‘Erkek işçilerin çıkardığı hatalı ürünleri biz düzeltiyorduk ama ücreti onlar alıyordu’

Diyarbakır’da kadın işçiler neler yaşıyor? Çalıştıkları işyerlerinde kadın olmalarından kaynaklı karşılaştıkları sorunlar neler? Eşitsizliği, ayrımcılığı, şiddeti nasıl deneyimliyorlar? Peki ne yapmalı? Tekstil işçisi Meryem, Genel-İş Şube Başkanı Ayşe Güler ve DAKAHDER’den Av. Sevda Çetinkaya ile konuştuk.
Paylaş:

Meryem Diyarbakır doğumlu, 26 yaşında bir kadın, yıllardır tekstil sektöründe çalışıyor. Henüz çocuk yaşta, annesiyle işe gidip gelirken öğrenmiş bu işi. 15’inde işe girmiş. O yılları şöyle anlatıyor:

“Ben işe başladığımda tek çocuğun ben olduğumu ve sadece büyük insanların işe alınabileceğini düşünüyordum. İşe başladığım gün aslında artık çocuk olmaktan da vazgeçmiştim. Çünkü hem çocuk hem kadınsanız iki kat sömürülüyorsunuz.’’

Meryem’in hikâyesi böyle başlıyor. Bir çocuk işçi olarak güvencesiz çalışıyor; asgari ücretin çok altında ücret alıyor. Sürekli erkek patronun ve ustabaşıların şiddetine maruz kalıyor. 2015 yılında kendisiyle birlikte çocuk yaşta çalışan 15 kişinin daha olduğunu gören Meryem şöyle devam ediyor:

“Elimize para geçecek diye seviniyorduk o yaşlarda. Fakat aldığımız ücret, o dönem bile asgarinin yarısıydı. Sigorta zaten yoktu, bunun bahanesi de çocuk olmamızdı; fakat 18 yaşından büyük onlarca kişinin de sigortası yoktu. Hakaretler had safhadaydı. Sürekli olarak başımızda erkek ustabaşılar vardı. Ve tek bir konuşmamızı ya da hatamızı gördüklerinde mesai ücretimizden kesiyorlardı.’’

‘Bunlar çok anlatmak istediğim şeyler değil’

Meryem, erkek işçilerin kadın işçilerden farklı muamele gördüğünü ve hem erkek patronların hem de erkek işçilerin kadınlar üzerinde söz sahibi olduğunu belirtiyor. İşyerinde kadın işçilere yönelik şiddet ve tacizin ne denli sıradanlaşmış olduğunu anlatıyor:

“Mesaiye sürekli kadın işçiler bırakılıyordu. Erkek işçilerin çıkardığı defolu ve hatalı ürünler kadınlara ekstra iş olarak veriliyor; ama bunların ücretleri erkeklerin ücretine ekleniyordu. Ama bizim için en kötüsü her zaman patron odalarıydı. Herhangi bir hatada patronlardan ya da ustabaşılardan birinin odasına çağrılıyoruz. Ve patronlar bizi bazen elle bazen sözle taciz ediyorlar. Bunlar çok anlatmak istediğim şeyler değil; ama bir keresinde ustabaşılardan birinin odasına çağrıldım. Ustabaşı çalışırken telefonumdan mesaj atmama sinirlenmişti. O gün annemin hasta olduğunu biliyorlardı; fakat yine de beni bunun için çağırdı. Ben daha derdimi anlatamadan ustabaşı üzerimdeki gömlekten tutarak, ‘Hem iş yapmıyorsun hem göğsünü açıyorsun’ dedi ve gömleğimin bir düğmesini kopardı.”

Son olarak, ev içi görünmeyen emeğinden ve yıkılan hayallerinden söz ediyor Meryem:

“Annem tekstilde çalışmıyor artık. Sırtında fıtık var; onun dışında ağır işlerde çalışmaktan çok fazla rahatsızlığı oluştu. Annemi yormamak için eve gelince yemek, temizlik gibi şeylerle vaktim geçiyor. Haftada bir gün iznim var; o da genellikle ya alışverişle ya da temizlikle geçiyor. Aldığımız para zaten hiçbir şeye yetmiyor; her seferinde yememizden, içmemizden keserek evin masraflarını çıkarıyoruz. Küçükken kendimi bu yaşlarda başarılı bir iş kadını olarak hayal ediyordum. Büyüdükçe fark ettim ki Türkiye’de bu mümkün değil. Hele kadınsan hiç mümkün değil.’’

Kadınlar evde, sokakta, işte örgütlenmeli’

Ayşe Güler

DİSK Genel-İş Sendikası Diyarbakır 1 No’lu Şube Eşbaşkanı Ayşe Güler, kadınların ücretli emek alanında en sık karşılaştığı sorunları şöyle aktarıyor:

“Kadınlar işyerlerinde mobbing, ağır iş yükü, psikolojik şiddet, kendini özgürce ifade edememe ve erkek tacizi gibi sorunlarla karşı karşıya. Aynı zamanda giyimleriyle vb. ilgili psikolojik baskı, sürgün edilircesine sık sık birim değişikliğinin olması, kadınların asıl meslekleri ve görev tanımları dışında işlerde çalıştırılması, aslında cinsiyete dayalı bir ayrımcılığa işaret ediyor. Bu ayrımcılık, bizim sürekli maruz kaldığımız ve mücadele ettiğimiz bir gerçeklik. Her ne kadar kadınlar eskiye oranla bu tarz sorunlarını daha açık dile getirse de bunlara maruz kalıp dile getirmeyen kadın sayısı halen çok fazla. Psikolojik şiddet ya da işten atılma korkusuyla kadınlar haklarını arayamıyor.”

Kadınların sendikalarda örgütlenmesinin önemine vurgu yapan Güler, “Kadın işçilerin örgütlenmesi, diğer çoğu şeyden önemli bizim için. Kadınların örgütlü olması, sorunların çözülmesinde ya da sendikaların toplumsal cinsiyet temelli politika üretmesinde de çok etkili oluyor. Kadın işçilerin ya da ev emekçisi bir kadının sokakta, evde, işte örgütlü olması, bizim tahayyül ettiğimiz dünya için vazgeçilmez bir hedef” diye konuşuyor.

‘Yol parası için bile fazla mesai yapıyorlar’

Av. Sevda Çetinkaya

Dayanışmanın Kadın Hali Derneği’nden (DAKAHDER) Avukat Sevda Çetinkaya, kadın işçilerin çalışma koşulları ile mesai sonrası yüklendikleri ev içi bakım sorumlulukları nedeniyle başta kas-iskelet problemleri, nörolojik problemler ve kalp-damar hastalıkları olmak üzere pek çok sağlık sorunu yaşadıklarına dikkat çekiyor. Çetinkaya, işyerlerinde toplumsal cinsiyete dayalı şiddet, taciz ve ayrımcılığa ilişkin ise şunları söylüyor:

“Erkek patronlar ve erkek yöneticiler tarafından, tacizin çeşitli biçimlerine maruz kalan kadın işçiler, türlü hakaret ve zorbalıkla da karşılaşıyor. Daha çok kadın işçiler kayıtdışı yani sigortasız çalıştırılıyor; yol ve yemek parası için bile fazla mesai yapmak zorunda kalıyorlar. Aynı işi yaptıkları erkek işçilerden daha düşük ücretle çalıştırılan kadın işçilerin evde çocukların ve yaşlıların bakımını da üstlenmek zorunda olmaları, onların yaşam koşullarını daha da zorlaştırıyor. Bu durum, onların zaten bin bir zorlukla katılabildikleri çalışma yaşamanın dışına kolayca itilmelerinin de nedeni oluyor.”

Sahibine karşı kullanılan bir hak: Doğum izni

Gebe ya da anne olan kadın işçinin işten atılmasının da çok sık yaşanan bir durum olduğunu belirten Çetinkaya, şöyle devam ediyor:

‘’İşverenler tarafından gebe işçiler ‘daha az verim sağlayacağı, verilen işi düzgün yapamayacağı, duygusallaşacağı, güçsüzleşeceği’ gerekçesiyle istenmiyor. Ayşe Düzkan’ın ‘Doğum izni bir hak ama sanırım sahibine karşı kullanılan nadir haklardan biri!’ şeklindeki yorumu, bu ayrımcılığı en iyi özetleyen değerlendirmedir bence. Bunun bir bedensel hak ihlali anlamına geldiğini de unutmamalı elbette. İşten atılmamak için gebe olduğunu saklayan ve ağır çalışma koşullarını kabul ederek yaşamlarını riske atan ya da gebeliğini sonlandırmak zorunda kalan kadın işçilerin sayısının hiç de az olmadığını biliyoruz. Doğum ve emzirme izinlerini kullanamadığı için sütlerini tuvalette sağan kadın işçiler de bizim gerçeğimiz. Gebe kadınlar işten atılma ya da iş pozisyonunu kaybetme korkusu nedeniyle anneliği erteliyor.”

Türkiye’ye özgü değil

Çetinkaya, yalnızca Türkiye’de değil, tüm dünyada kadınların işyerlerinde şiddet, taciz ve ayrımcılığa maruz kaldığını da vurguluyor:

“Örneğin İngiltere’de 52 sendikayı ve 5,8 milyon işçiyi temsil eden sendika konfederasyonu TUC’un (İşçi Sendikaları Kongresi) ‘İşyerinde Cinsel Taciz-2016’ başlıklı araştırması, bunu verilerle ortaya koyuyor. Ülke genelinde bin 500 kadın işçiyle yapılan araştırmayla kadın işçilerin yarısından fazlasının işyerlerinde cinsel tacize uğradığı ortaya çıktı. Araştırmaya katılan kadınların üçte biri istenmeyen şakalara, dörtte biri ise bedenleri veya kıyafetleri hakkında cinsiyetçi yorumlara maruz kaldıklarını belirtmişler.

Araştırmanın en çarpıcı yanı ise her beş kadından dördünün yaşadıkları cinsel şiddeti sakladıklarını belirtmesi. Kadınlar iş ilişkilerinin bozulmasından korkmaları, kariyerlerinin engellenmesinden çekinmeleri ya da işyerlerinde onlar hakkında uygunsuz dedikodu yapılmasından korktukları için bu şiddeti sakladıklarını söylemişler.”

Çetinkaya, bu konuda rastladığı en çarpıcı örneğin ise Hindistan’dan olduğunu, bu ülkede hasat için gelen tarım işçisi kadınların işe kabul edilebilmek için rahimlerini aldırmak zorunda bırakıldığını aktarıyor.

Tek çözüm kadın dayanışması

Kadın işçilerin işyerinde maruz kaldıkları ayrımcılık ve şiddete karşı hukuki yollara başvurmaktan çekindiklerini dile getiren Çetinkaya, İş Kanunu’nun 5’inci maddesini hatırlatarak şöyle diyor:

Bu maddenin üçüncü fıkrasında, ‘İşveren, biyolojik veya işin niteliğine ilişkin sebepler zorunlu kılmadıkça, bir işçiye, iş sözleşmesinin yapılmasında, şartlarının oluşturulmasında, uygulanmasında ve sona ermesinde, cinsiyet veya gebelik nedeniyle doğrudan ya da dolaylı farklı işlem yapamaz’ deniyor. Ancak hukuki süreçlerin çok uzun yıllar sürüyor olması, bu süreçte işsiz kalma korkusu, özellikle cinsel şiddet nedeniyle hukuki yollara başvurmaları durumunda çevrelerinden alabilecekleri tepki ve yalnız bırakılma endişesi, kadın işçilerin cesaretini kırıyor.”

Av. Sevda Çetinkaya’ya göre, tüm bu sorunlara karşı tek çözüm yolu, kadın dayanışmasıyla kadın işçileri hukuki yolları kullanmaları için cesaretlendirmekten, onları yalnız bırakmamaktan, onların örgütlenmelerini desteklemekten geçiyor.

Fotoğraflar: DHA

Paylaş:

Benzer İçerikler

Farklı illerden, sektörlerden 31 kadındık. Beş gün süren kamp boyunca bilgilendik, eğlendik, deneyimlerimizi paylaştık. Zeytin ağaçlarının altında ücretli ve ücretsiz emeğimizi, kadın işçi sağlığı ve iş güvenliğini, ILO 190’ı, örgütlenmeyi ve daha pek çok şeyi konuştuk. Bazen güldük, bazen ağladık, birbirimize sımsıkı sarıldık. İyi ki bir aradaydık.
“Yan yana, omuz omuza” diyor yol arkadaşlarımız, 25 Kasım Kadın Platformu’nun Taksim’e çağrı metninde. Bizi toplumsal hayattan dışlayıp, etkisizleştirmeye çalışan sistemik erkek şiddetine karşı fabrikalardan, ofislerden, ev içlerinden gelerek hep birlikte isyanımızı haykırıyoruz; susmuyoruz, hayatlarımızdan vazgeçmiyoruz…
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!