Yuvarlak masa: Gülay Toksöz – Handan Çağlayan
İşçi sendikalarında feminist uzmanlar cinsel tacizin bir disiplin suçu olarak tüzüklere girmesini sağladı ama sağ yönetimler kadın çalışmalarını geriletti. KESK’te üyelerin ve uzmanların feminist olması ciddi değişimlere yol açtı. Sendikalarda daha köklü dönüşümler için üye katılımı ve dayanışma şart.
Gülay Toksöz’ü tanımayanız yoktur, Gülay Hoca, yıllardır üniversite bünyesinde kadın emeği ve istihdamı üzerine araştırmalar, çalışmalar yapıyor. Seyhan Erdoğdu ile birlikte hazırladığı “Sendikacı Kadın Kimliği” kitabı ile önümüzü açan, işçi sendikalarının gündemine feminizm sözcüğünün girmesini sağlayan isimlerden biri. 90’lı yıllarda sendikalarda yapılan kurultaylara, seminerlere ve eğitimlere sunduğu katkılarla pratikte de pek çok işçi kadının yolunu aydınlattı. Handan Çağlayan’ı “Analar, Yoldaşlar, Tanrıçalar-Kürt Hareketinde Kadınlar ve Kadın Kimliğinin Oluşumu-“ isimli kitabıyla tanıdık, fakat o aynı zamanda Eğitim Sen’de sendika uzmanı olarak çalışan bir kadındı ve KESK bünyesinde kadın çalışmalarının ileriye taşınmasında çok emeği geçti. İkisi yan yana gelerek Kadınİşçi için işçi ve memur sendikalarına feminizmin girişini ve etkilerini tartıştılar… Bu bilgilendirici ve keyif veren söyleşi için kendilerine çok teşekkür ediyoruz.
Handan: Siz Seyhan Erdoğdu ile birlikte yazdığınız ve 1998’de yayınlanan “Sendikacı Kadın Kimliği” kitabınızda TÜRK-İŞ bünyesindeki sendikalarda aktif kadın işçilerin yaşadıkları sorunları ve mücadelelerini anlattınız. İşçi sendikalarının bazılarında son yıllarda kadın üyelerin seslerini daha çok duyurduklarını, kadın işçiler için düzenlenen eğitimlerin süreklilik kazandığını, kadınların sorunlarını tartışmak, çıkarlarını temsil etmek için bir araya geldikleri kadın komisyonu gibi yapıların oluşturulduğunu görüyoruz. Bu gelişmeler nasıl açıklanabilir?
Gülay: Türkiye’de çalışanların hak ve çıkarlarını sendikalar aracılığıyla korumasının, sendikalarda örgütlenmesinin önünde birçok engel var. Gazetelerde sık sık sendikaya üye oldukları için işten çıkartılan, direnişe geçen işçi haberlerini okuyoruz. İktidarın hakları için eyleme geçen işçilerin eylemlerini bastırdığını, grevleri yasakladığını görüyoruz. Kadın üyeler söz konusu olduğunda sendikalaşma önündeki engellere yenileri katılıyor: cinsiyete dayalı işbölümünün kadınların omuzlarına bindirdiği ev ve bakım işleri iş dışındaki faaliyetlere zaman bırakmıyor. Aynı zamanda sendikaların erkek egemen yapı ve kültürleri kadınları burada bulunmaktan alıkoyuyor. Aslında bunlar yeni durumlar değil, son otuz yıldır bu sorunlara dikkat çeken çalışmalar yapılıyor. Son otuz yıl aynı zamanda kadınların bütün sorunlara rağmen işçi sendikalarında söz ve karar sahibi olma çabalarına dair örneklerle dolu. Ben bu çabaların ve mücadelenin gerisinde sendikacı kadınların, Türkiye’deki kadın hareketi ve feminist akademisyenlerle olan temaslarının etkili olduğunu düşünüyorum. Kuşkusuz bu temaslar veya karşılaşmalar KESK’in ve içindeki en büyük sendika olan Eğitim Sen’in kuruluş sürecinde de yoğun biçimde yaşandı ve halen de yaşanıyor. Ancak bu, senin daha iyi bildiğin bir konu. Ben işçi sendikalarında yaşananlara dair yaptığım okumalardan ve gözlemlerimden yola çıkarak bazı değerlendirmelerde bulunabilirim.
Sizin de içinde yer aldığınız feminist akademisyenlerle sendikacı kadınların ilişkisi nasıl gelişti?
Türkiye’de 1990’lar kadın hareketinin güç kazandığı yıllar oldu. Çok sayıda kadın örgütünün kurularak ortak çalışmalarda bir araya geldiği bu yıllarda kimi üniversitelerde feminist akademisyenler de kurumsallaşma çabasına girdi ve bunun sonucunda başta İstanbul ve Ankara’daki büyük üniversiteler olmak üzere kadın sorunları araştırma merkezleri ve kadın çalışmaları anabilim dalları kuruldu. Ben Ankara Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezinin (KASAUM) kuruluş sürecinde yer aldım. Merkez 1994’de kurulduktan sonra görev alanlarından birini sivil toplum örgütleri, sendikalar ve siyasi partilere yönelik toplumsal cinsiyet eşitliği eğitimlerinin verilmesi olarak tanımladı. Bu merkezde farklı fakülteler ve bölümlerden gelen kadın öğretim üyeleri olarak uzmanlık alanlarımıza uygun düşecek biçimde eğitim alanında, çalışma hayatında, siyasal kararlara katılımda, iletişim, medya ve kültür alanlarında vb. yaşanan toplumsal cinsiyet eşitsizliklerine dikkat çeken, katılımcı kadınların kendi deneyimlerini paylaşmalarına imkan tanıyan ve ortak sorunlardan çıkış için ortak çözüm yolları bulmaya çalışan eğitimler yaptık.
GÜÇLENDİRME EĞİTİMLERİ YAPTIK
Eğitimlerde ne tür konular işliyordunuz?
Sendikalardaki eğitimlerde önce kadınlara bu toplumda kadın olarak nasıl yaşadıklarını sorarak ve bunu tartışarak başlıyorduk. Kadın hareketinde yaygın olduğu üzere eğitimleri bir güçlendirme eğitimi olarak görüyor ve kadınların bu tartışmalardan kendilerinin, yaşadıklarının değiştirilebileceği, dönüştürülebileceği hissiyle çıkmalarını önemli buluyorduk. Sonra kadınların üyesi oldukları sendika içinde neler yaşadığına, kurumsal yapının tüzük, yönetmelik vb. ile nasıl düzenlendiğine bakıyorduk. O dönemde yeni kurulmaya başlanan kadın komisyonları tüzükte yeri olmayan, çoğu zaman seçimle değil atamayla gelen veya gönüllü katılıma dayanan, yetkisi ve gücü olmayan oluşumlardı. Dolayısıyla örgüt içinde kadın yapılarının ve kadın eğitimlerinin sürekli ve meşru hale gelmesine vurgu yapıyorduk. Yıllar boyunca bazı sendikalarda feminist akademisyenler ve feminist sendika uzmanları tarafından kadın işçilere verilen eğitimlerin başta kadın komisyonu vb. yapıların tüzük maddesi haline getirilmesi olmak üzere kadınların bazı taleplerinin kabul edilmesinde rolü olduğunu düşünüyorum.
Kuşkusuz bu gelişmeler daha çok sol eğilimli sendikalarda yaşandı. Daha eşitlikçi tutum benimseyen yönetimlerin olduğu sendikalarda erkek başkanların iradesiyle feminist uzmanlar işe alındı ve feminist uzmanların varlığı sendikada kadın yapılarının oluşumu ve kadın sesinin duyulmasında kolaylaştırıcı oldu. İşbaşındaki erkek yöneticilerin destekleyici tavrıyla tüzük değişikliği yapılıyor, kadın yapıları güvence altına alınıyor. Ancak bu yapıların çalışmaları yönetim değişikliğine bağlı zihniyet değişikliğinde kesintiye uğruyor veya göstermelik hale gelebiliyor. Dolayısıyla yapıların sürekliliğini sağlayan belirleyici unsurun tabandaki kadın üyelerin mücadelesi olduğunu görüyoruz.
CİNSEL TACİZ DİSİPLİN SUÇU OLDU
Kadın hareketinin sendikalardaki kadınların mücadelesi açısından güçlendirici rolü nedir?
Sendikalarda aktif çok sayıda kadın aynı zamanda kadın hareketinin bir bileşeni. Dolayısıyla aradaki bağlantı halkası görevini üstleniyorlar. Özellikle 2007’de Novamed’deki kadın işçilerin grevinin başarıya ulaşmasında uluslararası sendikal dayanışma kadar Türkiye’deki kadın hareketinin dayanışması da etkili oldu. Benzer bir dayanışmayı 2008’de DESA işçisi Emine Aslan’ın sendika üyesi olduğu için işten çıkartılınca tek başına yürüttüğü direnişte de gördük. İzleyen yıllarda buna benzeyen başka dayanışma örnekleri oldu, aklıma ilk gelenlerden biri, Flormar işçilerinin direnişi. Bu karşılıklı etkileşim, kadın hakları mücadelesinde, özellikle kadına yönelik şiddetle mücadelede son derece aktif olan kadın hareketinin gündeminin sendika gündemlerine de yansımasında etkili oldu. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin tüzük maddesi haline gelmesi, kadına yönelik şiddetin işyerlerinde en yaygın biçimde yaşanan türlerinden biri olan cinsel taciz konusunun disiplin suçu sayılması konusundaki tüzük değişiklikleri ve özellikle yakın zamanda kadınlara karşı şiddetle mücadelenin etkin bir biçimde yürütülmesi için İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanması talepleri bunun örnekleri arasında sayılabilir. Kadınlara yönelik giderek artan gerici ve eşitlik karşıtı tutumlar ve politikalar karşısında bu birlikteliğin önümüzdeki dönemde büyük önem taşıdığını düşünüyorum. Kadın İşçi web sitesinin de bu açıdan anlamlı bir işlevi oluğunu düşünüyorum.
KESK’E ÜYE FEMİNİST KADINLAR
Gülay: Şimdi ben sana uzun yıllar KESK’e bağlı Eğitim Sen’de uzman olarak çalıştığın ve halen KESK kadın tarihi çalışmalarını sürdürdüğün için bu etkileşimi KESK üyesi kadınlar açısından nasıl gördüğünü sormak istiyorum.
Handan: İşçi sendikalarındaki kadınlar açısından dile getirdikleriniz KESK’li kadınlar açısından da geçerli hocam. Sizin de belirttiğiniz gibi sendikalarda aktif olan kadınların çoğu aynı zamanda kadın hareketinin de içinde yer alıyor. Aslında KESK’li kadınlar açısından bakıldığında her iki mücadelenin ortaya çıkışı neredeyse eşzamanlı. Dayağa Karşı Kampanya’nın örgütlendiği yıllarda, kamuda da sendikalaşma mücadelesi başlamıştı. Bu mücadelede yer alan kadınlar doğal olarak sokaklara taşan kadın hareketinden ve üretilen feminist sözden etkilendiler; bu sözün sendikalara taşınmasında rol oynadılar ve bu ilişki yıllar içinde daha da güçlendi. Kurumsal bir boyut da kazandı. Kadın platformları bunun bir örneği. KESK ve KESK’e bağlı bazı sendikalarda kurulan Kadın Sekreterlikleri kadın hareketi ile ilişki kurmada çok önemli bir rol oynadılar. Ama bunlardan önce izin verirseniz feminist akademisyenler ile KESK’li kadınlar arasındaki ilişkiye dair bir iki şey eklemek istiyorum. Sizin bu konuda işçi sendikalarındaki kadınlar açısından dile getirdikleriniz KESK’li kadınlar açısından da geçerli olmakla birlikte feminist akademisyenler aynı zamanda KESK’e bağlı Eğitim Sen’in üyesi oldukları için arada daha organik bir ilişki olageldi. Özellikle KESK’in kuruluş yıllarında yaptığınız eğitimler, kadınları güçlendirmekle kalmadı, KESK’in toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarının oluşturulmasında ve hayata geçirilmesinde de belirleyici bir rol oynadı. Hatırlar mısınız bilmiyorum hocam, KESK’in 1998 yılında merkezi olarak düzenlediği ilk kadın eğitiminde yer alanlardan biri de sizdiniz. KESK’in o dönemki Kadın Sekreteri Sevgi Göyçe, bu eğitim ile KESK 1. Kadın Kurultayının gerçekleşmesi arasındaki ilişkiye dikkat çekmiş ve eğitimin kurultayı motive ettiğini dile getirmişti. Aslında feminist akademisyenlerin katkısı sadece eğitim çalışmalarıyla da sınırlı kalmadı. KESK ve Eğitim Sen Kadın Kurultaylarının örgütlenmesinde ve gerçekleştirilmesinde, kampanyaların yürütülmesinde ve daha pek çok etkinlikte çok önemli bir rol oynadılar. Kadın Sekreterlikleri aracılığı ile İstanbul’da, Ankara’da kurulan bu dönüştürücü ve üretken ilişki, KESK’in ülke genelinde örgütlü bulunan kurumsal yapısı içinde, diğer sendikalara ve bütün yerellere taşınabildi.
KADIN SEKRETERLİKLERİ ÖNÜMÜZÜ AÇTI
Doğrusu ya bu ilk eğitimi unutmuştum Handan, hatırlattığın için teşekkür ederim. Kadın Sekreterliklerinden söz ettin. Bu, işçi sendikalarında olmayan bir yapı, biraz açabilir misin?
Kadın Sekreterlikleri, sendikaların karar ve yönetim süreçlerinde kadınların daha fazla yer almasında rol oynuyorlar. Ayrıca toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarının daha sürekli ve sistematik bir şekilde oluşturulmasını, bunların, sendikaların genel gündeminin bir parçası haline getirilmesini ve hayata geçirilmesini sağlıyorlar. Kadın Sekreterliği kurulmadan önce de şubelerin bir kısmında ve sendika genel merkezlerinde kadın komisyonları vardı fakat aralarında bir koordinasyon bulunmadığı gibi çalışmaları da sendika yönetimlerine bağlı, “alt”, “yan” faaliyet niteliğinde kalıyordu. Kadın Sekreterliği hem bu dağınık komisyonların merkezi bir yapıya, koordinasyona kavuşmasında rol oynadı, hem de kadınların örgüt yapısı içinde temsil edilmesinin önünü açtı. Sendikanın tüzüksel organlarından biri olarak tanımlanmaları bunu mümkün kıldı. Kadın Sekreterlikleri, yerellerde kadın çalışmalarına yönelik engelleme ve direncin kırılmasında da rol oynadı.
Özellikle 2000’li yılların başlarında KESK çok etkili kampanyalar düzenledi ve bu kampanyaları Eğitim Sen Kadın Sekreterliği ile birlikte hayata geçirdi. Kamuoyunda Pantolon Eylemi olarak anılan eylemi hatırlarsınız. Kamu çalışanı kadınlar, etek giymelerini zorunlu kılan yönetmelik maddesine karşı işyerlerine pantolonlarla giderek ülke genelinde ses getiren bir eylem yapmışlardı. Bu eylem KESK’in 2001-2002 arasında yürüttüğü ”Ayrımcılığa Karşı Eşitlik İçin Örgütleniyoruz” Kampanyası’nın bir parçası idi ve kampanya sayesinde kamuda pantolon yasağı son bulmuştu. Bunu 2003-2004 yılları arasında yürütülen “Sözümüzü Örgütlüyoruz” Kampanyası ve ardından Eğitim Sen Kadın Sekreterliğinin 2004-2005 yılları arasında yürüttüğü “Eğitimde Cinsiyet Ayrımcılığına Son” Kampanyası izledi. Kampanyalar, KESK çatısı altında ortaya çıkan kadın bakış açısının, oluşturulan toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarının sendika binalarını aşıp işyerlerine taşınmasında rol oynadı. Özellikle bu kampanyaların yürütüldüğü dönemde KESK’te kadın üye sayılarında belirgin artışlar oldu.
2000 başları KESK’li kadınların çok aktif oldukları bir dönem. Bu dönemi özgün kılan özellikleri nelerdi?
Çok haklısınız. 2000 başları KESK’li kadınların hem sayısal hem de nitelik olarak atılım yaşadıkları bir dönem. Bunun her şeyden önce kadınların sendikal mücadele süreci içinde biriktirdikleri bilgiyle, deneyimle, güçle ve sendika içindeki kadın yapılarıyla ilişkisi var. Ayrıca kimi dışsal dinamiklerden ve konjonktürel etkenlerden de söz etmek mümkün. Kadın üye sayısının artmasında Kamu Çalışanları Sendikaları Yasasının çıkmasının da etkisi oldu. Daha önce KESK’in işyerlerindeki çalışmalarından etkilenen ama çekindiği için uzak duran pek çok kadın, yasanın çıkmasıyla çekincelerinden kurtulup sendikalara üye olmaya başladılar. Öte yandan dönemin ruhu da bu süreci destekledi denebilir. Türkiye açısından Avrupa Birliği Uyum süreci işlemekteydi. Yeni Medeni Yasa’nın hazırlanma sürecini, Anayasa’nın eşitlik maddesi tartışmalarını, Meclis önünde günlerce süren eylemleri hatırlarsınız. Bu canlı gündem içinde KESK’in de yürütmesinde yer aldığı Dünya Kadın Yürüyüşü, ülkenin bir başından diğer başına değin kadınların taleplerini dillendirerek geçmekteydi. KESK’li kadınların atılımı, böylesi bir ortamda, KESK ve Eğitim Sen’in o dönemki Kadın Sekreterlerinin de yoğun çabasıyla gerçekleşti.
ORTAKLIĞIN İNŞASI
Peki, KESK içinde kadın dayanışması konusunda ne söylenebilirsin?
Bu soruya, KESK’in yapısal özelliklerinden biri olan “grup dinamikleri”nden söz etmeden yanıt vermek güç. KESK, 12 Eylül sonrası koşullarda, kamu çalışanlarının dernek kurmalarının bile yasak olduğu bir dönemde başlayan zorlu bir sendikalaşma mücadelesinin sonucunda kuruldu. Sendikal mücadelenin aktif yürütücülerinin önemli bir kısmı şu ya da bu şekilde politik gruplara yakınlığı olan kişilerdi. Bu durum, KESK’in her türlü baskıya, engellemeye, cezalandırmaya karşı direnmesini ve hayatta kalmasını mümkün kıldı. Çünkü KESK’liler, dar anlamda çıkar sendikacılığını aşan politik duyarlılıklara sahip olmasaydılar, maruz kaldıkları yıldırma ve cezalandırma yöntemlerine karşı direnemeyebilirlerdi. Öte yandan politik gruplar arasındaki gerilimler, kadınların grup dinamiklerini aşan bir işbirliği içine girmesini güçleşirdi. Bu durum zaman içinde bir ölçüde aşıldı. Çünkü kadın dayanışması, zorlu sendikal mücadelenin gündelik pratiği içinde kendiliğinden gelişti. 8 Mart veya 25 Kasım etkinliklerinin hazırlanması, kadın kurultayı hazırlıklarının yapılması vb. gibi gerekçelerle günlerce birlikte çalışan, sendika binalarında bitiremedikleri işlerini ev toplantılarına taşıyan, mitingler, yürüyüşler örgütleyen, kurabiye-çay eşliğinde pankart hazırlayan, birbirinin çocuğuna bakan kadınlar arasında dayanışma ilişkileri de gelişti. Zamanla hem kendi gruplarının içinde hem de sendikalarda eşitsiz bir konumda olduklarının farkına varmalarının da söz konusu gelişmede etkisi var tabi. Bu farkındalıkla dönüp kendi gruplarının içinde de eşitlik mücadelesi vererek gruplarını belli ölçülerde dönüşmesini sağladılar.
POLİTİK KOŞULLAR
KESK’li kadınların mücadelesi açısından 2000 başları ile kıyasladığında günümüz için ne söyleyebilirsin?
Sendikaların cinsiyet eşitliği politikaları açısından bakıldığında bir ilerlemeden söz etmek mümkün. Örneğin kadınların söz ve karar süreçlerindeki etkisini ve görünürlüğünü arttırmak için KESK’te eş-genel başkanlık sistemine geçildi. Daha fazla sendikada kadın sekreterlikleri kuruldu. KESK’in örgütlü olduğu her yerde KESK kadın platformları kuruldu ve bu platformlar yerellerdeki kadın platformlarının da bir bileşeni durumunda. Sendikalarda kadın kotası daha etkili uygulanabilir hale getirildi. Yayınlar arttı. Toplumsal cinsiyet eşitliği, sadece kadın eğitimlerinin değil, merkezi düzeyde yürütülen karma eğitimlerin de ana konularından biri haline geldi. Ancak günümüzde KESK 2000 başlarındaki etkinliğinin çok gerisinde maalesef. Bunun da tıpkı o dönemde olduğu gibi çeşitli nedenleri var. KESK’i sınırlandıran pek çok dışsal etken mevcut. Ayrıca kendi içinde de enerji kaybetmesine yol açan kimi sorunlar yaşandı. Örneğin KESK’li kadınların 2010 yılındaki taciz meselesi karşısında grup dinamiklerini aşan ortak bir tutumla çözüm geliştirememeleri hayli yıpratıcı oldu; belli bir dönem kadın hareketi ile aralarının açılmasına da yol açtı. Kamunun neoliberal dönüşümü, özelleştirmeler ve istihdamın güvencesizleşmesi gibi olumsuz gelişmeler, KESK’in örgütlenme alanını daralttı. Politik koşullar da çok farklılaştı, 2010’lu yıllarda KESK’e yönelik gerçekleştirilen operasyonlarda KESK içindeki en aktif kadınlar, kadın sekreterleri tutuklandılar; bazıları hapis cezalarına çarptırıldı ve mesleklerinden ve sendikal alandan uzaklaştırıldı. Ayrıca içinde olduğumuz dönemde dünyanın pek çok yerinde yükselen sağ popülist dalganın en önemli özelliklerinden birisini kadın düşmanlığı oluşturuyor. Neyse ki bu dalgaya karşı en güçlü bir direniş dinamiğini kadın hareketi oluşturuyor. KESK’li kadınlar da bu dinamiğin bir parçası.
Gülay: Dediğin gibi baskıcı, sömürücü, gerici ve cinsiyetçi iktidarlar ve siyasi hareketler karşısında kadınların ortak eylem ve direniş potansiyeli bizleri umutlandırıyor.