü devam ettirmeye çalışıyorlar. “E5 güzergahını kullanamazsınız, trafiği engelliyorsunuz, insanların can güvenliğini tehlikeye atıyorsunuz, tişörtlerinizle yürümeniz yasak” vb keyfi gerekçelerle Sefaköy, Kadıköy, Kartal, Tuzla, Gebze, İzmit’te gözaltına alınarak adliyeye sevk ediliyorlar.
Gidin yangınları söndürün
Gebze’de yapılan basın açıklaması sonrasında Dilbent Türker ile yürüyüş boyunca yaşadıkları saldırılara dair sohbet ettik. Taleplerini dile getirdikleri açıklamaları dinleyen insanların kendilerine verdikleri destekten de güç aldığını söylerken, gözaltına alınmalarına insanların anında gösterdikleri tepkiye polisin sert karşılık verdiğini anlattı. Video ve fotoğraf çekiminin engellendiğini, çekenlerin telefonlarına el konularak silindiğini, işkencenin kaydedilmemesi için polisin özel çaba harcadığını belirtti. Buna rağmen akşam açıklamayı dinleyip ertesi gün destek vermeye gelen insanların olduğunu görmenin sevindirici olduğunu, “Çevremizde kalabalık varsa genelde böyle oluyor. Kimse şunu anlamlandıramıyor. İki kişi yürüyor ve neden bu kadar polis var ve saldırı oluyor. İnsanlar “gidin yangınları söndürün, insanları neden engelliyorsunuz” diyorlar. Zaten bizim güç aldığımız nokta bu yani, o dayanışma. Yürüme azmimizi güçlendiren de o dayanışmanın kendisi. İnsanlardan aldığımız bu güçle irade gösteriyoruz. Gözaltılar bu sayede bizim için bir engelleme aracına dönüşememiş oluyor” sözleriyle anlatıyor.
Sendikacılardan da engelleme
Bu süreçte hem direnişler hem grevlere sürekli gidip dayanışma gösterdiklerini ve birleşik mücadele çağrısı yaptıklarını ancak işçilerin, genelde kendi sendikalarının atmış olduğu adımlarla sınırlı kaldığı için bu yönde bir karşılık bulamadığını anlatıyor. “Bürokratlaşmış sendikacılık yapanlar sayesinde oradaki işçilerle birleşik mücadele teması kuramamış olduk. İşçilerden onay almamıza rağmen dönüş alamadık. Sahiplenmek bir tarafa dursun sendikalar görmezlikten geldi. Pandemi döneminde bağımsız sendikalar mücadele ederken, sendika ağaları mücadeleden kaçındı. Ücretsiz izin ve Kod 29’a karşı ciddi bir adım atmadılar. Çok fazla imkanları vardı, burjuva medyayı da kullanabilirlerdi. Ama kısa çalışma ödeneğinin uzamasını teklif ettiler ve ücretsiz izinin patronların yasal hakkı olduğuna dikkat çektiler sürekli” diyerek bağımsız sendikalardan destek gördüklerini ekliyor.
Yürüyüşün 5. gününde Tuzla’da darp edilerek gözaltına alındıklarında götürüldükleri hastanede muayene oldukları doktorun hasta mahremiyetini gözetmediği için de işkenceye maruz kalmışlar. Muayene esnasında polislerin dışarı çıkmasını isteyen Türker’e, doktorun bağırarak “size mi soracağım, bana işimi öğretmeyin, ben istediğimi yaparım” dediği anda polisler yere yatırarak ters kelepçe takmışlar. Hastanede tekme tokat darp edilerek gözaltı aracına sürüklenmişler. Doktorun ismini Türk Tabipler Birliği’ne ileterek şikayette bulunmuşlar.
Adli kontrol şartıyla serbest kaldılar
Yürüyüşlerini planladıkları gibi gerçekleştiremeseler dahi yürüme kararından vazgeçmeyeceklerini vurgulayan Türker, önemli olanın açıklama yaptıkları noktada ulaşabildikleri işçi ve emekçilere seslenebilmek olduğunu söylüyor. Ve burada bir çağrı yapıyor: “Kod 29 ve ücretsiz izin sadece bizlerin sorunu değil. Türkiyeli işçi ve emekçilerin sorunu. Bu taleplere işçilerin omuz vermesi, sahip çıkması gerekir. Pandemi sürecinde 200 bin işçi Kod 29’la işten atıldı. İşçilerin tüm hakları gasp edilerek ve işçilik sicili bozularak işten çıkarılması çok ciddi bir saldırıdır. Bu saldırının devam ediyor olması bizler açısından mücadele edilmesi gereken ve karşısında durulması gereken bir sorundur. Bunu tek başımıza püskürtemeyeceğimizin de farkındayız. Hiçbir güvencemiz yok, bundan sonra da saldırılara maruz kalabiliriz. Öncesinde mücadele etmemiz gerekiyor. Varış noktalarımızı paylaşıyoruz. Oralarda dayanışmayı yükseltmek bizim için çok önemli.”
Söyleşi yaptığımız günün ertesi sabahı olan 6 Ağustos Cuma günü Gebze Trafo Meydanı’ndaki işçi duraklarında bildiri dağıtarak açıklama yapan Dilbent Türker ve Onur Eyidoğan, gözaltı sürecini canlı yayına alan bir arkadaşlarıyla birlikte yeniden gözaltına alınarak savcılığa çıkarıldı. Gebze Adliyesi’nde ifadeleri alınan direnişçi işçiler 90 gün boyunca her pazartesi imza atmaları zorunlu tutularak Adli Kontrol şartıyla serbest bırakıldılar.