Feminist Avukat Meriç Eyüboğlu ile İstanbul Sözleşmesi

Feminist Avukat Meriç Eyüboğlu ile İstanbul Sözleşmesi’nin biz kadın ve LGBTİ+lar açısından neden vaz geçilemez olduğunu konuştuk.
Paylaş:
Haber Merkezi

Feminist Avukat Meriç Eyüboğlu ile İstanbul Sözleşmesi’nin biz kadın ve LGBTİ+lar açısından neden vaz geçilemez olduğunu konuştuk.

İpek Deniz’in yaptığı söyleşinin tamamı Kadınİşçi youtube kanalımızda https://youtu.be/2rlVUOcqxGc

İşte söyleşiden öne çıkan noktalar…

“En genel anlamıyla özetlersek erkek şiddetiyle mücadeleyi önüne koyuyor bu sözleşme. Erkek şiddetiyle mücadele açısından daha öncesinde bu kadar kapsamlı bir sözleşme yok.

Sözleşmeyi kapsamlı yapan sadece maddeleri değil aynı zamanda yaklaşımı. Erkek şiddetiyle mücadeleyi ancak kadın erkek eşitliğinin sağlandığı koşullarda çözülebilecek yapısal bir problem olarak tarif ediyor. Bu bizimki gibi ülkelerde son derece önemli, kadınlarla erkeklerin eşit olmadığını söyleyen en üst düzey yöneticilerin olduğu bu topraklarda bu yaklaşımın hayata geçmesi başlı başına hayatımızı değiştirecek bir şey.

İkinci önemli kısımsa erkek şiddetiyle mücadelede bütünlüklü bir yaklaşımın devletler tarafından hayata geçirilmesi gerektiğini söylüyor. Sadece hukuki düzenlemeler ve mevcut yasaları değiştirerek değil finanstan medyaya, eğitimden yasalara, yöneticilerin dilinden hayatın her alanına yönelik düzenlemeler yapmak zorundasınız diyor. Bu feminist hareketin öteden beri söylediği ve savunduğu bir yaklaşım, ancak bütünlüklü bir yaklaşımla bu sorun çözülebilir.

Son ve en önemeli bulduğum kısım ise erkek şiddetinin kökenlerini ve ne olduğunu tariflerken yine bizimkine çok yakın bir yaklaşım sergiliyor bu sözleşme. Bu sözleşmeyi kıymetli kılan en önemli şey de doğrusunu isterseniz bence bu: Kadınlar ve erkekler toplumsal hayattan kaynaklı birtakım rollere bürünmüş durumdalar. Kadınlara bacaklarını kapatarak oturulması öğretilirken erkekler toplu taşıma araçlarında da sıklıkla gördüğümüz üzere iki koltuğa yayılarak otururlar. Çocukluğumuzdan itibaren kadınlara ve erkeklere roller biçiliyor ve bu rollerde bize öğretilenler dolayısıyla toplumsal hayatta erkeklerle kadınların eşit olmamasına, kadının “namusunun” erkekten sorulmasına, geceleri sokaklarda erkekler yürürken kadınların yürüyememesine ve günlük hayatımızda bildiğimiz onlarca başka ayrımcılığa yol açıyor. Son tahlilde kadınlarla erkeklerin eşit olmadığı son derece ayrımcı bir hayat yaşıyoruz. Biz ikinci, üçüncü vatandaşız, biz korunması gereken vatandaşız, biz hatta aileyiz ayrı bir kişilik ve kimlik değiliz. Bu noktada İstanbul Sözleşmesi erkek şiddetini tanımlarken diyor ki kadınlar ve erkeklere biçilmiş toplumsal roller var ve bu roller bu eşitsizliğe yol açıyor ve erkeklerin ayrıcalığını korumak için çeşitli araçlar üretiyor. Bu araçlardan bir tanesi de erkek şiddetidir. Daha da sadeleştirerek iade etmek gerekirse erkekler ayrıcalıklarından vaz geçmemek için bizleri şiddete maruz bırakmaktalar. Biz buna erkek egemen sistem, patriyarka ya da cinsiyetçilik diyoruz, Sözleşme ise buna toplumsal cinsiyet eşitsizliği diyor. Dolayısıyla bu eşitsizlikler ve bu erkek egemen sistem ile mücadele etmeden kadınlarla erkeklerin eşit ve özgür olabileceği bir dünyanın kurulamayacağı ifade ediliyor.

İşte İstanbul Sözleşmesi bu yaklaşımı önüne koyuyor, madde olarak bunu yazıyor, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini tanımlıyor ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği ile erkek şiddeti arasındaki bağlantıyı kuruyor. Bugün erkek şiddeti demek toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden doğan bir şiddet demek çünkü. Erkek şiddetini diğer şiddet türlerinden ayıran da sadece kadınlara ve LGBTİ+lara yönelmiş olması değil aynı zamanda böyle bir kökenden besleniyor olması.

(…) Sözleşmenin koruduğu kapsam içerisinde LGBTİ+lar var evet, bu şekilde geçmese de şöyle geçiyor: Toplumsal cinsiyet eşitsizliği, cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet kimliği dahil bunlardan kaynaklanan ayrımcılıklar bu sözleşmenin kapsamındadır deniliyor. Bunları söyleyerek elbette LGBTİ+lara yönelik hakları da düzenliyor. Zaten kıyametin koparıldığı yer de işte burası, bu kavramların geçmesi hükümeti, çevresini ve bu konuda kampanya yürüten geniş cenahı rahatsız ediyor. Ama bunun AKP ve MHP ile sınırlı olmadığını bilelim Saadet Partisi’nden Hürpar’a, BBP’den çok geniş bir cenaha kadar İstanbul Sözleşmesi’nin karşısında olduklarını bilelim. Sadece bir iktidar bloğu değil çok daha büyük bir blok karşısındayız aslında. Oralarda olan, oralara oy veren kadınların ise erkeklerle aynı fikirde olmadıkları ve İstanbul Sözleşmesi’ni sahiplenen açıklamalar yaptıklarını da bir not olarak hatırlayalım…

Paylaş:

Benzer İçerikler

ILO’nun 3.007 kişinin katılımı ile gerçekleştirilen “İşyerinde Şiddet ve Taciz Algıları ve Deneyimleri” araştırması sonuçlarının açıklandığı toplantıya katılan kadın sendikacılar, şiddetin tırmandığına dikkat çektiler: “Şiddetin azalması için sendikalaşmanın, örgütlemenin önündeki her türlü engelin kalkması lazım. Araştırma sonucu da bunu ortaya koyuyor.”
EŞİK’in raporuna göre, depremi böyle büyük bir afete çeviren doğa değil; erkek egemen, ayrımcı, rantçı, tekçi, reisçi devlet anlayışı. Raporda, 18 yaş üstü tüm kadınlara özel nakdi destek verilmesi, kreş ve bakım merkezlerinin açılması, erkek şiddetine karşı koruma mekanizmalarının acilen oluşturulması talep ediliyor.
Şiddet dolu evliliğini zor da olsa bitirmiş, yeni bir hayat kurmuş, kendi ayakları üzerinde duran bir kadın… Depremde yalnız evini, işini ve sevdiklerini değil, özgürlüğünü de kaybettiğini söylüyor. “Önce iş bulmam lazım” diyor, “Yoksa asla özgür bir alanım, kendi hayatım olmayacak. Tek istediğim kendime ait bir hayat.”
Depremzede kadınlar, cinsel sağlık ve üreme sağlığı açısından ne gibi risklerle karşı karşıya? Kadınların sağlığı ve güvenliği için acilen yapılması gerekenler neler? Önümüzdeki ay doğum yapması beklenen 25 bin kadın için ne gibi önlemler alınmalı? Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Irmak Saraç’la konuştuk.
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!