Esitaş direnişçisi kadınlar: “Çalışırken ölmek istemedik!”

Çalışanların yüzde 60’ını kadınların oluşturduğu fabrikada, işçiler ağır ve işçi sağlığını hiçe sayan çalışma koşulları nedeniyle sendikal örgütlenme mücadelesi yürütüyorlardı. 10 Haziran’da 145 kişinin işten atılması üzerine direnişe geçen ve sendikalarıyla da sorunlar yaşayan Esitaş işçisi kadınlarla konuştuk.
Paylaş:
Bahar Gök
Bahar Gök
bihargok1982@gmail.com

Sancaktepe’den Dilovası Organize Sanayi Bölgesi’ne yaklaşık bir yıl önce taşınan Esitaş (Arteche) Elektrik fabrikasında çalışan işçiler, bir süredir sendikal örgütlenme mücadelesi yürütüyordu. Şubat ayında yasal çoğunluğu sağlayarak yetki başvurusunda bulunan işçiler bu süreçte işten atılma saldırısıyla karşılaşmıştı. Birleşik Metal-İş Sendikası Gebze 1 No’lu Şube’de örgütlenen işçilerden Yunus Emre Taşdemir’in işten atılması üzerine üretimi durdurarak fabrikayı bir gün işgal eden işçiler yöneticilere geri adım attırarak güçlü bir direniş sergilemişti.

Yüzde 60’ı kadın işçilerden oluşan Esitaş’ta, işgal eyleminin ardından TİS süreci hızlanmış. İşyerinde işçi temsilcileri önce sendikanın atamasıyla göreve getirilmiş, ancak temsilciler seçim yapılmasını talep etmişler. Aynı temsilciler, seçimleri, işçilerin yüzde 95’inin oyunu alarak kazanmış. Fabrika işçileri arasında da dayanışma ve ortak hareket etme zemini daha da güçlenmiş. Ve artık sıra çalışma koşullarının iyileştirilmesine gelmiş. İşte bu noktada sendikayla tartışmalar yaşayan işçiler, işyerinde elde etmek istedikleri hakların -İş Kanunu’yla da korunma altına alınmış olan temel haklar- bir an önce edinilmesini sağlamak için mücadeleye aralıksız devam etmişler. Burada patlayan kriz 145 işçinin Kod 49’la (verilen görevi yerine getirmemek) 10 Haziran’da işten atılmasına kadar gitmiş.

Ucuz iş gücü olarak kadın işçiler

Atıldıkları günden itibaren fabrika önünde kendi imkanlarıyla kurdukları çadırla direnişe başlayan işçiler, sendika şubesi önünde de açıklama yaparak yaşadıkları sorunları anlatmış ve sendikanın sorumlu davranmasını istemişlerdi. Direnişin 16. gününde fabrika önünde ziyaret ettiğimiz Esitaş işçisi kadınlarla hem fabrika içerisindeki çalışma koşullarını hem de sendika ile yaşadıkları sorunları konuştuk.

İşten atılanların arasında 80 kadın işçi varmış. Dönüşümlü olarak her gün fabrika önündeki direniş çadırına 10 işçi düzenli olarak geliyormuş. Toplamda 60 kadar işçiyi kendi eş dost akraba çevrelerini değerlendirerek başka fabrikalarda işe aldırmışlar. İşçilerin anlattığına göre geri kalan işçiler hem kodlarla atıldıkları hem de Esitaş yönetiminin baskısı nedeniyle başvurdukları işyerlerindeki görüşmelerden sonuç alamadan dönüyorlar direniş alanına. Bizim ziyaretimiz esnasında direnişçilerden Nihal, bir iş görüşmesinden çıkıp geldi yanımıza. Hızlıca görüşmeyi anlatarak “Ne olacak bizim durumumuz böyle. Bir firmanın yeni açılacak fabrikasına toplu alım yapılacak. 40 kişi gelmişti bugün görüşmeye. Alınmayan bir tek ben oldum. Ne kadar acı” diyerek öfkesini dile getirdi.

Sema, Ceyda, Helin ve Nihal ile yaptığımız sohbette öğreniyoruz ki İspanya sermayeli Esitaş Elektrik’te döküm işi de yapıldığı için aslında Ağır Riskli İşler kapsamına giriyor fabrika. Ancak risk derecesini Orta Riskli işler kapsamına düşürerek kadın işçi çalıştırmaya başlıyor. İşçi ücretleri de düşürülmeye başlanıyor haliyle. Yani kadın işçilerin Esitaş’ta çalıştırılmalarının en önemli nedenlerinden biri iş gücünü ucuzlatmak.

İşçi sağlığı ve güvenliği hak getire

Ceyda ve Sema akım sekonder denilen bölümde çalışıyor. Nihal ve Helin ise yüksek gerilim bölümünde. Ağırlıklı olarak tel sarım işi yapıyorlar. Tel sarım işinin kadın işçiler için ne kadar zorlayıcı olduğunu öğrenmeye çalışıyoruz. Helin başlıyor anlatmaya: “Aslında değişiyor. Kimi zaman düşük spil (her bir sarıma spil deniyor) kimi zaman yüksek spil oluyor. Bunların ağırlığı 5 kg ile 40 kg arasında değişiyor. Sarım işi ellerimizi çok zorluyor. Eldivenle bile ellerimiz kaskatı oluyor, ağrı yaşıyoruz. Bir spil yanlış attığında onu elle çözüp yeniden sarıyoruz. Normalde bu ruloları kaldırıp makineye yerleştirmek için fabrikada vinç var ama çok kullanışlı değil. Kaldırmak için çoğu zaman erkek arkadaşlardan yardım alıyoruz. İki kadın kaldırmaya çalışıyoruz. Bu çok zor oluyor tabii. Bir de hem makinelerde hem de sarımda, ellerimizi parmaklarımızı kaptırmak gibi iş kazaları oluyor. İş kazası yaşadığımızda genelde bekletiyorlar. Hastaneye götürmüyorlar. Çoğu arkadaşımız gibi ben de iş kazası geçirdiğimde, vardiya bitince kendi imkanlarımla gittim hastaneye. Nihal ablanın parmağı yamuk kaldı mesela. İşten atılırız korkusuyla iş kazası olarak yazdırmadık şimdiye kadar. Zaten öyle bir durumda İSG uzmanı direkt tehdit ediyor bizi. ‘İspanya’dan bana yaptırım uygularlarsa ondan sonra sorarım size’ dedi defalarca.”

Sema da iş kazası geçirmiş ve kolunda doku ezilmesi olmuş. O halde çalıştırmaya devam etmişler. “İtiraz etsen neye yarar” diyor. Gece vardiyasında işçilerin baskısıyla ambulans çağırarak iş kazası geçiren işçilerin hastaneye gitmesini sağlıyorlarmış. Daha ağır iş kazaları olduktan sonra birtakım güvenlik aparatları takmışlar makinelere ancak onların da periyodik bakımları yapılmadığı için bir süre sonra kullanılamaz hale geliyormuş. Üstelik, makinelerin arka kısımlarına takıldığı için işi yetiştirememek gibi yeni sorunlar ortaya çıkmaya başlamış. İş yetişmediğinde de ustabaşı ve postabaşları tarafından hakaretlere maruz kalıp “hadi hadi” baskısıyla çalıştırılıyorlarmış. Sürekli ayakta çalıştıklarını hatta zorunlu tuttukları 8 saatlik fazla mesaiyle 16 saat çalıştırıldıklarını anlatıyor Sema. Pazar günleri dahi fabrikaya gitmek zorunda bırakılmışlar. Evli ve ailesiyle yaşayan kadınların 8 saatlik fazla mesaiye kaldıklarında evlerinde çokça sorun yaşadıklarını dile getiriyor. Zaten mesaiye kalmak isteyip istemediği kimseye sorulmuyormuş. Listeye ismi yazan kalmak zorunda. İtiraz edene “Beğenmiyorsan, işine gelmiyorsa kapı orada” cevapları veriliyormuş.

“Erkek ustabaşılarına regl olduğumuzu söyleyemiyoruz”

İş kazalarının sık yaşanmasının en önemli sebeplerinden birinin eğitim almadan makineye verilmeleri olduğunu anlatıyor Sema: “Çoğu zaman ellerinde eğitim kağıtlarıyla gelirler ve 5 dakikada anlatıp giderlerdi. Ya da eğitim aldığımıza dair formları imzalatıp giderlerdi. Ufacık bir hata yaptığımızda, ‘Ben bu işi iyi bilmiyorum’ deme şansımız yoktu. Bir süre ortalıkta görünmesek hemen ‘Sen neredesin, ne işin var orada, geç makine başına’ diye bağırıyordu ustabaşılar. Sürekli denetlemeye çalışıyorlardı ama her şeye de rıza göstermemizi istiyorlardı. Tuvalete giderken bile izin almak zorunda bırakıyorlardı. Bir tane molamız vardı ama tuvaletler uzak, sıra bekliyorsun ayrıca. Yetişmiyordu. Moladan bir dakika geç gelsek hesap soruyorlar, bağırıyorlardı. Kadın ustabaşı yok, regl olduğumuzda karnımız ağrıyor ya tuvalete daha fazla gitmek zorundasın ya da oturman gerekiyor. Ama bunu erkek ustalara söyleyemiyorsun. Anlamıyorlar da. Karnım ağrıdığında ‘Bugün mesaiye kalamam’ dediğimde sebep olarak farklı yalanlar söylemek zorunda kalıyordum.”

20 yaşına girmek için gün sayan Ceyda ağrı kesicilerle yaşamaya başlamış Esitaş’ta. Arkadaşları dahi “Neden bu kadar çok ağrı kesici kullanıyorsun” diye soruyorlarmış. Biz de soruyoruz haliyle. Kendisinden dinleyelim: “Bir keresinde Ramazan Bayramı’ndan önce ayağım çok ağrıyordu. 16 saat ayakta çalışmışım. Bir yerden sonra ayağım kilitlendi. Krem sürdüm, ağrı kesici içtim geçmedi. Revire gittim. Hemşire krem sürdü, ayağımı sardı, biraz dinlendirdi. Öyle böyle saat geçti ve vardiya bitti. Sonrasında ortopediye kendim gittim. Rapor aldım. Bayramdan sonra beni çağırdılar. Bir ton şey söylediler. ‘Benim sağlığım daha önemli’ dedim artık. Daha sonraları sistemden izin almayı zorunlu kıldılar. Aynı gün iki kişiye izin verilmiyor. İzin kullanmak istediğimizde yıllık izinlerimizden düşüyorlar. ‘4-12 ve gece vardiyasına denk getirin hastane ve diğer işlerinizi’ diyorlar. Kamptaydık resmen. Ağrı kesicilere sarılıyordum işte.”

Telefon yasak, yemekler sağlıksız

En çok el ve bilek ağrısı yaşayan kadın işçiler fazla mesaiye kalmak istemediklerinde bekar kadınlara daha fazla baskı uyguluyorlarmış. “Evde bekleyenin mi var, çoluğun çocuğun yok nasılsa” şeklinde dayatıyorlarmış mesaiyi. “Sanki bu dünyaya sadece Esitaş’a çalışmaya gelmişiz gibi davranıyorlar bize” diyor kadın işçiler.

Kendilerinin sendikaya üye olma nedenlerini öğrenmek istiyoruz. Hem giderek ağırlaşan çalışma koşulları hem de hakaretler artık tahammül sınırlarını aşmaya başlamış. Sağlıksız çalışma koşulları, sağlıksız yemekler, işçi sağlığıyla ilgili alınmasını istedikleri tedbirlerin maliyet hesabı yapılarak reddedilmesi onları sendikal örgütlenmeye yönlendirmiş. Önce BMİS Gebze 2 No’lu Şube’ye gitmişler. Daha önce bazı işçiler 1 No’lu ile görüştükleri için orayla görüşmeleri istenmiş. Bir hafta gibi kısa bir sürede yasal çoğunluğun üzerinde üyelik gerçekleştirmişler. Beyaz yaka ile birlikte 559 çalışan varmış Esitaş’ta. 494 mavi yaka. Sonrası bildiğimiz yasal prosedürler ve sendikayla işyeri yönetiminin TİS görüşmeleri derken krizin yaşanmasına neden olan olaylara geliyoruz.

TİS görüşmelerinde birkaç oturumdan sonra Esitaş yönetimi ücret zammını yüzde 25’ten 48’e kadar çıkartmış. İşçiler önce yüzde 90 sonra 99’a yükseltmiş taleplerini. Sendika ise yüzde 60’ta tutup sonraki TİS’lerde daha yüksek zamlar talep edebileceklerini söylemiş. İşçi temsilcileri işçilerle birlikte yürüttükleri mücadele ile bu sözleşme imzalanmadan iletişim yasağı, sağlıksız yemekler, servis gibi sorunları çözmüş; yeterli olmayan molaların artırılması, fazla mesai dayatmasının kaldırılması gibi hakları kazanmışlar. -Bu hakları kazanmak için yürüttükleri mücadele epey fazla detay içeriyor. Direniş devam ettiği sürece Esitaş işçilerini ziyaret ederek yazmaya devam edeceğiz elbette.- En başından itibaren TİS toplantılarına tüm temsilciler katılırken son toplantıya sendika tek bir temsilciyi çağırmış. -İşçiler atıldıktan sonra baş temsilci olarak atanıyor aynı temsilci- Baş temsilci ve başından beri onunla aynı rotada hareket eden temsilcileri devre dışı bırakmışlar. Son toplantıda neler görüşüldü, kimse bilmiyor. TİS’in ne zaman imzalanacağı da henüz bilinmiyor. -Bu sürece dair sendikanın açıklamasını da link olarak haberin altında vereceğiz.-

Dokuz milyon TL işçilerin canından daha değerli

Ama asıl fırtına işyerine yapılması istenen havalandırma sisteminin bir an önce yapılmasını istedikleri için kopmuş. Sendika ve işyeri yönetimi firmalarla görüşerek fiyat listesi oluşturmaya başlamış ve 31 Mayıs itibariyle havalandırma sisteminin monte edileceğini söylüyorlar işçilere. İşçiler 5 Haziran’a kadar bekliyor havalandırma sistemi için bilgi verilmesini. İşyeri yönetimi ise 6 Haziran’da “9 milyon maliyeti var bu işin o yüzden yapmaktan vazgeçtik” diyor. Bu cevabı alan temsilciler ve işçiler iş bırakma eylemi yapmayı planlayıp sendikaya haber veriyorlar. Sendika “Biraz bekleyelim bazı riskler var” şeklinde cevaplar veriyor. İşçiler tüm riskleri göze aldıklarını söylerken bu sırada da geçici çözüm olarak vantilatörler takılıyor fabrikaya. Sıcak havayı dağıtan vantilatörler sorunu çözmek yerine işçilerin, daha fazla sağlık sorunu yaşamasına sebep oluyor. Çoğunluğu kadın işçi olmak üzere 12 işçi sıcaktan bayılıyor, bir işçi kalp krizi geçirerek hastaneye kaldırılıyor.

Basına ve sendikanın açıklamasına klima sorunu olarak yansıyan bu sorun aslında tek başına bir fabrika içi sıcaklığın düşürülmesi meselesi değil. Esitaş’ta elektrik trafo panelleri üretiliyor. Panellerin dayanıklılığını, kullanım ömrünü artırmak için kullanılan hammaddelerden biri kuvars. Kanallar aracılığıyla döküm bölümüne ulaşan kuvars tozu göz gözü görmeyecek şekilde sızıyor fabrikanın içine. Solunum yollarıyla ilgili herhangi bir rahatsızlığı olmayan işçiler dahi alerjik reaksiyonlarla hastanelere gitmeye başlıyorlar. Öksürük ve akciğer ağrılarından çalışamaz duruma geliyorlar. İşçilerin istediği havalandırma sistemi, insan sağlığına zararlı kimyasalların filtrelenerek vakumlanacağı, sıcaklığın da işçi sağlığına uygun derecelere ayarlanmasını sağlayan bir havalandırma sistemi. Yani ikili bir sistem. Takılan vantilatörler ise kuvars tozunun fabrika içerisine dağılmasını kolaylaştırıyor ve aslında işçilerin sağlığını daha da riske atan bir işlev görüyor. Bir diğer risk de aşırı sıcaklarda çalışırken terleyen işçilerin bedenine vantilatörler doğrudan hava üflüyor. Bu durum ise daha fazla kas ağrıları yaşamalarına ve bu ağrıların kronik rahatsızlıklara dönüşmesini hızlandırıyor.  

İşçileri itibarsızlaştırmaya çalıştılar

BMİS’in İSG uzmanlarının fabrikada inceleme yapıp yapmadığını öğrenmek istediğimizde Ceyda cevap veriyor: “Sendikayı biz başından beri doğru düzgün görmedik. Ne İSG ne kadın komisyonu ne diğer komisyonların hiçbirini görmedik. Burada bahsettiğimiz her şeyi Yunus abinin öncülüğünde biz kazandık. Arabalarda uyudular günlerce hem üyelik yaparken hem de sonrasında. Hep onu hedefe koydular. Bizim burada çok güzel bir birlikteliğimiz vardı. Bize destek verdiklerini düşündükleri kim varsa işten attılar. Hatta o gün işe gelmeyen, izinli olanları bile attılar. Birlikteliğimiz halen daha var ama sendika bu birliği dağıttı. Gruplaşmalar yarattı. Şimdi insanlar işlerinden olmak istemediği için arada kaldılar. Biz atıldığımızda tepki göstermişlerdi mesela ama ne yaptılar ne ettiler bizi suçlu gösterdiler arkadaşlarımıza.”

Burada söze giren Helin şunları anlatıyor: “Biz ilk defa sendika gördük ama sendikanın ne olduğunu kendi kendimize öğrendik resmen. Şimdi bizi suçlamak için diyorlar ki işçinin birine şiddet uyguladılar. İspat etsinler dediğimizde olayın olduğu yerdeki kamera kayıtlarını sildiler. Sendikasızlaştırmaya çalıştılar dediler. Hepimiz hâlâ üyeyiz, istifa eden bir tek kişi yok. Sendikayı aradan çıkarıp yönetimle anlaşmaya çalıştığımızı söylüyorlar. Bu işi sendika çözmezse biz çözeriz dedik. Sendikaya rağmen eylem yaptığımızı söylediler, bizim eylem yapacağımız gün fabrikaya gelip Yunus abiyi çektiler yukarıya, yapamadık ki zaten eylemi. İş bıraktık diyorlar. Biz iş bırakmadık, servislerden indiğimizde kart basıp içeriye girmedik. Fabrika önünde eylem yaptık. O da bizim hakkımız yani. Yok fabrikayı zarara uğratmışız filan diyorlar. Makine başında iş bıraksak dedikleri gibi olurdu ama biz kart bile basmadık, içeri girmedik. Çalışırken ölmek istemiyoruz dedik. Buralara kadar geldi. Şimdi 145 işçi atılmış ne olursa olsun. Buraya emek verdik, sağlığımızdan olduk. Ben astım hastasıyım burada çalışıyordum. Sendikanın üyesiyiz ve bize bir avukat bile vermediler. Kendimiz avukat tutup işe iade davası açtık. Biz haklarımızı istiyoruz başka bir şey istemiyoruz.”

“Sendika ve işyeri aynı şeyi söylüyor”

Son sözü alan Ceyda’yı dinliyoruz son olarak: “Biz ilk defa sendika ile karşılaştık ve çok büyük umutlarımız vardı. Bu başımıza gelenlerin ne olduğunu hâlâ anlamıyoruz. Her şeyi biz yaptık, biz kazandık, biz uğraştık. Ama işten biz atıldık. Üstelik suçsuz yere. Bize yönelttikleri hiçbir suçlamayı ispat bile edemiyorlar. Sendikaya güvenmek istiyoruz ama bize kapı açmıyorlar. İşyeri “davalarından vazgeçsinler tazminatlarını verelim kodlarını kaldıralım” diyor, sendika da aynı şeyi söylüyor. Yani ikisi de bizi gözden çıkarmış. Umurlarında değiliz. Siz olsanız nasıl yorumlarsınız bunu? Daha dün akşam işçilere mesaj atmış sendika. Aynen okuyorum: ‘Değerli Esitaş işçileri, değerli üyelerimiz. Sendikamız, işten çıkartılan üyelerimizin yaşadıkları mağduriyetlerinin giderilmesi adına girişimlerini sürdürmüş, çıkartılan üyelerimizin tazminatlarının ödenmesi konusunda Esitaş işvereniyle görüşmeler gerçekleştirmiştir. Gelinen son noktada, Esitaş işvereniyle yaptığımız görüşmelerin neticesinde işten çıkartılan üyelerimizin işyerine başvuruda bulunmaları halinde tazminat alacaklarının ödenmesi konusunda mutabakata varılmıştır. Değerli arkadaşlar, sendika olarak Esitaş isçilerinin hak ve çıkarlarına zarar vermeyen, sendikasıyla kol kola yürüyen hiç kimseyi yarı yolda bırakmayacağımızı birçok kez ifade etmiştik. Esitaş işçileri yalnızca sendikasıyla güçlüdür! Birlik ve beraberliğimizi koruyacak, tüm üyelerimizle, sendikamızla, huzurlu bir işyerinde çalışma barışını elbirliğiyle güçlendireceğiz. Saygılarımızla Birleşik Metal-İş Gebze-1 No’lu Şube B002’ İçerde çalışan arkadaşlara gönderilmiş bu mesaj. Bize gönderilmedi.”

Yalnızca kadın işçilerle sohbet etmedik ziyaretimiz esnasında. Erkeklerin de anlatacağı çok şey var doğal olarak. Onların anlattığı haliyle sorunlar, sendikadan da ziyade Mata Otomotiv’den çıkarılan ve orada sendikanın yetkisini kaybetmesine neden olan stratejik hatalarda rolü olan işçilerin, sendikanın da ısrarıyla Esitaş’ta temsilci yapılmasıyla başlıyor. İddia ettiklerine göre UİD-DER çevresinde yer alan bir temsilci ve onun etrafındaki işçiler sendikayı yanlış bilgilendiriyor ve koltuk mücadelesi yürütüyorlar. Ve aynı temsilci şu anda atama yoluyla baş temsilci olarak çalışıyor fabrikada.

Çimsetaş’tan sonrası…

145 işçinin yaşadığı haksızlıklar, iki şube arasındaki rekabetten mi, kendini işçi sınıfının öncüsü ve sözcüsü olarak atayan siyasetlerden mi kaynaklanıyor ya da sendika şubesi ve işyeri yönetimiyle yapıldığı söylenilen işbirliğinin bir sonucu mudur yorum yapmayalım şimdilik. Ancak bariz bir gerçek var ki işçiler hayatlarına sahip çıkmak için sendikanın ötelediği eylemleri yapacak bir irade ortaya koymuşlar ve bu noktada sendika tarafından ‘yaramaz’ ilan edilmişler. Kendi iç tüzüğünü dahi uygulamaya gerek görmemiş ve temsilcileri tek bir kararla görevden almışlar. Bu bilgiye de temsilcilerin görevden alınmasından yarım saat sonra işten çıkarılırken, İK müdürünün kendilerine aktarmasıyla ulaşıyor işçiler. Hâlâ sendikaya güven duymaya çabalayan 145 işçi patronların karşısında savunmasız şekilde bırakılmış yani.

TİS görüşmelerinde zam oranını yükseltmemek için kadın işçilere yönelik “ev hanımlarına bu maaşı vermem” diyerek kadın emeğini değersizleştiren, mesai saatlerinde işyerinde defalarca içki içtikleri saptanan, tacizden şikayet edilen amirleri kollayan işyeri yönetimiyle buralarda bir kriz yaşamamış sendika. Kadın işçilerin daha fazla sağlık sorunu yaşamasına neden olan işçi sağlığı ve güvenliği tedbirlerinin bir an önce uygulanması için sendikayı zorlamaya çalışan işçilerle ve işçi temsilcileriyle kriz yaşamış. Ve Esitaş’ta yaşanan bu sorun İSİG Meclisi’nin bile gündemine girmemiş henüz. Evrensel gazetesi ve bir iki tane sosyalist basın dışında haber değeri de görmemiş. Hedef gösterilerek atılan Esitaş işçileri de “Burada bir işçi öldüğünde belki o zaman bizi görürler” diyor. Ve Çimsetaş’ın toprağı kurumadı hala…

Sendikanın açıklaması: https://www.facebook.com/share/p/9ASaDmrsSjCUpQ21

Paylaş:

Benzer İçerikler

Türk-İş dün 81 ilde “Zordayız, geçinemiyoruz” diyerek eylem çağrısı yaptı. Ancak işçiden habersiz, fabrika ve işyerlerinden uzak bir eylemden beklenileceği üzere zayıf görüntüler ortaya çıktı. İstanbul’daki eylem bunun en sarih örneği oldu.
Bizlerin bütçesine daha ‘uygun’ market raflarında sıkça gördüğümüz, işlenmiş et ürünleri markası olan Polonez, bir süredir işçi ve sendika düşmanlığıyla anılıyor. Fazla mesai dayatmasıyla ev yüzü görmeden çalışan kadın işçilerin sendikalaşma mücadelesini tanımayan Polonez’de kadınlar, düşük ücretlerle ağır işlerde hakarete maruz kalarak çalışıyor.
Bornova’da üretim yapan Kristal Yağ işçilerinin asgari ücrete tepkileri sert oldu. TİS masasından kalkan işçiler bir ayı aşkın süredir grevdeler. Emekçilerin market alışverişlerinde yaşadıkları adeta bir trajedi. Poşetleri neredeyse boş. Kristal Yağ Fabrikası işyeri temsilcisi Gülnaz’la görüştük.
Taban maaş hakkının Öğretmenlik Meslek Kanunu’na eklenmesini isteyen özel sektörde çalışan öğretmenler İl Milli Eğitim Müdürlükleri önünde Eğitim Nöbeti tutuyor. MEB’in taleplerini görmezden geldiği öğretmenler baskılara rağmen eylemlerine devam ediyor. Kreş, regl izni, servis, eşdeğerde işe eşit ücret talep eden kadın öğretmenler güvenceli çalışmak istiyor.
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!