Son zamanlarda en çok İsrail’in Gazze’ye yönelik soykırım saldırıları sırasında konuşuldu, ölüm ve yaralanmaların birer sayıdan ibaret olmadığını hatırlamanın önemi… Bu sayıların aslında, hayatların parçalanması, insan bedeninde ve ruhunda geri dönüşü olmayan hasarların oluşması ve taşınması anlamına geldiğini hiç unutmamak gerekiyor. Bunun unutulmaması, neden bu savaşlara karşı durmamız konusundaki bilincimizi açık tutar. İsrail’in yanında konumlanmaya kadar estirilen rüzgâr karşısında, soykırıma ve katliama uğrayan halkların yanındaki yerimizi korumamızı sağlar.
Sayılara alışmamak; söz konusu iş cinayetleri, iş kazaları, kadın ve LGBTİ+ nefret cinayetleri, erkek şiddeti ya da Kürtlere ve göçmenlere dönük nefret saldırıları olduğunda da benzer bir dikkate mazhar olması gereken bir tutum.
Kasım ayı başında Siverek’te tarım işçisi kadınlarla geçirdiğim zaman içerisinde, birbirimizle temasımız ve paylaşımlarımızda, sayıların ne denli soğuk ve tehlikeli olduğunu düşünüp durdum. Sanırım bu konuya bu denli takılıp kalmam da bu sebepten. Burada, 20 Ekim günü, kadın işçileri taşıyan pikap türü aracın kaza yapması, sadece iki kadının ölümüne ve 19 kadının yaralanmasına yol açmadı. Mesela 34 yaşında olan Perihan’ın (ve bu yazıyı yazdığım sırada, ağır yaralılardan Emine isimli bir kadının daha yaşamını yitirdiğini öğrendim) geride bıraktığı, yaşanacak bir yaşamı ve henüz 13 yaşında olan bir çocuğu vardı. Mesela kazada aldığı darbe sonucu boynundan aşağısı felç kalan bir başka kadın, bundan sonraki hayatını bu şekilde geçirecek. Mesela sohbet ettiğimiz birçok kadın, bu kazadan sonra işe gitmekten kaygı duyduklarını ama gitmek zorunda olduklarını konuşuyor.
Bu ve buna benzer durumlar, sayılara sığmayan ve sığdırılmasına izin verilmemesi gereken ayrıntılar aslında. Bu ayrıntılardan biraz daha bahsetmek istiyorum.
Erkekler bu sektörü kadınların üzerine yıkıyor
Siverek’te tarım işçiliğinin yüzde 90’ı kadınlar tarafından yapılıyor. Çünkü hem çalışma saatleri çok uzun hem şartlar oldukça kötü. İnsanlık dışı bir muamele var işçilere karşı; hem güvencesiz ve esnek hem de bu kadar cefanın karşılığı olarak çok düşük ücretler ödeniyor. Ve patronların keyfi tutumuna göre bu ücretler kesilebiliyor, elçiler işçi yevmiyelerini birkaç ay kendilerinde tutup işletebiliyorlar. Erkekler, “Bu paraya, bu rezillik çekilmez” diye düşünüyor. Bu paraya çalışırlarsa kendilerinin “ayıplanacağını” düşünüyorlar. Dolayısıyla bu sektörü, bile isteye “kadın işi” olarak kodluyor ve “ek gelir” olarak gördükleri için kadınlara bırakıyorlar.
İlçe merkezi görece küçük olabilir; ancak tarla ve bahçeler merkeze uzak, hatta tarlalara varmak için birçok komşu ilin sınırlarına dek uzayan bir yolculuk yapıyor kadınlar. Bu yüzden sabah 07.00’de başlayacakları iş için 05.00’te kalkmak zorundalar. Akşam da işin durumuna göre 17.00-18.00’e dek çalışıyorlar ve evlerine dönüş 19.00-20.00 civarı oluyor.
Bu arada, bilindiği gibi, çalışma sistemi elçiler aracılığıyla yürüyor. Yani tarla ve bahçe sahipleri, bir kişiyle anlaşıyor ve bu kişi, onların istediği sayıda işçi topluyor ve bunun karşılığında işçilerden kesilmek üzere işçi başı ücret alıyor. Bugün bir işçinin ücreti, günlük 340-350 TL civarında aslında ama buradaki 40-50 lira elçi için işçilerden kesiliyor. İşçiler, günlük 300 TL yevmiye alıyor (Bu arada, enflasyonun tavan yaptığı şöylesi bir dönemde, yevmiyelerin 300 liraya yükselişi, Kurban Bayramı’na denk geliyor). Ayrıca buna ek olarak, patrondan da çalışmasına gerek olmadan bir günde iki yevmiye civarı ücret alıyor elçiler.
Bahçe ve tarla sahipleri, işçileri toparlama işi gibi işçi servisi meselesini de elçiye bırakıyor. Ancak şöyle bir şart koşuyor: “Servis işini bana ne kadar ucuza getirirsen o kadar iyi olur, tarla işlerimi hep senin işçilerine yaptırırım.” Bunun anlamı şu: Kapalı ve minibüs tarzı araçlar, işçilerin oturması için tasarlandığından daha az işçi alıyor ve eğer tarla ya da bahçe büyükse işçi sayısında artış olacağından daha fazla servis tutulması gerekiyor. Aslında insan taşımacılığında yasaklanmış kamyonet ve pikap tarzı araçlar, bu kapalı servislerin alternatifi olarak görülüyor. Çünkü hem oturacak koltuk olmadığı için ayakta ve daha fazla işçi sığabiliyor hem de kapalı servislere oranla daha uygun fiyatlara çalışıyor bu araçlar. Bu da hem bahçe ve tarla sahiplerinin işine geliyor hem de elçiler, buradan da bir komisyon ücreti keserek kazançlarını artırıyorlar.
Patron azarlıyor, bağırıyor, kadınların üzerlerine yürüyor
Kadınlar genel olarak kendilerine insan muamelesi yapılmadığını ve bundan çok rahatsız olduklarını anlatıyorlar. Servis meselesini de bunun bir parçası olarak görüyorlar. Hayvan ve malzeme taşımacılığında kullanılan ve insan taşımanın yasak olduğu araçlarla, hem de o yorgunluğa rağmen ayakta işe gidip gelmek istemediklerini ve bu araçlara binmekten korktuklarını anlatıyorlar.
Tarla ve bahçe sahipleri, kadınlara köle muamelesi yapıyor adeta. İşçilerin sürekli başlarında bekliyor, baskı kuruyorlar işçi üzerinde. Kadın işçilerin yaptığı işi beğenmiyor, asla yeterli bulmuyorlar. Ne kadar çalışırlarsa çalışsınlar, verdikleri 300 lirayı kadınların hak etmediklerini sık sık dillendiriyorlar. Kendilerine karşılık veren ya da ölesiye çalışmadığını düşündükleri işçilerin ertesi gün gelmesini istemiyorlar. Tamamen güvencesizlik ve esneklik üzerine kurulu olan bu çalışma sisteminde, neredeyse tamamını erkeklerin oluşturduğu tarla ve bahçe sahipleri, kadın işçileri sık sık azarlayabiliyor, onlara bağırabiliyor, onları tehdit edebiliyor ve hatta kadınların üzerlerine yürüyebiliyor. Kadınlar bu konuda çok örnek anlattılar.
Hal böyle iken, çalışma alanının fiziki koşulları da kadın işçiler üzerinde yeni baskı mekanizmaları kurmak için kullanılıyor. Örneğin, kadınlar yemeklerini kendileri getiriyor. Ancak kadınların yemeklerini koyabilecekleri sağlıklı bir yer (buzdolabı gibi) temin edilmiyor. Bu da getirilen yemeklerin tatlarının bozulmasına ve zaman zaman zehirlenmelere yol açıyor. Aynı şekilde ısıtılması için de bir araç temin edilmiyor. Fiziki güce dayalı tarla ve bahçe çalışması yapan kadınların su ihtiyacı da karşılanmıyor. Kadınlar su istediklerinde bazen kendilerine su getirilmediğini, bazen yaz günü olmasına rağmen sıcak su getirildiğini, bazen de nereden getirildiği belli olmayan ve kokusundan içilmeyecek durumda olan suların getirildiğini anlatıyorlar.
Evdeki düzen de işlemek zorunda
Tuvalet sorunu da işin diğer bir boyutu. İşçinin içeceği suyu, yemeğini koyacağı dolabı veya ısıtacağı ocağı bile çok gören patronlar, kadınların tuvalet ihtiyacına dönük de bir çabaya girişmiyorlar. Kadın işçilerden tuvalet ihtiyaçlarını, dağlık taşlık alanda gidermeleri isteniyor ama gidiş sayısından orada kalma süresine dek her şeyi denetim altında tutmaya çalışıyorlar. Kadınlar taciz ve daha birçok kaygıyla tek gitmek istemeyip birkaç kişi ile gitmek istediğinde, buna engel olmak çabasında oluyorlar.
Röportajlarda kadınlar dile getirmişti ama altını çizmekte fayda var: Yemek, su ve tuvalet konusunda bu baskı ve denetimler, kadınlar için böbrek, bağırsak ve idrar yolu enfeksiyonu hastalıklarına neden oluyor. Keza kadınların çoğu, aniden çıkıp gelen böbrek ağrılarından ve idrar yolu enfeksiyonlarından şikâyetçi. Tüm bunların aslında meslek hastalığı ve önlenebilir hastalıklar olduğunu konuştuğumuzda kadınlar, erkek patronların özellikle tuvalet meselesine karışmasından kaynaklı utandıkları gibi bu tür rahatsızlıkları konuşmaktan da çekindiklerini anlatıyorlar.
Sohbetler sırasında salt kadınların tarla ve bahçe işlerindeki çalışma şartlarını konuşmadık. Çünkü kadınlar işe giderken bile evin düzeninin tıkır tıkır işlemesi gerekiyor. Aksi durumda bu kez evdeki erkekler tarafından “işe gönderilmemekle” tehdit ediliyorlar.
Tarla ve bahçe işlerini konuşurken önemli bir konu da çocuk işçiliği aslında. Çünkü kadınların her biri çocuk yaştan itibaren çalışmaya başlıyor, ta ki gözü görmeyene, beli tutmayana dek… Bu bölgede büyüyen çocuklar içerisinde tarlada çalışmayan sayısı, bir elin parmağını geçmiyor. Bu konu üzerine 13, 14 ve 16 yaşlarında üç çocukla konuşma şansımız da oldu. “İlk günlerde çalışmak kolay geldi. Çünkü oyun gibi geliyordu bana. Ama giderek zor gelmeye başladı. Sürekli erken kalkıyorum. Eğilip kalkıyorsun. İşe gitmek diken gibi batmaya başladı. Nefret ediyorum” diyen çocuklar, aynı zamanda okula devam ediyorlar. Şanslı oldukları tek konu, annelerinin onları okutmak için her şeyi göze almış olması…
İŞKUR’dan iş bulmak bile torpille
Siverek’te kadınların istihdam edildiği çok az iş alanı olması, kadınların en şikâyetçi olduğu konulardan biri. İŞKUR aracılığıyla kadınlar için açılan alanlar, genellikle okul ve devlet kurumlarında temizlik, çay-kahve, yemek gibi işlerden ibaret. Ancak kadınlar, düzenli maaş ve sigortanın olduğu bu işlerde geçici olarak çalışabilmek için bile sıra bekliyorlar. Ancak sıraya girmek ve sıranın kendilerine gelebilmesi için bile araya “tanıdık” birilerini koymanın olmazsa olmaz şart olduğunu söylüyor ve AKP’li olmayınca kendilerine sıranın gelmediğinden dert yanıyorlar.
Diğer yandan küçük işletmelere, esnafın yanında işe girmelerine çoğunlukla erkekler tarafından izin verilmiyor. Aile işletmesi olmadığı müddetçe bir kadının, başka birinin yanında çalışması (düzenli maaş ve sigorta eşliğinde) “ayıplanıyor.”
AKP’li olan Siverek Belediyesi’nin başkanı, bir kadın. Kadınlar, belediye başkanının daha önce orta halli olduğunu ama belediye başkanı olduktan sonra muazzam zenginleştiğine dikkat çekiyorlar. Bir kadın olarak onun, kendi hallerinden anlaması ve kendilerine özel proje üretmesi gerektiğini düşünüyorlar (Bu arada Siverek için araştırma yaparken, belediyenin Siverek Kadınları Tarımsal Kalkınma Kooperatifi kurduğunu görmüştüm ve bunu da kadınlarla paylaştım). Kurulan kadın kooperatifine, İŞKUR listesinde olduğu gibi iktidar partisine yakın olanların alındığını anlatan kadınlar, belediyenin park ve cami yapmaktan başka bir iş görmediğini söylüyorlar.
Belediyeler ve devlet kurumları ile ilgili konuşmalarda kadınların tamamı, devletin ve diğer yöneticilerin yoksulları görmediğini, onlarla ilgilenmediklerini söylüyor. Elbette hem erkekler hem patronlar hem de devlet tarafından bu kadar değersizleştirilmelerinin nedeninin kadın olmalarından kaynaklı olduğunun farkındalar ve sık sık bunu dillendiriyorlar. Kadınların özellikle bulundukları coğrafyada değerli görülmediğini ekliyor, tarla ve bahçede çalışırken şartlarının ve yevmiyelerinin düzeltilmemesinin nedeni olarak bunu görüyorlar. Pikap ve kamyonlarla işe götürülüp getirildiklerinin devlet tarafından da bilinmesine rağmen bugüne dek bir tane araca bile bununla ilgili trafik cezası kesilmemesini, buna bir örnek olarak anlatıyor kadınlar. Ve herhangi bir devlet yetkilisinin kaza sonrasında kendilerine geçmiş olsun dememesini de…
Fotoğraflar: Rahime Karvar