Emine 42 yaşında iki çocuğu var; biri kız, biri erkek. Eşi işlettiği manavı batırınca onun deyimiyle kendini içkiye verince, evinin ve çocuklarının geçimini sağlamak için Emine, Burdur’da iş aramaya başladı. Küçük ücretler karşılığında, karın tokluğuna çalışıyordu. Bunu yapmak zorundaydı çünkü çocukların bütün sorumluluğu onun üzerindeydi. Emine’nin hayatındaki hiçbir şey kolay olmamıştı ve bugün de öyle değil. Her şeyi saatlerce çalışarak, birkaç saat uykuyla, koşuşturmacayla elde etti. Kızını yanına aldı ve okul temizliği işine gitti. Bir sonraki iş, bir kantinde çalışmaktı. Hiçbir iş sürekli olamıyordu. “Fabrikalara da başvurdum. ‘Gece vardiyası da olacak’ dediler mecburen kabul ettim”. Uzun süre işten işe koşturduğu bir hayat yaşadı. Emine’ye göre “kadınların nereden geldiğini bilmediğimiz bir içsel gücü” vardı. Başarısı da bu mücadele gücünden geliyordu.
Hem oyun yasak hem okumak
Çocukluğunun farkında olmayanlardandı Emine… Yaşadığı bölgede bir kadının erken yaşlarda çok fazla sokakta oyun oynaması, çocukken eğitimine devam edip, okutulup daha üst sınıflara devam etmesi pek mümkün değildi. Çok küçük yaşlarda üzerinde yuvarlandıkları çimenleri bırakarak eve kapanıyordu kızlar. O andan itibaren gündelik hayatları “ev işi öğrenme” döngüsüyle geçiyor sonra da evlendiriliyorlardı. Emine, “benimki de zorla oldu. Bizim zamanımızda aile kime isterse ona verirdi” diye özetliyor kendi durumunu.
Yaşadıkları köy çok fakirdi
“Bende dert çok” diyor ardından ekliyor. “Nereden başlayayım, hangi birini nasıl anlatayım ki?” Şiddetle başlıyor: “Çocukluk berbattı. Annem çok döverdi. İnsanın baştan yüzü gülmeyince sonra da gülmüyormuş”. Hani nasıl bir kusur buluyor da annesi küçük bir kıza el kaldırıp, dayağa başvuruyor? Bunu aklımdan geçirip dillendirdiğime pişman oluyorum. “Dövmek için suç gerekmez ki” yanıtı tokat gibi geliyor. Dinliyorum anne ve babasıyla geçen o kısacık çocukluk dönemini. Çok fakirlik varmış yaşadıkları o Burdur köyünde. Kırsal bölgenin geleneksel işleriyle hayatını idame ettiriyormuş ailesi. Annesi bağlardan meyve, bahçelerden sebze toplayıp getirmesini istermiş iki küçük kızından sürekli. Bunu yapmak istemeyen Emine her türlü kaba hareketle karşılaşırmış. “Kız kardeşimle çevre tarlalarından ne varsa, ne ekilmişse alıp getirmemizi isterdi. Yapamazsak ikimiz de dayak yerdik” .
Çocukların geçimi, evin masrafları
Her şeyi sıkıntısız çözmek isteyen, evi, işi mükemmel bir şekilde dengelemek için olağanüstü çaba sarf eden bir yapısı var. Emine gibi kadınlar çok yoruluyor. İş ararken de iki kat yük biniyor üzerine. Bulamayınca strese giriyor. Çocuklarının beklentilerini karşılayamadığı için kendini suçlu hissedebiliyor. Kopuk kopuk anlatıyor. Bir geçmişten bir bugünden…Eşini kalp krizinden kaybettiğini söylüyor. Ona da üzülüyor, “Keşke yaşasaydı” diyor. Oğlu yakınlarda askere gitti. Aklı orada.
Eşinin işlettiği manavdan dolayı belki Bağkurlu olarak bir “dul maaşı” alıyordur diye düşünüyorum ama almıyormuş. Hiçbir sosyal güvenceye sahip değil. “İş yok güç yok burada. Burdur küçük bir yer. Bir kadının iş bulup bir yerde çalışması hiç kolay değil” açıklamasıyla içinde bulunduğu duruma açıklık getiriyor.
Fabrikada çok baskı oluyordu
Fabrika, kafe, kantin, kömürcü nerede iş bulursa orada çalışıyor. Bu işler sayesinde üç öğün sofra kurabiliyor “Zaten eşim sağken de hep çalışıp, evin ihtiyaçlarına çare bulan bendim” diyor. Çocuklara kim bakıyordu o işe gidince? “Kızımı temizlik yaptığım okula götürüp getiriyordum. Saatimi ona göre ayarlamıştım. Oğluma ise evde kalan (çalışmayan) babasına bırakıyordum”. Fabrika deneyimini de anlatıyor: “Sonra Hastel fabrikası vardı, kadayıf üretiliyordu. Oraya girdim. Çok sıkıydı, çalışırken konuşmak yasaktı. Dönsen arkadaşına bir kelime etsen bağırıyorlardı. Günde 25 torba kadayıf yapman gerekiyor. Daha az yapanı işten çıkarıyorlardı. İki dakika geciktin mi laf söylüyorlardı. Bir gün hasta ol işe gitme, iki günlük para kesilirdi. Kulaklıktan müzik dinleyen veya sakız çiğneyen olursa çok bağırırdı şef. Yine de düzenli işti. Fakat gece vardiyası olduğu için eşim bırakmamı istemişti. Mecbur çıktım çünkü gece vardiyasındayken kızım durmuyormuş, devamlı ağlıyormuş.” Sonra başka işlere de giriyor. 27 yaşından sonra o hep çalışıyor, eşi de sürekli içiyor.
Şu cümlelerle bağlıyor sözünü; “Eskiyi hatırlamak bana iyi gelmiyor aslında. Asla geçmişe bakmak istemiyorum. Geleceğe yönelip, güzel bir işte, sosyal güvencesi olan bir hayat içinde yaşamaya hakkım olduğuna inanıyorum. Kaç yaşında olursam olayım bu hayalimi hep sürdüreceğim.”.