“Çok çalışıyoruz ya, bizi kimse çıkarmaz sanıyorduk. Ben gücümün yettiği kadar, ne derlerse yapıyordum. Kürekle toprak attım, brandaları kaldırdım, tekrar yaydım. Sürekli çalıştım. Gün içinde bir kere tuvalete gitme hakkımız vardı. İkinci kez gitmek istesek kızıyorlardı…”
Bu sözler, Agrobay Seracılık’ta sendikalı olduğu için işten atılan işçilerden Tülay’a ait… Tülay’ın da aralarında olduğu onlarca kadın, üç haftadır firmanın kapısında gece gündüz direniyor.
Peki ne olmuştu Agrobay’da? Kısaca hatırlayalım:
İzmir Dikili’de bulunan, Avrupa’nın en büyük sera bölgesi ve domates üreticisi olmakla övünen Agrobay Seracılık’ta işçiler, insanlık dışı çalışma koşullarına ve sonu gelmeyen hak ihlallerine karşı anayasal haklarını kullanarak Tarım İşçileri Sendikası’nda (Tarım-Sen) örgütlenmeye başladı.
Bunu öğrenen Bayburt Grup’a bağlı Agrobay Seracılık’ın yönetimi, 23 Ağustos’ta, Tülay’ın da içlerinde olduğu çoğu kadın 39 işçiyi Kod 46’dan tazminatsız işten çıkardı. Bu işçiler arasında 12, 14, 18 yıl bu şirkete emek vermiş, kötü çalışma koşulları nedeniyle sağlıklarını yitirmiş kadınlar vardı.
İşten çıkarılan kadınlar ve sendika, işçi kıyımının durdurulması, tazminatların ve diğer tüm alacakların ödenmesi, fesih bildirim kodunun değiştirilmesi talepleriyle Hasan Şentürk Tarım Yerleşkesi önünde direnişe geçti. Ancak türlü baskı ve engellemeyle karşılaştılar. Jandarma şiddetine maruz kaldılar, çocuklarının önünde yerlerde sürüklendiler, gözaltına alındılar, tehdit edildiler… Mahkeme, sendikacıların şirkete “500 metreden daha az yakınlaşmamasına” karar verdi. Bu da yetmedi; onları her gün gönüllü olarak alana getiren aracın şoförüne bile ceza kesildi.
Ama kadınlar yılmadılar, yılmaya da hiç niyetleri yok. “Haklarımızı almadan hiçbir yere gitmiyoruz” diyorlar.
Christine Delphy, Baş Düşman kitabında “Kadınlar için başkaldırının ilk anı ezildiğini keşfetmektir”* der.
Hal böyle olunca başlar kadınların isyan çığlığı.
Bu çığlık çoğalsın diye, kadınları ilk başkaldırıya götüren koşulları, talepleri, direnişi, sendikal süreci iki kadınla, Agrobay işçisi Tülay ve Tarım-Sen avukatlarından Kardelen’le konuştuk.
‘Boynumda dört fıtık, kollarımda sinir sıkışması…’
Tülay, seni tanıyabilir miyiz? Kaç yıldır Akrobay’da çalışıyorsun?
Tülay Gören: 1978 doğumluyum. İki çocuğum var. Kızım üniversitede okuyor. Oğlum askere gidecek. Ben İŞKUR aracılığıyla Agrobay’a girdim; altı yıldır çalışıyordum. Burada çok şey gördüm. Çok zor koşullarda çalıştım. Çok eziyetler çektim. Eldiven vermediler, kendim aldım. Çocuklar okuyor diye, hele kızım okuyor diye hepsine dayandım. Buna bir de evdeki işleri ekleyin. Gerisini siz düşünün. Evde de yük benim omuzlarımda. Sağlık sorunlarım oluştu.
İşe bağlı sorunlar mı bunlar? Meslek hastalığı mı?
Evet, yaptığım işten dolayı… Meslek hastalığı gibi… Sürekli eğilmekten boynumda dört tane fıtık oluştu. Kollarımda sinir sıkışması var. Yine de çalışmaya devam ettim. Söylediğim gibi, çalışma koşullarımız çok ağır.
Biraz açar mısın bu koşulları? İşçi sağlığı ve iş güvenliği (İSİG) önlemleri alınıyor muydu, mola süreleri yeterli miydi? Şiddet, mobbing var mıydı?
Meyve sebzeleri toplarken, kasalara yerleştirirken kullandığımız malzemelerin hiçbirini vermediler. Ayağımıza ayakkabı, elimize eldiven vermediler. Forma vermediler; başkalarının eski formalarıyla idare ettik.
Sürekli çalıştım, çalıştık. Gün içinde bir kere tuvalet gitme hakkımız vardı. İkinci kez gitmek istesek kızıyorlardı. Mühendisten fırça yiyorduk.
Bir gün bana verilen işi kollarımda sinir sıkışması olduğu için yapmak istemedim. Mühendis Orhan Bey’e “Kollarımda sinir sıkışması, boynumda dört tane fıtık var. Beni ağır işe gönderme, kasalar ağır” dedim. O zaman “Sen git, Müdür Ahmet Taner Bey’in döner koltukluğuna otur, rahat et. Yürü yürü, defol” diyerek beni azarladı. Defol demesi çok zoruma gitti.
Telefon yasak. Sabah girdik mi akşama kadar susuyorduk. Konuşurken görürlerse “Sus bayan” deniliyordu. Adımız yoktu. Korkudan, hep öyle çalıştık.
Sizi adınızla çağırmamaları psikolojik şiddet. “Korkudan çalıştık” dedin. Neden korkuyordunuz?
Korkuyorduk; çünkü okula giden çocuklarımız, ev kiralarımız, kredi borçlarımız vardı. Burada eşi olmayan kadınların sayısı çok. “Ne yapayım, mecburum” diyerek çalışıyorlardı. Bu yüzden hepimiz susuyorduk. Susarak çalışıyorduk.
‘Sendikalı olsam bana defol diyemez’
Nasıl sendikalı olmaya karar verdin?
Bir gün arkadaşlar geldi. Argobay’a bir Alman firmasının ortak olduğunu, çalışma koşullarının ağır olduğunu, bizi işten çıkarabileceklerini, o zaman hiçbir hakkımızın olmayacağını, haklarımızı alabilmek ve koruyabilmek için sendikaya üye olacaklarını söylediler. “Seni de üye yapalım” dediler. Gelen arkadaşların söyledikleri doğruydu. Çalışma koşullarını düşündüm. Mühendis Orhan Bey ’in bana söylediklerini, hakaretlerini düşündüm. O zamandan bu yana sinirlerim iyice bozulmuştu. Sendikalı olsam bana böyle yapamaz, defol diyemez, dedim. Sendikalı olmaya karar verdim. Tarım-Sen’e üye oldum.
Ama üye olduğumuzdan patronun haberi oldu. “Ne kadar süredir sendikalıydın?” diye sorsanız, bir hafta ya var ya yok. Bizi değişik bahanelerle işten çıkarmaya, kapının önüne koymaya başladılar. Ben sendikalı olduğumuz için bizi çıkaracaklarını biliyordum. Ama arkadaşlarımızın çıkarılmasına çok üzüldüm.
Sonrasında neler yaşandı?
Biz hep birlikte İnsan Kaynakları’ndan (İK) Funda Hanım’la konuşalım dedik. Ama İnsan Kaynakları’nın insan kaynaklarıyla hiç alakası yok. Patron Kaynakları olmuş! Hiç yüzümüze bakmıyor. İK’nin kapısının önünde saatlerce bekledik. Kimse gelip de “Ne yapıyorsunuz? Niye bekliyorsunuz? İyi misiniz, bir derdiniz mi var?” diye sormadı. Görüşme olsaydı biz hiçbir şey yapmayacaktık.
Siz de eylem kararı aldınız…
Aslında ilk eylem anlık oldu. Öyle eylem fikrimiz yoktu. O gün sendikacılar da gelmiş. Bizim onlardan haberimiz de yok. Tanımıyoruz bile. Funda Hanım bize “Bırakın çıkın, defolun gidin. Sizi burada bırakacağız. Servisleri de gönderiyorum. Neyle giderseniz gidin” dedi. Biz de servisler bizi almadan gitmesin diye servislerin önüne geçtik. Servisler giderse biz burada ne yaparız, dedik. Kadınları korkutmaya çalışıyorlardı. Ben bu iş böyle gitmez, dedim. Ya servislere binecektik ya sesimizi duyuracaktık! Sesimizi duyurmayı tercih ettik. Servislerin önüne geçtik.
Konuşmaya gittik, bizi dinlemediler. Kötü davrandılar, azarladılar. Servislerin önüne geçerek planlı projeli bir eylem yapmadık. Ani olan bir şeydi. Elimizde hiçbir şey yoktu. Hatta su şişemiz bile yoktu. Onların tutumu bizi bu noktaya getirdi.
Zaten bizi çıkarmayı planlamışlar. Daha önceden de söylenip duruyordu. Biz inanmıyorduk. Çok çalışıyoruz ya, bizi kimse çıkarmaz sanıyorduk. Ben kendim, gücümün yettiği kadar ne derlerse yapıyordum.
Erkek işi yaptık. Erkekler “Kadınlarla aynı parayı alıyoruz, az para alıyoruz” diye bırakıp gittiler. Çalışanların çoğunluğu kadın. Üç beş erkek var. Onların da çoğu engelli kotasından gelenler. Onların da gücü yetmiyordu. Bütün erkeklerin işlerini biz yaptık. Karşılığı işten çıkarma oldu.
Üstelik tazminatsız…
Evet! Bana bir kâğıt gönderdiler. 25’inci madde diye bir şey varmış. Yüz kızartıcı suçmuş, işverene karşı gelmekmiş. Bizi bu maddeden çıkarmışlar! Kâğıtta yazılanların hiçbirini kabul etmiyorum. Verdikleri halde buradan bir kilo domates alıp eve götürmedim. Hiç almadım. Kanser olacağım korkusuyla almadım. Çok ilaç atıyorlardı. Hasta olmaktan korktuğum için… Ailem kanser riski taşıdığı için almadım. O yüzden beni, bizi işten çıkarma gerekçesi olan 25’inci maddeyi kabul etmiyorum.
‘Başka yerlerde işe girmemizi engelliyorlar’
24 Ağustos’tan beri direniştesiniz, bu süreçte yaşadıklarınıza dair neler söylemek istersin?
Hakkımızı istiyoruz biz. Hakkımızı vermediler. “Çıkın, istediğiniz yere gidebilirsiniz” dediler. Biz de halka, size sığındık. Avukat tutacak param bile yok. Kızım Bayburt’a üniversite okumaya gidecek, oğlum askere. Ben kızımı ancak okutuyorum.
Bir de diğer işyerlerine haber göndermişler, “Bunları işe almayın” diye. Bizim başka yerlerde işe girme hakkımızı da engelliyor, karalama kampanyası yürütüyorlar. “Bunları işe alırsanız sizi sendikaya, medyaya verirler, işe almayın” diyorlar. Hatta hatır koyuyorlarmış. Peki biz ne yapacağız? Çocuklarımızı okutmayalım mı? Eve ekmek götürmeyelim mi?
Zaten diyorlar ki “Bize okumuş insan lazım değil.” Burada çalışan bütün kadınlar ilkokul mezunu, çoğunun rahatsızlığı var. Evi kira olan, kocası olmayan… Kısacası çalışmak zorunda olan kadınlar… Özellikle böyle koşulları olanları işçi olarak seçiyorlar. Beklemeyelim, korkalım, haklarımızı istemeyelim diye önümüze çevik kuvvet getirmişler. Dünya bunlardan ibaret mi? Değil. Sonuç alana kadar devam edeceğiz. O yüzden haklarımızı alana kadar mücadele…
İş kazaları adli vaka olarak bildiriliyor
Agrobay’da kadın işçileri sendikal örgütlenmeye götüren koşullara dair ne dersiniz?
Av. Kardelen Hazal Aslan: Agrobay Seracılık’ta çalışan kadın işçilerin çoğu 10 yıla yakın burada çalışmış. E-devlet sisteminden tespit edebildikleri üzere, buradaki işçilerin birçoğunun sigorta bildirimleri birkaç ay ile birkaç yıl arasında değişen sürelerde geç yapılmış; bu sebeple işçiler, emeklilik hak edişlerine ilişkin sorun yaşıyor. Agrobay’daki çalışma sürelerinde, Bayburt Grup’a bağlı farklı şirketlere ait sigorta giriş-çıkışları da görülüyor.
İşçilerin aktarımına göre, burada çok ciddi bir mobbing uygulaması mevcut. İşçiler tuvalet ve su molası veremediklerini, tuvalete gitmek ya da su içmek için işe ara verdiklerinde hakaret ve tehditlerle karşılaştıklarını aktarıyor.
Yine en önemli sorunlardan biri, işçilerin iş kazası bildirimlerinin yapılmaması, işten çıkarma tehdidi ile bu kazaların adli vaka olarak bildirilmesi. Agrobay Seracılık’ta uzun süre çalışan neredeyse her kadının oldukça ağır durumda olan bel fıtığı, diz ve bacaklarında rahatsızlığı var. Rapor ya da izin alarak çalışmadıkları sürelerde iki günlük yevmiyelerinin kesildiğini, hafta tatili ve fazla mesai ücretlerinin tam olarak ödenmediğini, maaşlarının sürekli olarak gecikmeli yatırıldığını, banka promosyonlarının kendilerine ödenmediğini ve promosyonların işverence alındığını ifade ediyorlar.
Başka bir sorun da çift katlı ve oldukça eski servis araçlarının kullanılması. İşçiler can güvenliklerinin olmadığını defalarca ifade etmiş; ancak bir çözüm bulunamamış. Bu araçların yolcu taşıma ruhsatının olup olmadığı da tarafımızca bilinmiyor; işçiler Agrobay araçlarının trafik ekiplerince durdurulmadan geçtiğini ifade ediyor.
Tüm bu sebeplerle Agrobay Seracılık’ta sendikamız bir örgütlenme faaliyetine başladığında oldukça güçlü bir karşılık buldu ve örgütlenme süreci işçiler arasında hızla yayıldı.
Ancak işveren, işten atma saldırısıyla yanıt verdi…
Evet, işveren 23 Ağustos’ta sendikamız üyesi işçileri işten çıkarmaya başladı. Aynı gün, çalışmaya devam eden ve aralarında sendikamız üyesi işçilerin de bulunduğu işçiler, mesai bitiminde işten çıkarılan arkadaşlarının işe geri alınması ve bir ayı geçkin süredir yatmayan ücretlerinin kendilerine ödenmesi talebi ile bir eylemliliğe girişti. Mesai saati bitiminde 100’e yakın işçi, kendilerine bir muhatap bulmak umuduyla idareye yürümek istedi; ancak bir karşılık bulamadılar.
Sendikalı işçilerin ekonomik küçülme, verimsizlik gibi çelişkili sebepler ile işten çıkarılması devam ederken, işveren bu eyleme katıldığını tespit ettiği işçiler hakkında gerçeğe aykırı fesih bildirim kodunu devreye sokmaya, Kod 46 ile işten çıkış bildiriminde bulunmaya başladı. Bu kod, İş Kanunu’nun 25/2-e maddesinde gösterilen ‘’İşçinin, işverenin güvenini kötüye kullanmak, hırsızlık yapmak, işverenin meslek sırlarını ortaya atmak gibi doğruluk ve bağlılığa uymayan davranışlarda bulunması’’ sebebine dayalı olarak veriliyor.
İşçiler hukuka uygun, barışçıl bir şekilde muhatap bulmak istedi, iki aya yakın süredir ödenmeyen ücretlerinin hemen ödenmesi talebinde bulundular; ancak aynı eylemde işçiler, yine azarlanma ve kötü muamele yolu ile susturulmak istendi. Birlik olarak azarı, kötü muameleyi, ücretlerinin ödenmemesi kabul etmeyen ve çalışma koşullarındaki hukuka aykırılıklara yönelik toplu eylem hakkını kullanan işçilerin iş bulmasını ve işsizlik ödeneğinden yararlanmasını engellemek, bu yolla direnişi kırmak için Agrobay, gerçeğe aykırı fesih bildiriminde bulunmaya devam ediyor.
Yevmiyeli işten çıkıp direnişe gelenler var
Sendika olarak, işçilerin sendikalı olarak işlerine geri dönmelerine yönelik bir çalışma yürütüyor musunuz?
Sendika olarak, ilk sendikamız üyesi arkadaşımızın işten çıkarıldığı günden bu yana işçilerin yanında durduk, direnişlerine omuz verdik ve onlar haklarını eksiksiz olarak elde edinceye kadar da yanlarında durmaya devam edeceğiz. Agrobay’da işten çıkarılan işçilerin birçoğu zaten işe geri dönmek istemiyor. İşçiler haklarını eksiksiz olarak elde etmek için direnirken bir yandan da çalışmaya devam eden arkadaşlarının koşullarının iyileştirilmesi, sendikal baskıya son verilmesi için direniyor.
Kadınlık halleri açısından bakarsak, direnişteki kadın işçiler direniş alanı dışında, evde neler yaşıyor?
Tarım alanında, mevsimlik-günlük işlerde, oldukça ağır koşullar altında, çoğunlukla güvencesiz olarak çalışan, bir yandan da eve gittiğinde yemek, temizlik ve çocuk bakımı ile uğraşmak zorunda kalan kadın işçiler, kişilik hakları, ekonomik hakları ve sosyal hakları için bir direniş sürecine girdi. Bazı işçiler işten çıkarıldıktan sonra yevmiyeli işlerde çalışıp, işten çıkınca Agrobay önünde direnişe gelmeye devam ediyor.
Direnişin kendisi işçiler için gerçek dayanışma bağları kurabildikleri, hepimiz için öğretici bir alan haline geliyor. Bu süreçte kadınların evde geçirdiği zaman önemli ölçüde azaldığı için aileleri kadınlara destek veriyor. Sendikamız ise çok yeni ve neredeyse kuruluşunu bir işçi direnişi ile yapmış durumda. Önümüzde çok uzun bir yol olduğunun bilincindeyiz. Ancak direniş pratiği sorgulatıyor, yalnız olmadığımızı hatırlatıyor, geliştiriyor, öğretiyor. Bizim temel amacımız da bu pratiğin bir parçası olabilmek.
Son olarak direnişte olan ve direnişi takip eden kadınlara ne söylemek istersiniz?
Emekleri sömürülen, görünmezleştirilen kadın işçilerin ortak deneyimlerini birbirleri ve kamuoyu ile paylaşması güçlendirici bir süreç. Tarlada, fabrikada, ofislerde, farklı koşullarda çalışan kadınlar benzer deneyimlere sahip. Kadınların direnişi önce bunun farkına varmamızı, ortak paydada buluşmamızı sağlıyor. Kadınların evden dışarıya, emeklerinin yabancılaştığı bir iş faaliyetinin içine düşmeden, öz güçleri ile yarattıkları alanlara adım atması, kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesinin bir parçası. Evde, işte, sokakta, direnen tüm kadınları selamlıyor, destekleri için teşekkür ediyoruz.
*Christine Delphy (1999) Baş Düşman Saf Yayıncılık/yp.115
Fotoğraflar: Tarım-Sen