Dünyayı evimiz haline getirmek…

Gilman’a göre ev, kadınlar için hapishanedir. Kadınlar zalimce eve tutsak edilmişlerdir. “Bu hapsetme eylemi, kişisel bir zalimliğe dayanan keyfi bir hapis cezası olarak değil, kamuoyu tarafından talep edilen, din tarafından tasdiklenen ve yasalar tarafından uygulanan bir durum olarak değerlendirilmelidir.”
Paylaş:
Feryal Saygılıgil
Feryal Saygılıgil
s.feryal@gmail.com

“Dünya hareket eder ve onunla ev de hareket eder”

(C.P. Gilman, Ev; İşleri ve Etkileri, s.37).

Tavan Arası

Kadının beyni yıllar boyunca

eşya saklanan bir tavan arası.

Zaman zaman evin çatısındaki

küçük pencerelerde yüzü görünüyor.

Oraya kapatılan ve unutulan birinin

üzgün yüzü.

Raymond Carver (Bilmezsiniz Aşk Nedir, çev.: Cevat Çapan,

İstanbul: Can Yayınları, 2011, s.93)

1800’li yılların ikinci yarısında devrimi yaşamış, sanayileşmenin getirdiği nimetler ve sıkıntılar arasında bocalayan Amerika, geleceğe yönelik umut vadeden bir yerdir. Tam da bu dönemde doğru bildiğini söylemekten çekinmeyen Charlotte Perkins Gilman (1860–1935), Amerikan edebiyatında Melville, Thoreau, Emerson ya da Whitman gibi erkek yazarlar arasında etkili ve aykırı sesiyle kendine yer bulmaya çalışır. Feminist harekete önemli katkıları olan, feminist edebi metinler kaleme alan Amerikalı (feminist) kadın yazarların ilklerinden olarak kabul edilir.

Babası ailesini terk edip gittiğinden Gilman’ın çocukluğu, gençliği zorluklar içinde geçer. Yoksulluk sınırında yaşar. Tebrik kartı yazmak, mürebbiyelik ve sanat tarihi öğretmenliği gibi işler yaparak yaşamını kazanır.

Evliliğin kadını kapatma yöntemlerinden birisi olduğunu düşünen yazar, 1884 yılında Charles Walter Stetson ile gönülsüzce evlenir. İlk çocuğu olan kızını dünyaya getirdikten sonra depresyona giren Gilman, kocası tarafından tedavi için ünlü nörolog Dr. Sir Weir Mitchell’a gönderilir. Mitchell, döneminde dâhi sayılmaktadır. Özellikle kadınların depresyonu konusunda uzmanlaşmıştır ve hastalarına dinlenme kürleri uygulamaktadır. Gilman’a da altı haftalık yatak istirahatı verir ve entelektüel aktivitelere, yazmasına izin vermez.

Bu tavsiyelere uyan Gilman, daha da kötüleşip deliliğin eşiğine gelir. Yaşamını isteksiz bir eş ve anne olarak yaşamak ile hevesli bir yazar olmak arasında kararsızlıkla geçirdiğini düşünür. Tedaviyi, kocasını, evini arkasında bırakıp Kaliforniya’ya taşınır. Kocasına boşanma davası açar; ancak 1892’de resmen boşanabilir. Aynı yıl, yazarın yaşamından otobiyografik öğeler taşıyan Sarı Duvar Kâğıdı yayımlanır.

Gilman, 1900’de ikinci evliliğini yapar. 1915’de Jane Addams[1]  ile birlikte Kadınların Barış Partisi’ni kurar; kadınların oy hakkını savunur. Aynı yıl, Gilman’ın kurama ve feminist eleştiriye en büyük katkılardan biri sayılan, aileyi erkek egemen sistem yapısının ekonomik birimi olarak formüle ettiği ve mit eleştirisini başlattığı Kadınlar Ülkesi (Herland) isimli eseri yayımlanır. Eser, feminist ütopya türünün ilk örneği kabul edilir.

1934’de eşinin ölümü üzerine kızının ailesinin yanına taşınır ve bir yıl sonra meme kanseri olduğunu öğrenince intihar eder.

‘Ev’ hapishanedir

Gilman’ın ilk kez 1904 yılında basılan, 2022 yıllarının son günlerinde Akademim Yayınları tarafından Zeynep Elife Sunar çevirisiyle Türkçe yayımlanan Ev: İşleri ve Etkileri isimli kitabı, “ev”in insanlar için ne anlama geldiğini; sadece ırk, sınıf ve bireyler için değil, dönemden döneme de nasıl değiştiğini, ev içi alanda cinsiyetçi iş bölümünün nasıl oluştuğunu anlatan ilk önemli metinlerden biri olarak kabul edilir.

Gilman’a göre ev, herkes için aynı anlamı taşımaz. Ev yaşamına ilişkin temel eleştirisi, “Modern bir endüstri topluluğunda ilkel uğraşların sürdürülmesiyle kadınların bu uğraşlara esir edilmesi ve sahip oldukları sınırlı ifade alanları sorunu”dur. Gilman’a göre ev ve aile hayatının olmazsa olmazı olarak görülen birçok unsur yalnızca gereksiz değil, aynı zamanda yaralayıcıdır da (s.20). 

Gilman metninde “annelik” eleştirisi de yapar: “Anne ile çocuğu arasındaki sevgi çok güzeldir ama bundan daha yüce bir ilke vardır, o da birbirimizi sevmektir.” Ona göre, anne sevgisi kavramı oldukça zararlıdır. Hatta bu sevgiyi ilkellik, dogma olarak görmektedir.

Gilman’a göre ev, kadınlar için hapishanedir. Kadınlar zalimce eve tutsak edilmişlerdir. “Bu hapsetme eylemi, kişisel bir zalimliğe dayanan keyfi bir hapis cezası olarak değil, kamuoyu tarafından talep edilen, din tarafından tasdiklenen ve yasalar tarafından uygulanan bir durum olarak değerlendirilmelidir” (s.157). Dış dünya tamamıyla erkeklere aittir. Sosyal yaşamda edepli davranmak zorunda olan birçok erkek, evde otoriter ve bencildir (s.67). Kadınların alanı olan ev faaliyetleri ve annelik de erkekler tarafından küçümsenmektedir.  

Diğer yandan, kadınların sürekli evde kapalı olması sağlıklarını hızla yitirmelerine yol açar; kas ve kemik gelişimleri olumsuz anlamda etkilenir, kendilerine olan güvenlerini kaybederler, dış dünyadan korkarlar. İnsanlığa dair kazanımların en büyükleri, aynı zamanda kadınlarla paylaşmakta en geç kalınanlardır: Eğitim ve demokrasi (s.162). Kitap boyunca ayrıca kız ve oğlan çocukların yetiştirilmesindeki farka ve ayrımcılığa değinilir. Bütün bu eleştirilerin çok benzeri, 3 Ocak 1792’de yayımlanan, feminist kuram açısından ilk önemli çalışmalardan olan Mary Wollstonecraft’ın Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi isimli çalışmada da yer almaktadır.

Evde kadının bütün bir gün boyunca karşılıksız olarak neler yaptığı, “atölye olarak ev” başlığı altındaki bölümde etraflıca, bütün ayrıntıları ve monotonluğuyla anlatılır.

Metinde eleştirilen diğer önemli bir nokta ise kadından “iffet” beklentisinin olmasıdır. Gilman bunu bir cinsiyet ayrımı olarak görür.

Kadınlar da dış dünyada yer almalı

Kadının ev yaşantısından özgürleşmesi gerekir. Gilman’a göre, bu yalnızca bir eşitlik mücadelesi değil, zihniyet meselesidir de. Evin içinde ne özgürlük ne de eşitlik vardır, özellikle de kadınlar için. Baştan sonra erkekler tarafından kurulan bir hükümranlık söz konusudur. Kadınlar da erkekler gibi dış dünyada yer almalıdır. Ev, erkek için de kadın için de yaşamın arka planı olmalıdır.

Ev içi karşılıksız emek meselesini çok erken bir tarihte kadınların özgürleşmesinin önünde engel olarak gören Gilman’ın bu eseri, Josephine Donovan’a göre “birinci dalga feminist düşünce döneminde, özel alan üzerine radikal feminist teorinin ürettiği en kapsamlı ve açık eserdir” (Feminist Teori, İletişim Yayınları, 1997, s.105).


[1]  Louise W. Knight Jane Addams; Eylemci Bir Ruh, Ayizi Kitap, 2014. Jane Addams, önemli bir sosyal bilimci, barış hareketinin kurucularından; işçi hakları ve sendika mücadelesinin önemli bir savunucusu, aktivist. 20. yüzyıl feminist hareketin temsilcilerinden biri.

Paylaş:

Benzer İçerikler

Gösterilecek içerik bulunamadı!
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!